Phang-Nga’da James Bond Adası’nı görmeye gelenleri deniz çingeneleri ağırlıyor
Phang-Nga Körfezi, Çin Hindi’nden Hint Okyanusu’na doğru uzanan Malakka Yarımadası’nın doğu kıyısında. Andaman Denizi’ne açılan körfezde, hırçın dalgaların şekillendirdiği, kireç taşından 42 ada bulunuyor. Ulusal park ilan edilen körfez günümüzde Tayland turizminin en gözde bölgelerinden. Ankaralı Gezginler Grubu üyesi mimar Duygu Çeviker, körfeze gitti, izlenimlerini yazdı.
Ufak bir minibüsün içinde, nemden şıpır şıpır terlediğimiz sıcak bir günün sabahında Phuket’den yola çıkıyoruz. 1,5 saatlik yolculuktan sonra Sarasin Köprüsü yardımıyla adadan ayrılıp, Phuket’in 87 kilometre kuzeydoğusundaki Phang-Nga Körfezi’ne ulaşıyoruz. Phuket Adası ve Krabi arasında kalan bu bölge, ulusal park olarak 1981’den beri koruma altında.
Kıyıda bizi bekleyen uzun kuyruklu bir teknenin ahşap sıralarına oturuyoruz. “Bu tekneler, Tayland’ın güneyine özgü ulaşım araçlarıdır” diyor az önce ismini öğrendiğim rehberimiz Laddawan. “Denizin Kralları” diyorlar onlara burada. 10 metrenin üzerindeki boylarıyla büyük, motorlu kayıklar bunlar. Seyahat firmalarının broşürlerindekilere benzer güzel ve etkileyici görüntüler veriyorlar durgun suyun üzerinde.
YAĞMUR ORMANLARI DENİZE KÖK SALMIŞ
Tekne önce dar bir koyda ilerliyor ve subasar ormanlar beliriyor sağımızda solumuzda. Tuzlu suya adapte olmuş bu ağaçların kökleri toprağın içerisinde değil, tam aksine dışarıda duruyor, suyun üzerinde. Denizin gelgit durumuna göre kimi zaman suyun altında kalıyorlar, kimi zamansa üzerinde. Dünyadaki tropik ve yarı tropik sahil şeritlerinin dörtte birini kaplayan bu bölgelere “denizin yağmur ormanları” adı veriliyor. 60 milyon yıldan beri çok az değişmiş olan bu ormanlar, denizle kara ve vahşi doğal yaşamla insanlar arasında bir sınır oluşturuyor.
Biraz daha ilerliyoruz. İlerledikçe subasar ormanlar yavaş yavaş uzaklaşıyor bizden. Görünmez oluyorlar. Kıyıdan uzaklaşınca, manzara değişiyor bir anda. Bu defa denizin ortasından, sığ suların içlerinden kayalar fışkırmaya başlıyor gökyüzüne doğru. Parça parça onlarca adacık var, göz hizamız boyunca. Üzerlerinde güneş ışınları oynaşıyor. Her birinin tepesinde küçük birer yağmur ormanı varmış gibi. Kireçtaşından küçük kayacıklardan bazıların yüksekliği 300 metreye ulaşıyor. Parça parça ama bir anda ortaya çıkıveren yüzlerce metre yüksekliğinde dağlar gibiler. Kimisi o kadar yaşlı ki, 130 milyon yıl önce oluşmaya başlamış. Kimisinin içlerindeyse yerlilerin “oda” anlamına gelen ve “hong” diye adlandırdıkları oyuklar var. Denizin gelgit durumuna göre bazen suyun altında kalıyor bu oyuklar, bazense üzerinde. Bazen içinden geçmek mümkün oluyor, bazense sadece uzaktan izlemekle yetiniliyor. 400 kilometrekarelik bu alanda, yüzlerce farklı kuş, balık türü, sürüngenler ve onlara ev sahipliği yapan 42 muhteşem ada bulunuyor.
