GeriSeyahat Schopenhauer da nereden çıktı şimdi?
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Schopenhauer da nereden çıktı şimdi?

Schopenhauer da nereden çıktı şimdi?

Hele gazetecilikte, çok önemlidir. Belki de en önemli meziyettir... Olaylara, insanlara, konulara en küçük detayını kaçırmayacak kadar yakın, ama tarafsız kalacak ve bütününü görecek kadar uzak olmak... Diyeceksiniz ki, bu senin derdin, biz gazeteci değiliz, bizim işimiz üstümüze vazife olsun olmasın, durumdan/konudan vazife çıkarıp ahkâm kesmek değil! Doğrudur ama bir sonraki adım, sizi de ilgilendiriyor. İnsan ilişkilerini belirliyor da ondan...

Güya ‘insanlar hakkında önyargılı olmamak’ konusunda yeminliyim. Ve de ‘çabuk bir yargıya varmamak’ hususunda...

 

Ama işim sağa sola kakırmak, Yunus’un dediği gibi, hatta, öyle bir meslek ki bizimki, ne kadar sivri dilli, ne kadar aykırı ve acımasız olursan, o kadar ilgi çekersin. Böyle bir tuzağa düşmemek için de zorluyorum kendimi.

 

20 yıllık bir dostum, büyüğüm. Beni yemeğe davet etti, ortak tanıdıklarımızdan açıldı söz. O da benim gibi dilinin kemiği olmayanlardan, hatta insanları derhal iki kategoriye ayıranlardan: sevdikleri ve sevmedikleri... Ama yine de benim bazı yorumlarıma katılmıyor:

 

“Gazetecilikte, köşe yazarlığında kameranı nereye koyduğun çok önemli” diyor, “insanlara hangi açıdan baktığın... Fark burada!”

 

Gece geç saatte evime döndüğümde, e-posta kutumda bir Fransızca makale buluyorum. Roger-Pol Droit’nın 1996 tarihli bir kitap yorumu, galiba...

 

Arthur Schopenhauer çekilmez bir tipti, diyor. Merdümgiriz (insandan kaçan, yabani), çabuk öfkelenen, kendini beğenmiş, kasıntı... Ömrü boyunca bir şeylerden yakınmış, insanlardan şikayet etmişti. Borçlularını isyan ettiren teminatlar talep etmiş, avukatlarına ahlâk sınırlarını zorlayan önerilerde bulunmuş, yayıncılarına akıl almaz sözleşme şartları kabul ettirmiş, yardımcıları bir gazete kupürünü kaçırsa, adının geçtiği bir programı atlasa kıyameti koparmıştı...

 

Biyografisini okudukça, Schopenhauer’ın pintiliği, paraya düşkünlüğü, hep-bana-hep-banacılığı, küstahlığı insanın sinirine dokunmaya başlıyor. Ama, diyor eleştirmen, bakış açınızı bir iki derece değiştirince, çok farklı bir insan-Schopenhauer çıkıyor karşınıza. Aynı olayları başka bir gözle, aynı sahneyi başka bir ışık altında seyretmek her şeyi değiştiriyor.

 

Schopenhauer’ın tek kusuru, gerçek takıntısı idi; yaşama sebebi felsefeydi; tek amacı eserleri...

 

Para konularında bu kadar gıdım gıdım ve titiz olmasının sebebi, pintiliği değil, paranın bir aydın olarak bağımsızlığının ilk ve olmazsa olmaz şartı olduğuna olan inancıydı. Kimseye, hiçbir şeye taviz vermeksizin, sadece ‘kafasıyla’ yaşamak ve bütün gücünü felsefi çalışmalarına vermek için, düzenli bir rant elde etmek istiyordu. Yayımcılarına çektirdikleri, kaprisli bir yazarın takıntıları değildi, işini en iyi şekilde yapmak, içerik ve şekil olarak yazılarının en küçük bir hata olmadan kağıda dökülmesini temin titizliğiydi. Adının geçtiği makaleleri, haberleri kaçırmamak için gösterdiği dikkat de, bir histerinin tezahürü değil, inançlarını, doğru bildiklerini yaymak için gösterdiği bir gayret, hayatını verdiği inancın ve gerçeğin, nihayet kabul gördüğünün ve benimsendiğinin tesciliydi...

 

Zaten, diyor eleştirmen, eğer işine ve inancına böyle sarsılmaz hatta deliliğe varan bir inancı olmasaydı, Schopenhauer 30 yıl ‘sürünmeye’ dayanamazdı. Düşüncesinin temelini içeren ilk kitabı 1819’da çıkmış ve ... büyük bir ilgisizlik ve sessizlikle karşılanmıştı. Bitmeyecek gibi gelen bir sessizlikle. Schopenhauer ancak 1850’lerde hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Ama 30 yıl beklemeyi bildi. Taviz vermedi, ağlamadı, yalvarmadı, yıkılmadı, intihar etmedi. Bu bâdireyi atlatmak için çok güçlü bir ruh ve sarsılmaz bir inanç gerekir. Schopenhauer bu açıdan bir âbidedir...

 

*

 

Yani, meseleye hangi açıdan baktığınıza bağlı.

 

Schopenhauer çağdaşlarına ve onu yüzeysel bir şekilde tanıyanlara para düşkünü, cimri, sevimsiz, çıkarcı görünebilir. Ama eğer Schopenhauer böyle davranmasaydı... biz bugün Schopenhauer’in adını bile hatırlamıyor olacaktık.

 

*

 

Yaşlı dostumun bana geçtiği bu makaleyi okuduktan sonra, gece yattığım yerde düşündüm. Yemekte konuştuklarımızı, benim X hakkındaki sert eleştirilerime (beni sinirlendirecek kadar, çünkü aslında onun X’i benden daha çok eleştirdiğini biliyorum) yumuşak, dişi tepkiler verişini...

 

X’in içinde bulunduğu şartları bir kere daha düşündüm.

 

Şartlar onu böyle davranmaya zorluyor olabilir mi?

 

Onun yerinde ben olsaydım, farklı davranabilir miydim acaba?

 

Evet, yaşlı dostum haklı, tek kamera insanı yanıltıyor, insanları, olayları tek boyutlu gösteriyor size. Derinlik kayboluyor.

 

*

 

Bir deneyin bakın: Aynı meseleyi, aynı insanı tamamen farklı bir açıdan. bir kere daha tartın. Bir hükme vardıktan sonra ‘Ama ya...’ diye bir kere daha tekrarlayın aynı cümleyi zihninizden.

 

Bambaşka bir noktaya varacaksınız...

False