Ramazan geceleri
İftardan sonra sokaklar, caddeler, meydanlar fenerli fenersiz halk ile dolmağa başlar. Yaz ramazanlarında Fatih, Şehzadebaşı, Lâleli, Beyazit, Sultanahmet, Ayasofya, Mahmutpaşa, Eyüp, Yeni Sultan Camii, Sultan Selim Camii meydanlarının ağaç altları hınca hınç dolar, yatsı ezanına kadar çubuklar, nargileler, deve tüylü fincanlarla köpüklü kahveler içilir iftar keyfi çatılırdı.
Bu ağaç altı meydan kahvelerinin en meşhuru Aksaray'dan Lâleli Camii’ne giden yol üzerindeki Yeşil tulumba meydanı idi. Öyleki son zamanlarda işleyen atlı tramvaylar buradan geçmezlerdi. Çünki halk tramvay yoluna kadar iskemle atıp otururdu. Tramvayların önünde bir elinde küçük kırmızı bayrak bir elinde boru çalarak koşan vardacı buraya gelince tramvayla beraber irkilip dururdu. (İki atla çekilen bu tramvaylara iki at daha koşularak Aksaray'dan Beyazıt'a dört atla çıkarırlardı.)
Yatsı ezanı okununca kahveler tenhalaşır, halk teravih namazı kılmak için Camilere dağılırdı.
Çifte minareler Mahya kurmağa başlar. Minareden minareye gerilen halat üstünden makaralarla sarkıtılan kandillerle Mahya kurulurdu. Ramazanın başından onbeşine kadar (Merhaba ya şehrü ramazan) (Safageldin) (Bismillâh) (Maşallah) gibi yazılar yazarlar. Bu yazıların kaidelerini güzelliğini bozmadan muntazam dizerlerdi.
Mahya'cılık gayet ince bir sanat idi. Her kandilin makaralı ipine vurulan düğümlerin sayısına göre kandilleri istenilen şekilde sırasına yerleştirmek suretile sülüs veya celi bir yazı resmetmek kolay bir şey değildir. Çünkü mahyacı minareden mahya halatına kendilerini sallandırırken düğümlerin hesabını şaşırmamak zorundadır. Bir kandili bir düğüm eksik veya fazla salıverse mahya karmakarışık olur. Halbuki bu mahyalarda hiç bir zaman böyle bir hata görülmemiştir.
(Eski İstanbul Yaşayışı, Türkiye Yayınevi, 1946)