GeriSeyahat Pasifik kıyısında özel bir ün
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Pasifik kıyısında özel bir ün

Pasifik kıyısında özel bir ün

Başkent Santiago’ya 120 kilometre uzaklıkta bir liman kasabası Valparaiso. Nobelli şair Neruda’nın evinin bulunduğu sayfiye yeri doğası ve yapıları nedeniyle görülmeye değer. Yanı başındaki Vina del Mar ise saray gibi köşkleriyle tanınıyor. Okurumuz Selin Ekim yazdı.

Valparaiso’ya gitmek üzere sabah erkenden yola çıkıyoruz. Çok keyifli bir yolculuk bizi bekliyor. Yolumuz dünyaca ünlü Şili şaraplarının üretildiği bağlardan, yani Casablanca Vadisi’nden geçiyor. Yol boyunca göz alabildiğince uzanan bağları, şaraphaneleri ve şirin bağ evlerini izleyerek ilerliyoruz. Dönüşte uğrayacağımız, vadinin en leziz şaraplarından bazılarını üreten Casas del Bosque’yi de görüyoruz. Ancak rezervasyon saatinden önce içeri girmemiz mümkün olmadığı için heyecanımızı öğleden sonraya erteliyoruz. Bu keyifli yolculuk sonrası 1,5 saatin nasıl geçtiğini anlamadan Valparaiso’ya varıyoruz.
1800’lerde Güney Pasifik’in en büyük limanı olan Valparaiso yamaçlara kurulmuş. Dolambaçlı, dik sokakları, rengarenk evleri, sömürge mimarisi yapılarıyla bizi karşılayan şehre adımımızı attığımız anda etkileniyoruz. Ülkemizden çok uzaklarda, kendimizi bu denli evimizde hissetmemizi sağlayan bu şehri ilk bakışta seviyoruz.

BİRBİRİNDEN GÜZEL DÖRT ASANSÖR

2003’te UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Valparaiso’yu gezmeye Echaurren Meydanı ve Serrano Caddesi’nden başladık. Cerros Alegre’den limanın etkileyici manzarasını izledik. Sotomayor Meydanı ve sonrasında burada bulunan Asansör Espiritu Santo ile şehrin en renkli bölgesi Bella Vista’ya geçtik. Şirin sokaklarda epeyce gezindik. Nobel ödüllü şair Pablo Neruda’nın Şili’deki üç evinden biri olan La Sebastiana’yı ziyaret ettik.
Valparaiso’dan söz ederken asansör ve troleybüsleri atlamamak gerekiyor. Dik yamaçlara kurulu şehrin en önemli toplu ulaşım araçları bunlar. Benzerlerini geçmişte Lizbon’da da gördüğümüz bu asansörler, limandan evlerin bulunduğu yamaçlara çıkmak için en kolay ve ucuz ulaşım araçları. 1883 ile 1912 yılları arasında yapıldığını ve tümünün hâlâ kullanıldığını öğrendiğimizde hayli şaşırıyoruz. Asansör Concepcion şehrin ilk füniküleri, Asansör Polanco güzel resimlerle süslü, Asansör Baron ilk elektrik motorlu füniküler, Asansör Espiritu Santo ise rengarenk evlerin, grafitilerle dolu dolambaçlı sokakların bulunduğu Bella Vista bölgesine açılıyor. Bu nedenle dördünü de görmenizi öneririm. Asansörler gibi yeşil renkli şirin troleybüsler de güzel şehrin alametifarikalarından. Dünyada hâlâ kullanılan en eski troleybüsler burada. Pinochet döneminde kullanımı kesintiye uğramış olsa da, günümüzde birkaç hat çalışmaya devam ediyor.
Valparaiso‘nun geçmişi deprem acılarıyla dolu. Binalarda sıklıkla görünen çatlaklar bizim gibi aynı kaderi paylaşanların dikkatini daha çabuk çekiyor sanki. 2010’daki depremin 8.8 şiddetinde olduğunu ve yaklaşık 3 dakika kadar sürdüğünü duyduğumda dehşete kapıldım. Deprem ve ardından oluşan tsunami ile yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş. Bu deprem Şili tarihindeki ne ilk ne de sonuncusu olacak...

BAĞLAR ARASINDA YAVRU SARAYLAR

Valparaiso’dan karayoluyla 10 dakikada Vina del Mar’a ulaşıyoruz.
1874’te kurulan yerleşim sömürge döneminde bağlar, çiftliklerle doluymuş. Valpariso 1906’da 8.2 şiddetindeki depremle yerle bir olunca zenginler buraya taşınmış. Semt değişmeye başlamış. Vina, yamaçlara kurulu Valparaiso’nun aksine dümdüz bir alanda. Bu nedenle zenginler arasında Fransız tarzı, geniş bahçeli, şık saraylar inşa etmek moda olmuş. Bugün Vina, Şili’nin “Bahçeler Şehri” diye anılıyor. Kelime anlamı “Deniz kıyısındaki üzüm bağları” olan Vina del Mar süslü bahçeleri, mükemmel plajları ve geniş bahçeli saray evlerin dönüştürüldüğü müzeleriyle harika bir sayfiye şehri.
Eski saraylardan dönüştürülenlerden biri olan Arkeoloji Müzesi Francisco Fonk’un girişinde bizi hoş bir sürpriz karşılıyor: Paskalya Adası’ndaki Maoi adlı ünlü taş heykellerden biri bu müzenin bahçesinde sergileniyor. Adadaki heykeller öyle büyük, öyle çok ve öyle esrarengiz ki, rehberimiz Jordge’nin de anlattıklarıyla merakımız iyice büyüyor ve Paskalya’yı seyahat planlarımıza eklemeye karar veriyoruz.
Göz alabildiğince uzanan kumsalı, masmavi okyanusu ve dalgalarla yarışan sörfçüleri arkamızda bırakıp Vina del Mar’dan ayrılıyoruz.
Santiago’ya dönmeden önce yolda Vina Casas del Bosque’ye giriyoruz. Bağ turu, şarap tadımı ve ardından bağ evinin ödüllü restoranında yemeğimizi yiyoruz. Buranın güzelliğini, keyfini kelimelerle aktarmakta zorlanıyorum. Seyahat etmeyi seven herkesin yolunun buraya düşmesini diliyorum.

Yapmadan dönmeyin

* Şili’nin nefis kokteyli “Pisco Sour”u tadın.
* Bella Vista’da haritayı bir kenara bırakıp renkli sokakları keşfedin.
* Asansörlere binin.
* Casablanca Vadisi’nin nefis şaraplarını tadın.
* Uygun fiyatlı ve leziz deniz ürünlerinin tadını çıkarın.
* Vina Casas del Bosque’de zamanın nasıl durduğunu hissedin.
* Vina del Mar’da kumsalda yürüyüş yapın, sonra okyanus kıyısında oturup Pablo Neruda’nın “Yavaş yavaş ölürler, seyahat etmeyenler” dizeleriyle başlayan şiirini okuyun…

False