BAYRAK ADASI’NDAKİ DENİZ ÇİNGENELERİ
Phang-Nga Körfezi’nde, üzerinde yerleşim olan az sayıdaki adadan biri Koh Phan Yee. Genellikle öğle saatlerinde, küçük balıkçı kasabasında, denizden az önce tutulmuş taptaze balıkların ve karideslerin tadına bakmak için ziyaret ediliyor bu ada. En büyük özelliği evleri. Karayla hiçbir bağlantısı olmayan, denizin içindeki bambu direklerin üzerine kurulmuş ilkel evler var etrafımızda göz alabildiğince. Bir adadayız ama bu adada kumsal yok, ulaşım için kayıklar dışında herhangi bir taşıt yok, hatta yürümek için bir yol bile yok. Sadece direkler ve bambu iskeleler.
200 yıl önce Endonezya’nın Java adasından göç eden iki ailenin soyundan geldiğine inanılan 200 kadar aile yaşıyor günümüzde burada. Deniz çingeneleri (Chao Leh) yaklaşık bin 500 kişilik bir topluluk. Ortak noktaları ise, hepsinin bir şekilde Toh Baboo adındaki balıkçıyla bağlantılı olması.
Kim mi bu Toh Baboo? Çok cesur, maceraperest bir balıkçı. Bir sabah küçük teknesine atlamış, yaşamak için yeni bir yer bulmak üzere evinden ayrılmış. Kilometrelerce yol katederek bu küçük adacığa ulaşmış. Çevredeki sığ sularda yüzen balıkların hayal ettiğinden bile çok olduğunu görmüş. Bu sarp kayalığın en yüksek noktasına bayrağını dikmiş, adacığa Koh Phan Yee adını vermiş. Yani Bayrak Adası. İşte günümüzde adada yaşayan bu 200 ailenin tamamı ya Toh Baboo’nun ya da onun tanıdıklarının soyundanmış.
Teknemizin durmasıyla birlikte ahşap basamakları tırmanarak iskelenin üzerine çıkıyoruz. Bir iskeleden diğerine atlıyoruz. Direklerin üzerine kurulu evlerin arasından geçiyoruz. Buram buram kurutulmuş balık ve karides kokuları geliyor her birinden. Nefes almak çok zor. Üzerine bastığımız tahtaların aralarındaki büyük açıklıklardan, altımızdaki sığ suyun içinde oynaşan balıkları görüyoruz. Aynı zamanda kanalizasyon olarak da kullanılan yaklaşık beş metre aşağıdaki bu suyun içinde, köylüler hem kendilerini temizliyor, hem de evlerini. Öğle ve akşam yemeklerini çıkarıyorlar. Turizmle birlikte yegane geçim kaynağı olan bu su, onlara hayat veriyor. Balık veriyor. Ve yaşama amacı veriyor.
Biraz daha ilerliyoruz. Deniz çekilmiş; şimdi evlerin altındaki suların yerini çamur, balıkların yerini ise “çamur kaya balıkları” denilen ayaklı balıklar ve yengeçler almış. Çamurun üzerinde yürüyorlar hep birlikte.
İlerledikçe iskelelerin, köprülerin üzerine yerleştirilmiş saksılarda, her renkten çiçeklerle karşılaşıyoruz. Kafeste kuşlar, papağanlar görüyoruz. Bir evi ev, bir köyü de köy yapan her detay gözümüzün önünde. Evlerin kapıları ardına dek açık. Üstelik hiç kapatılmayan bu ahşap kapılarda anahtar deliği, kilit yok. İçeride, yere uzanmış kadınlar kapıdan gelip geçenleri umursamıyor. Ortada tüm yaşamları. Kendileriyle, dostlarıyla paylaştıkları gibi, bizimle de paylaşıyorlar hayatlarını. Çalışırken, yemek yerken ve hatta yatarken...
BUDİST ÜLKEDE EZAN SÜRPRİZİ
Uzaktan Tayca bir şarkı sesi duyuluyor. Yürüye yürüye yaklaşıyoruz sese doğru...
Şimdi bir avludayız. Bir ilkokulun denize bakan avlusu burası. Üzerlerinde İngiliz futbol takımlarının formaları olan 6 - 7 yaşlarındaki mini mini çocuklar var bahçede. Dans ediyorlar birlikte.
