GeriSeyahat Portakallar çiçek açtı Tarsus kolonya kokuyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Portakallar çiçek açtı Tarsus kolonya kokuyor

Portakallar çiçek açtı Tarsus kolonya kokuyor

Ülkeler turist çekebilmek için marka ararken, biz elimizdeki markaları görmezden geliyoruz. Örneğin Türkiye’nin en önemli markası Tarsus. Akıllıca yapılacak bir tanıtımla tüm Hıristiyan dünyasının akın akın geleceği bu kutsal kent, şimdi sıradan bir ilçe görünümünde. Ne Aziz Paulus ne Yedi uyurlar ne Kleopatra’nın buraya gelmesi ne de damak çatlatan lezzetlerden kimsenin haberi var. Şubatın son haftasında, portakal çiçekleri açarken Tarsus’taydım. Şehrin üstüne kolonya dökülmüş gibiydi.

Bu hafta size, kendisini ölüme mahkum eden Romalı yargıca gururla, “ben dünyanın hiç de önemsiz olmayan Kilikya başkenti Tarsus’ta dünyaya gelmiş, bu şehrin öz evladı Yahudi Saulus’um” diyen Aziz Paulus’un (Pavlus) doğduğu kent Tarsus’u anlatmaya çalışacağım. Aslında anlatmaktan öteye geçip, böylesine değerli bir “markanın”, neden bir köşede tozlanmaya bırakıldığına isyanımı dile getireceğim.
Tarsus öylesine bir kent ki, Hıristiyan aleminde Kudüs kadar kutsal, bütün dünyada Mevlana’nın Konyası kadar hoşgörünün merkezi.
Böylesine muhteşem bir marka bir başka ülkenin elinde olsaydı, sanırım burası tüm Hıristiyan aleminin akın akın geldiği, kutsal merkez olurdu. Tıpkı Roma gibi, tıpkı Kudüs gibi. Belki de tüm anlaşmazlıkları sonlandıran anlaşmaların imzalandığı bir barış kentine dönüşürdü. Ne yazık ki Tarsus bizim markamız. Onun için bakımsız, unutulmuş, bir köşeye atılmış bir kutsal yer.
Aziz Paulus’a gelmeden önce, biraz Tarsus’ta dolaşalım isterseniz. Tarihine, coğrafyasına bakalım.
Yedi bin yaşındaki Tarsus’u ilk gördüğünüzde, benim gibi hayal kırıklığına uğrayacağınızdan hiç şüphem yok. Tarsus’un bugünü için; “kendi halinde, bir taşra kasabası (kenti)” tanımı yeterli olabilir. Ama geçmişine kulak verdiğinizde, dünle bugünün pek benzeşmediğini daha ilk fısıltılardan anlarsınız. Kaynaklarda, geçmişle ilgili öylesine çok şey anlatılır ki, tüm bunların gerçekliğine inanmakta şüpheye düşebilirsiniz.

LİDER KENT

İlçeye, sağlı sollu üzüm bağlarının arasından girilir. Bağlardan sonra ünlü portakal bahçeleri başlar. Göz alabildiğine uzanan portakal ormanı sizi şaşırtır. Benim gibi, oraya şubat sonunda, portakal ağaçları çiçek açtığında giderseniz, Tarsus’un üstüne kolonya dökülmüş sanırsınız.
İlçeye girdiğinizde ilk gözünüze çarpan, yenilenerek orijinalliği yok edilmiş Kleopatra Kapısı olacaktır. Söylenceye göre MÖ 41 yılında, Kleopatra, Romalı komutan Antonius ile buluşmak üzere buraya gelmiştir. Gözlükule höyüğünün olduğu yerde törenlerle karşılanmış, o zamanlar deniz kıyısında olan bu kapıdan kente girmiştir. Mısır kraliçesi, kentte girerken öylesine mağrur bir tavır takınmıştır ki, Antonius yanındaki diğer komutana, kısık sesle şunları söylemekten kendini alamamıştır: “Kraliçeymiş! Neymiş ki kraliçe? Çıkar üstündekileri, geriye çıplak bir kadın kalır.” Komutanın kulağına bu söylenenleri kim duyup da nakletmiş bilinmez ama tarih kitaplarına böyle kayıt düşülmüştür.
/images/100/0x0/55ea3b05f018fbb8f872ccac

Bakmayın siz bugün boynu bükük durduğuna, Tarsus tarih boyunca hep “lider kent” olmuştur. Hitit döneminde, Kizuvatna Krallığı’nın başkentidir. Daha sonra gelen Asurlular kentin adını, Tarzi olarak değiştirip kendilerine başkent yapmıştır.
Katmanları kazdıkça, görüntüye giren medeniyetlerin çokluğu insanı şaşırtır; Finikeliler, Suriyeliler, Rodoslular, Kıbrıslılar, İonyalılar... MÖ 612’de bölgeye gelen Persler de Tarsus’u başkent olarak seçmiştir.
Antik dönemin ünlü coğrafyacısı Strabon, kitabına Tarsus hakkında şu satırları düşmüştür: “Tarsos bir ovada uzanır. Argoslular tarafından kurulmuştur. Kent, Kydnos nehri tarafından ortasından ikiye bölünmüştür. Bu nehrin suları damar şişmesinden, sinirlerin gerilmesinden sıkıntı çekenlere iyi gelir. Tarsos’da halk kendini sadece felsefeye değil, aynı zamanda bütün öğrenim dallarına bağlamıştır. Kent bu konuda Athena’yı ve Aleksandria’yı geçmiştir. Aşağıda isimleri sayacağım filozoflar ve şairler doğuştan Tarsosludur: Antipatros, Arkhedemos, Nestor, Athenodoros, Caesar’ın hocası Kananites, Pluteades, Diogenes. Bize bu kentin bilginlerinin sayısını en çok Roma söyleyebilir. Çünkü orası Tarsoslular ile doludur.”
Tarsus’un ruhu onun için gururludur. Böylesine ünlü filozofu ve şairi doğurmak başka hangi kente nasip olmuştur ki? Sadece bunun için bile Tarsus çok önemli bir markadır. Ama onu değerini artıran, sadece bilginler değildir.

