Şart mıdır?
Bayram üstü az provokasyonu hoş görürsünüz değil mi? Pazartesi günü, soğuk ve yağmurlu bir havada, bir sevgiliyi toprağa verdik. Bizde adettir, bayramın birinci günü de, yani salı sabahı, artık aramızda olmasa da evin mutlak hâkimi odur, Mamuş’un evinde bir araya geldik. Hürriyet’in önünden geçen (ve Atatürk Havalimanı yönüne giden) ‘medya yolu’ndan geçerek halamlara gittik.
Burada ‘kurban çadırları’ kurulmuştu. İşler nasıl yürüyor, bilmiyorum, gidip görmedim. Tahmin edebiliyorum. Ama dışarıda, vatandaşın kamyonetini, arabasını bırakacağı yer düşünülmediği için, otoyol işgal altındaydı, araçlar – otoyola!!! – iki sıra park etmiş, insanlar bariyerleri atlayarak ve çamurlu bir tepeyi tırmanarak kurban kesim yerlerine ulaşmaya çalışıyor, işini bitirenlerse çöp torbalarına koydukları etleri, kanları aka aka, asfaltta sürüklüyordu.
Önce cenaze, ardından bu manzara...
İkisi üst üste gelince, tekrar yazmadan edemedim.
Madem ki İslam’ın reforme edilmesi mümkün değildir gerçekten... Peki, ben ilahiyatçı değilim, anlamam.
Ama kimi ‘pratik uygulamaların’ reforme edilmesine, hadi adını tam koyalım MEDENİ BİR HALE GETİRİLMESİNE ne engel var?
Kurban kesmek – bana ilkellik gibi gelse de inananlar çok, mini anketimize bakıyorum, sizler de (% 70 oranında) ya kesiyor ya kestiriyorsunuz – farzdır, sünnettir illa sürdürülecek bir âdettir. Peki. Kabul!
Bunu şehrin göbeğinde, apartmanın balkonunda koç beslemeden, kan gövdeyi götürmeden, ağaçlarda kanlı karkaslar sallanmadan, sokaklarda danalar kovalanmadan... medenî bir şekilde yapmak dinen yasak mıdır? İlla bu işin böyle bedevî örf ve âdetlerine göre, ilkel ve canhıraş bir şekilde mi yapılması gerekir?
Galiba ki, ısrar ediliyor!
Yıllar önce, Ortaköy’ün orta yerinde, boynuzundan tuttuğu bir koçu sürükleyen bir esnafa ‘Yahu bu ne böyle? Mesela Darülaceze’ye gitsen, paranı verip temiz temiz kurbanını kestirsen, istediğin kadar etini alsan, gerisini fakir fukaraya versen...’ diyecek oldum da, beni azarladıydı:
- Kan akacak kan, öyle olmaz o iş!
*
Cenazelere gelince...
Birinci şikayetim camilerden. Park edecek yer bulamazsın, böyle havalarda zatürree olmamak mümkün değildir, açıktasın ve illa ayazdasın. (Kalabalık cenazeler için düşünülmüş cami projemi biliyorsunuz, iki kere yazdım.) Etrafında dönen dilenciler, yok çiçek taşıdım, yok çelenklerdeki isimlerin listesini yaptım diye senden, en acılı gününde, para koparmaya çalışan bir sürü çakal. Akılalmaz bir düzensizlik. Her kafadan bir ses, herkes cenaze kaldırma ustasıdır emirler verir. Kaldır, indir, oradan tutma, baştan gir, hooop düşüreceksiniz, Ahmet, Ahmet gel babanın tabutunu taşı oğlum...
Kabristan ayrı bir cümbüş. Pazartesi gittik işte. Vıcık vıcık çamur bir defa. Etraftaki mezarları çiğneyenleri mi istersin, mermerlerin üstüne tüneyenleri mi... Yine her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes cenaze kaldırma uzmanı. Kürekler, kazmalar, itiş kakış, başını tut, bu tarafa ver, Ahmet mezara in, hop ayağını tut, düşüreceniz lan cenazeyi... Ahmet mezarın içine atlar, çamurda kayar düşer, ayakkabısı içeride kalır, ayağındaki çorapla çamurlara basa basa son vazifesini yerine getirir, kiloludur bir daha yukarı çıkamaz, kazma sapı imdadına yetişir, herkes ucundan tutar çekiştirir, bağıranlar, imama, mezarcılara, cenaze sahibine neyi nasıl yapacağını buyuranlar..... O arada veledin biri seni yakalar ‘Abi mezara su döktüm be, abi be...’ Ulan oğlum şakır şakır yağmur yağıyor manyak mısın! Arabana atlayıp kaçana kadar on kişi ‘dualarla’ koluna yapışır, sevdiğini defnetmişsin, Allah belanızı versin diyemezsin...
Böyle mi olması gerekiyor? Yani dinimiz bunu mu emrediyor?
Herhalde değil...
E o zaman niye düzenlemiyoruz? Niye biraz medeni hale getirmiyoruz?