Bırakıyoruz çocukları avluda ve tekrar kayboluyoruz labirent gibi yollarda. Koku azaldı mı, yoksa artık burnumuz mu alıştı bilemiyoruz. Derken, dünyanın bu bölgesinde hiç umulmayan başka bir sesle daha karşılaşıyoruz bir anda. Tanıdık, bildik bir ses bu, uzaktan ve derinden gelen: Ezan sesi. Nereden geliyor diye bakınırken anlıyoruz ki, vatandaşlarının yüzde 95’inin Budist olduğu bir ülkedeki küçük bir Müslüman köyü burası. Ve köyün tam ortasındaki ayakları yere basan birkaç yapıdan biri olan camiden geliyor bu ses.
Köydeki bütün erkekler o tarafa doğru ilerlemeye başlıyorlar sıra ile. Biz de o tarafa ilerliyoruz onlarla birlikte.
Kadınları görüyoruz yine yürürken, kapısı ardına dek açık evlerin içinde. Artık yatmıyorlar, yere serdikleri bir kilimin üzerinde bu defa namaz kılıyorlar. Ve bunu da paylaşıyorlar bizlerle. Yine hiç rahatsızlık duymuyorlar. Yokmuşuz gibi, hiç gelmemişiz gibi, orada değilmişiz ve belki de hiç olmamışız gibi davranıyorlar.
Yavaşça uzaklaşıyoruz yanlarından. Bu büyülü anı bozmaktan korkarak sessizce adayı gerçek sahiplerine bırakıyoruz. Laddawan’la selamlaşıp, teknemize biniyoruz. Direklerin üzerindeki evler gittikçe küçülüp görünmez oluyor. Batmakta olan güneş, çevreyi kızıla boyuyor. Gerçek ve rüya birbirine karışıyor. Ve geriye sadece ilerlemekte olan teknemizin motor sesi kalıyor...
İSMİ BÜYÜK, KENDİ KÜÇÜK ÇİVİ ADASI
Phang-Nga Körfezi’ndeki adacıklar arasında biri var ki, tüm dikkatleri ilk o üzerine çekiyor, tüm Tayland rehberlerinde daima onun adı geçiyor. Koh Khao Phing Kan Adası’nın yanındaki, Koh Tapu ismindeki adanın bu derece ünlü olup, günde binlerce ziyaretçiyi ağırlamasının nedeni ne çevresini saran kristal berraklığındaki suyu ne olağanüstü doğası ne de muhteşem plajları. Tam tersi adanın turist rehberlerinde yer almasının en büyük sebebi, yakışıklı mı yakışıklı bir İngiliz gizli ajanı: Bond, yani James Bond...
1974’te Roger Moore’un oynadığı, bir James Bond klasiği olan “The Man With The Golden Gun” adlı film çekilmiş burada. Kimilerinin görünce hayal kırıklığına uğradığı ve “aaa bu muymuş” dediği küçük adanın ismi, işte o gün bugündür James Bond Adası’na dönüşmüş. Halbuki Çivi Adası anlamına gelen Koh Tapu’nun ismini alışı, James Bond’dan çok öncelere dayanan eski bir efsaneye uzanmaktaymış.
Bir zamanlar Phang-Nga Körfezi’nde avlanan bir balıkçı varmış. Bu adam çevresinde, her zaman çok balık tutmasıyla tanınırmış. Fakat bir gün ağını denizden çektiğinde, üzerinde tek balık bile olmadığını görmüş. Oynaşan balıklar yerine sadece küçük, paslı bir çivi duruyormuş. Öfke içinde elindeki bıçakla çiviye vurmuş. Çivi denize düşmüş, kuma saplanmış ama kafası suyun üzerine çıkmış. Ve işte tam o noktada bugün hayranlıkla seyrettiğimiz bu küçük adacık belirmiş.
Yanyana iki adadan meydana gelen Koh Khao Phing Kan, kelebek şeklindeki büyük ada ile yanındaki 20 metre yüksekliğinde bir kayacık olan Koh Tapu’dan meydana geliyor. Sıra sıra duran onlarca hediyelik eşya satıcılarını ve James Bond’un peşindeki turist kalabalığını dikkate almazsanız eğer, küçük patikada yürüyüp sahilin üzerindeki kayalıklarda kendinize sakin bir köşe bulup karşınızdaki Koh Tapu’yu seyretmekten büyük zevk alırsınız. Ve Phang-Nga Körfezi’ndeki en çok fotoğrafı çekilen bu adayı bir kez de siz fotoğraflamanın keyfini yaşarsınız.