Paylaş
Vedat Milor’un Yunanistan hakkındaki bu son tespitini görünce, insan gülümsemeden, “Şimdi Yunanlar düşünsün” demeden geçemiyor tabii.
Vedat Bey notu kıt bir hoca. Yıllar yılı Türkiye’deki gastronomi dünyasını “fiyat-kalite” diye inletti.
Anlaşılan o ki bu kırbaçtan şimdi “suyun öte yanı” da nasibini alacak.
Döviz kurlarında bizim paramız kıymetliyken Yunanistan’da yemek yemek “dönüp de anlatılacak” bir meseleydi:
“Abi şu kadar kişi gittik, şu kadar yedik içtik, ödediğimiz para şu...”
Hakikaten de öyleydi.
Türkiye’dekiyle eşit parayı verseniz bile, aynı tabak deniz mahsullü makarna bir başka geliyordu önünüze. Türkiye’de içine göstermelik bir parça kalamar, iki küçük karides konulurken, Yunan tabakları balık hali gibiydi.
Bu yüzden de Türk sahillerinden tekneye binip sırf öğle ya da akşam yemeği için Yunan adalarına giden çoktu.
Bunun bir sürü sebebi var.
Daha önce de yazmıştım; yerine, adasına, işletme maliyetlerine kadar birçok etken giriyor işin içine.
Sonuç olarak bize en yakın Kos, Leros gibi adalardan başlayın, Mikonos gibi daha uzak adalara kadar şakır şakır Türkçe konuşan garsonlardan, Türk restoranlarında bile bulunmayacak çeşitlilikte rakı markası alternatiflerine kadar, “Türklere yönelik” servis anlayışı yer etmeye başladı.
Fakat şimdi belli ki bu da değişmiş. En önemli sebep artık paramızın Euro karşısında aynı alım gücüne sahip olmaması. Kısacası eskisi gibi “ucuz” gelmiyor Yunanistan.
Kim olduğumu biliyor musun
Daha önemli sebepse kendi alışkanlıklarımızı da oraya taşımamız. Vedat Milor bahşiş kültürümüze değinmiş en başta.
Bizde bahşiş kültürü zayıf. Bütün dünyada hesabın yüzde 10’u kadar bahşiş bırakmak genel kabul gören bir uygulamayken, biz ya bahşiş bırakmıyoruz ya da bırakıyorsak abartıp, bunu “desinler/görsünler/tanısınlar” diye veriyoruz.
Yani “beni tanısınlar ki bir dahaki sefere geldiğimde, arkadaşlarımın yanında kapılarda karşılanıp havamı atayım kafası”...
Yani bizde bahşiş, sıradan bir servis meselesi değil; bir prestij kozu. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” tavrının ilk adımı.
E müşterinin öncelikli talebi iyi yemek yerine “hürmet” olunca, hizmet veren de kendini ona göre şekillendirmeye başlıyor haliyle.
Yemeğini daha güzel sunacağına, adam pohpohlama, adam kayırma, rezervasyon önceliği gibi şeyleri öne çıkarıyor.
Geldiğimiz nokta:
Vedat Milor’un kampçısı...
At eti, sahte içki...
Plaka sıralamasındaki son şehrimiz 81-Düzce’nin ardından şehir sıralamayı pek seviyoruz.
Siyasi açıdan olmasa bile gastronomik açıdan Yunanistan’a doğru genişlediğimizin bir göstergesi Vedat Milor’un bu söyledikleri.
Ama oralara yayılırken kendimizden iyi şeyler götürüp onlardan da güzel şeyler mi öğrenip alıyoruz, orası biraz karışık işte.
Yakında Yunan lokantaları için “At eti çıktı” ya da “Sahte içkiden şu kadar kişi zehirlendi” gibi haberler duyarsak çok da şaşırmayalım yani.
Paylaş