ANTİK CADDE

Bugünkü gelişigüzel yapılaşmaya bakıp da, geçmişin de öyle olduğunu sakın düşünmeyin, yanılırsınız. Geçmişin görkeminin en önemli kanıtı, 1993 yılında bir rastlantı sonucu ortaya çıkan “Antik Cadde”dir. Üstünde tekerlek izleri bulunan bazalt taşlardan yapılmış olan bu cadde, o dönemdeki medeniyetin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Örneğin caddenin iki kenarında bulunan iç bükey yağmur kanalları, bugün bile bir çok kent yolunda yoktur. Bu kanallar, yağmur suyunu ve diğer atıkları zeminin iki metre altındaki ana kanala yönlendirir. Bugünkü Tarsus’un hemen altında, böylesine gelişmiş bir mimarinin eseri olan geçmiş yatmaktadır. Bugün dünyada kaç tane, antik çağdaki görünümünü koruyan “Antik Cadde” vardır acaba?
Çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için zulme uğrayan, Hıristiyanlarca yedi, Müslümanlarca sekiz evliyanın sığındığı “Yedi Uyurlar” mağarası da buradadır. Her iki dince de kutsal sayılan bu mağara da “Tarsus Markası”nın önemli unsurlarından birisidir.

TARSUZ’SUZ PAULUS, PAULUS’SUZ HIRİSTİYANLIK OLMAZDI

Ama en önemlisi Aziz Paulus’tur. Esas adı Saulus olan bu Yahudi köle tüccarını anlatmadan önce, 2008’de Almanya’nın önemli gazetelerinden Süddeutche Zeitung’ta çıkan bir yazıyı okumakta yarar görüyorum:
“Ne olursa olsun Tarsus, Paulus’un doğum yeri. Bir diğer değişle, bu şehir olmasaydı, Paulus olmazdı. Ve elbette Paulus olmasaydı, Köln Kardinali Ve Başpiskopos Joachim Meisner’in de dediği gibi, dünyada ne kilise olurdu ne de Hıristiyan bir Avrupa. Hatta ne insanların haklarından söz edebilirdik bugün ne de Birleşmiş Milletler diye dünyaya egemen bir topluluktan...”
Paulus, doğuştan Hıristiyan değildir. O, Hıristiyanlığa geçen Yahudilere işkence yapan bir devlet görevlisidir. Gaddar bir köle tüccarıdır. Bir Şam yolculuğu sırasında, gece yarısı İsa, Paulus’a görünür ve onu Hıristiyan olmaya ikna eder. Ertesi sabah eski Paulus gitmiş, yerine bambaşka biri gelmiştir. Bütün malını mülkünü terk edip yollara düşer. Şehir şehir dolaşıp yeni inandığı dini yaymaya başlar. Kendini, kilise tarafından dışlanmış toplumlara adar. Onların azizi olur. Yaşamını adadığı bu dinin, bir kilise görevlisince ihbar edilir, Roma’da ölüme mahkum olur.
Friedrich Nietzsche ve Hannah Arendt gibi filozoflara göre, Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Paulus’tur. Onun yazdığı mektuplardaki hoşgörü mesajları, bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Bir mektubunda şöyle haykırmıştır: “Ne Yahudi vardır ne de Yunan. Ne köle vardır ne de onların sahipleri. Ne kadın vardır ne de erkek. Onların hepsi birdir. Çünkü Tanrı ayrımcılık yapmaz.”
Fransız filozofu Alan Bodiou, günümüz Fransasındaki ayrımcılık ve ırkçılık yandaşlarının, Paulus’un bu haykırışına kulak vermelerini ister. Bu haykırış Mevlana’nın “kim olursan ol yine gel” çağrısıyla aynı anlamı taşımaktadır.
İtalyan yönetmen Passolini, yazdığı senaryoda Paulus’un yaşam öyküsünü bugünkü dünyaya uyarlar. O senaryoda Paulus, hali vakti yerinde, faşistlere sempati duyan bir Fransızdır. Faşitlere destek olmak için, Franko dönemi Barselona’sına giderken birden değişir ve anti faşistlerin yanında yer alır. Sonra, tüm Avrupa’yı gezerek faşizm karşıtı eylemlere katılır. New York’ta bir ihbar sonucu yakalanır ve idam edilir. Bu hikaye senaryo olarak kalır, hiçbir zaman beyaz perdeye aktarılmaz.
İşte Tarsus’un çocuğu Paulus böylesine bir azizdir. Tüm bu öyküler, mesajlar, senaryolar kullanılıp, dünyanın dikkati Tarsus’a çevrilemiz mi? Tarsus, iyi çalışılırsa Türkiye’nin en önemli “markalarından” biri olabilir.
Eğer günün birinde Tarsus’a giderseniz, Antik yolda yürürken, Aziz Paulus Kuyusu’nun başında poz verirken, camların altındaki Paulus’un evinin kalıntılarını seyrederken tüm bu geçmişi düşünürseniz, bu ilçenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi kavrarsınız.
2008’de Vatikan’ın ilan ettiği Aziz Paulus Yılı’nı değerlendiremedik. Önümüzde Mersin’de düzenlenecek 2013 Akdeniz Olimpiyatları var. Acaba Tarsus bu bahane ile tüm dünyaya bir kez daha tanıtılır mı?
False