Sahra Çölü’nde bir masala yolculuk
Dünyanın en büyük çölü olan Sahra, Afrika’nın kuzeyinde boydan boya uzanarak birkaç ülkenin sınırlarını kapsıyor. Daha önce Mısır’dan bu çöle girmiş ve ATV turu yapmıştım. Bu defa Batı Sahra’yı deneyimlemek için Fas’tayım. Şimdiye kadar İran’dan Ürdün’e farklı çöllere gittim ama bu bambaşka... Güneş batıp ay doğarken sonsuz kumların üzerinde biz çalıyoruz, Tuaregler söylüyor...
Fas Doğu’nun gizemli ülkesi... Görülecek pek çok kenti olmasına rağmen bu seyahati çöl odaklı planlıyorum. Çöl turları genelde Marakeş’ten ayarlanıyor. Turistlere oyun oynamayı seven bazı uyanıklar çöl turu diye Marakeş’e çok yakın olan Zagora’ya götürüyor. Zagora Çölü aradığınız şeyi vermiyor. Bizim aradığımız o sarı kumlar, uçsuz bucaksız kum tepeleriyle Sahra’ya, Cezayir sınırındaki Merzouga’dan giriliyor. Marakeş- Merzouga arası yakın değil. Sadece çöl turu için gidip araç kiralamayacaksanız Marakeş’ten üç gecelik turlardan almanız mantıklı olur. Çünkü yolunuzun üstündeki turistik yerleri geze geze gidiyorsunuz. Eğer bizim gibi araç kiralarsanız bu turu mutlaka Merzouga’dan alın, çok daha ucuz çünkü. Fas’a gitmeden önce Couchsurfing (Yerel halkın evinde konaklama) sitesinden açtığım ilana yüzlerce davet aldım. Bu mesajlardan biri Houssan’dan (Hasan)... Bizi bir gece ücretsiz misafir edip ertesi gün çöl turuna götürecek.
Atlas Dağları’nın kalbinde
Ben ve üç arkadaşım Hasan’la buluşmak için Marakeş’ten araç kiralayıp geze geze gidiyoruz. Genelde klasik rotaların dışına çıkmayı sevdiğimizden Atlas Dağları’nın tam kalbinden geçiyoruz. Ne yol var doğru düzgün ne de asfalt! Unutulmaz anlar yaşıyoruz. Hasan bize bir konum gönderiyor. Yollarda navigasyon sadece ön izleme gösteriyor ama yine de sağlıklı çalışıyor. Yoksa o karanlıkta yol bulmak çok zor. Hasan, Merzouga’a 3 kilometre uzaklıktaki Hassilabied Köyü’nden. Geze geze gittiğimizden Merzouga’ya vardığımızda saat gece yarısını geçiyor.
Kaldığımız yer çöle çok yakınmış meğer. Kerpiçten evin damına çıktığımızda dolunayın da sayesinde uzaklardaki kum tepelerini görebiliyoruz. Müthiş... Ertesi sabah uyanıp sokağa çıktığımda gece o evi nasıl bulabildiğimize hayret ediyorum. Ne yol var doğru düzgün, ne asfalt ne de bir sokak adı. Sabah saat 5’te başlayacak tur öncesi Merzouga’yı keşfe çıkıyoruz. Otel adı altında apartman daireleri, market adı altında bir köy bakkalı var. Kahvaltı ve akşam yemeği tura dahil olduğu için yanımıza sadece bolca su ve atıştırmalık alıyoruz. Küçük çantalarımıza sadece çölde gerekli olacak eşyamızı koyup çöle gitmek için yola çıkıyoruz.
Önce bir Mohammed bizi alıyor ve taksi dedikleri develerin yanına götürüp başka bir Mohammed’e teslim ediyor. Herkesin adı Mohammed. Develerin üstünde sallana sallana kum tepelerinin arasından ilerlerken kuma vuran gölgelerimiz ve biz çok güzeliz. Günbatımına kalacağımız ve öncesinde kumda board (tahta üzerinde kayma) yapacağımız alanda develerden iniyoruz. Bir tepenin en yüksek noktasından board’a oturup salıyoruz kendimizi kumlara. Güneşin batma anına kadar da kumlarda yuvarlanıp duruyoruz. Neden bilmiyorum ama çölde olduğunuzda insanın canı hep kumlarda yuvarlanmak istiyor çocuk gibi. Ve beklediğimiz an geliyor. Muhteşem bir günbatımı yaşanıyor. Ardından yine develere binip yola koyuluyoruz. Artık lacivert saatler... Zamanda yolculuk yapmışım ve ‘Binbir Gece Masalları’nın içinde bir kervandayım gibi hissediyorum.
Dolunay doğarken...
Daha önceki çöl deneyimlerimde hep dolunaya denk gelmiş ve o anlatılan, yıldızları tutacak gibi olma hissini hiç yakalayamamıştım. Maalesef bu sefer de dolunay diye üzülecek gibi oldum ama meğer evrenin bana bir sürprizi varmış. Hiç çölde ay doğumuna şahit oldunuz mu? Kıpkırmızı, tabak gibi ay kum tepelerinin arasından yükselmeye başladığında gördüğümüz manzara karşısında nefesimiz kesiliyor. Bu manzaradan kopmak çok zor.
Gezginimiz Bahar Gündoğdu “Neden bilmiyorum ama çölde olduğunuzda insanın canı hep kumlarda yuvarlanmak istiyor çocuk gibi” diyor.
Akşam yemeğinden sonra Berberi Tuaregler geliyor ve müzik yapıyor. Onlar söylerken hep beraber dağıttıkları ritim aletlerini çalıyoruz. Sonradan çektiğim videoları izlediğimde o müzik dediğimiz gürültüde nasıl eğlendiğimize, hatta o gürültüye nasıl müzik dediğimize inanamıyorum. Ama o an dünyanın en güzel müziği olduğuna yemin edebilirdim. Çadıra çekildiğimde yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uykuya dalıyorum. Afrika’da Cezayir sınırında bir çölde, teknolojiden uzak bir hiçliğin ve sessizliğin içindeyiz...
Sabahın 4’ünde yine kalkıyoruz. Bu sefer de gündoğumu için kumlarda yuvarlanıyoruz. Ne soğukmuş öyle! Yanımda ne varsa giyiyorum. Halbuki ne hayaller kurmuştum. Ne fotoğraflar çekecektim.
Turu düzenleyenlerin en çok “Hadi” diyerek bizi koşturmamasını çok sevdim. Doya doya seyrettik çölü; fotoğraf çektik. Köye dönerken üstüm, başım, saçımın içi ve hatta kirpiklerim kum içindeydi ama çok mutluydum...