Otobüs değil Medrano sirki
Bolivya'nın başkenti La Paz'ın arka sokaklarından birinde kaldırıma oturmuş, beni Amazon bölgesindeki Rurrenabaque kasabasına götürecek otobüsün kalkmasını bekliyorum. İki saattir buradayım ama Güney Amerika'da otobüslerin zamanında kalkmamasına alışığım.
Yazıhanenin önündeki kalabalık giderek artıyor. Dükkanlarının önüne attıkları sandalyelere yapışmışçasına oturmuş insanlar, otobüsün yerleştirilmesini izliyor... Muavinler kocaman kolileri, sırt çantalarını, denkleri, çuvalları bağıra çağıra otobüsün üzerindeki bagaja yerleştiriyor. O kadar çok eşya var ki, otobüsün üzeri küçük bir tepeyi andırıyor. Muavinlerin bağırışı, seyyar satıcıların gürültüsüne karışıyor. Naylon poşetlerin içinde etli pilav, meyve suyu, kızarmış patates, haşlanmış mısır satanlar, sokağın her yanından yükselen hareketli Latin müzikleri...
ADIM BAŞI KONTROL
Nihayet otobüsü yerleştirme işi başarıyla bitiriliyor ve 2.5 saatlik bir rötarla yola koyuluyoruz. Ayakta ya da koridora yerleştirdikleri koca sandıklar üzerinde seyahat edenlerin yanısıra, otobüsümüz adeta bir hayvanat bahçesini andırıyor. Yolcular arasında bir domuz yavrusu, iki papağan ve bir koli de tavuk var. Papağanlarla kısa sürede samimi oluyoruz. Onlara Türkçe birkaç kelime öğretiyorum.
Yola çıktıktan birkaç saat sonra askerler tarafından durduruluyoruz. Yine kontrol noktalarından birine gelmiş olmalıyız. Eşyalarımızı otobüste bırakıp aşağıya iniyoruz. Askerler, narkotik polisle birlikte otobüsün içinden bagajına her yeri kontrol ediyor. Turistlerin sırt çantaları açılmıyor ama zaten iki saatte yerleştirilen koli ve çuvallar tek tek elden geçiyor... Ekvador, Peru ve Bolivya'da özellikle Amazon bölgesine ve sınıra yakın yollarda, uyuşturucu ya da pasaport kontrolü için sık sık durduruluyoruz. Çünkü kokainin hammaddesi kokanın yetiştiği Amazon ormanları, uyuşturucu üretimi ve ticaretinin en yoğun olduğu bölgelerden biri.
TAVUKLARI KURTARDIK
Sabahın ilk ışıklarıyla adeta dere yatağını andıran bir yolda Amazon'un derinliklerine doğru ilerlediğimizi farkediyorum... Gece bir köy kahvesinde verdiğimiz 20 dakikalık mola dışında, 12 saattir yoldayız... Otobüs çok havasız. Delice yağan yağmurun arada bir dinmesinden yararlanıp pencereyi açıyorum. Dışarıda nemli, yapış yapış bir sıcak var. Sivrisinekler de cabası. Bir an önce bu azap verici yolculuğun bitmesini beklerken, yanımdaki sırada oturan kadınlardan biri bağırmaya başlıyor: ‘‘Mi pollo, mi pollo’’ (Tavuklarım... Tavuklarım...)
Onunla birlikte iki kişilik koltuğa sığışmaya çalışan üç küçük çocuk ve bir kadın da paniğe kapılıyor. Kadınlar, ayaklarının dibindeki koliden beş tane tavuk çıkarıyorlar... Tavuklarından ikisi sıcak ve havasızlıktan ölmüş. Bu arada kadınlarla tavukların arasında ezilmekte olan üç çocuk, geri kalan üç tavuğu yaşatma derdine düşen kadınların umurlarında değil. Kadınlardan biri ayağa fırlayıp, soluğu şoförün yanında alıyor...
‘‘Tavuklarım, ölüyor. Durdur şu otobüsü...’’
O sırada bir dereden geçmekte olan otobüs, suyun ortasında duruveriyor. Kadın elindeki pet şişeyle aşağıya inip, dereden su dolduruyor ve koşarak tavuklarının yanına geliyor. Koltukta iki büklüm olmuş çocukları iterek tavukları kapıyor ve üzerlerine bir şişe suyu boşaltıveriyor. Tavuklar biraz kendine geliyor... Tavukların yaşatılması operasyonu başarıyla tamamlanınca, hepimiz rahat bir nefes alıyoruz. Zaman zaman derelerden, zaman zaman da bataklık alanın üzerine yerleştirilmiş ince kalasların üzerinden geçerek, iki saat sonra Rurrenabaque'ye ulaşıyoruz...
YOLCULUK KONSERLERİ
Güney Amerika'da otobüsle yolculuk yapmak başka bir dünyaya adım atmak gibi... Kırmızı, sarı, yeşil, mavi her renkte, eski model otobüslerle seyahat, Latin Amerika'nın renkli dünyasına da yolculuk etmek demek.
Özellikle de şehirlerarası yollarda... Ellerinde horozları, domuzlarıyla otobüse binen yerliler... Kulaklarımızı tırmalayacak denli yüksek sesle çalan müzik... Videoda mutlaka bir şiddet ya da bilim kurgu filmi... Adım başı yolcu almak için durduğunda otobüsün içine akın eden satıcıların bağrışmaları... Palyaço kılığında otobüse binip küçük skeçler sunarak, şarkılar söyleyerek para kazanmaya çalışanlar... Bütün bu karmaşayı izlemek ayrı bir keyif. Asıl keyifse yerlilerin otobüs ya da trenlerde verdiği küçük konserler.
Latin Amerika'da her ülkenin otobüs ve yol hikayesi farklı... Özellikle Peru'da yol kenarlarında hep haç işaretiyle karşılaşıyorum. Önce bunun koyu katolik inançlarının bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Ama sonradan ölümlü trafik kazalarının olduğu yerlere dikildiğini öğreniyorum. Trafik kazası istatistiklerini yansıtan bu haç işaretlerine neredeyse her kilometrede rastlıyorum. Peru trafik kazalarında Türkiye'yle yarışıyor.
Ekvador, Peru ya da Bolivya farketmiyor; Yolda ne benzin istasyonu ne de mola noktaları var... Çoğu zaman otobüs dağ başında duruyor. Yolcular inip doğada bulabildikleri kuytularda tuvalet ihtiyaçlarını gideriyorlar... Ben dahil bütün kadınlar gelecek kasabaya kadar dayanmayı tercih ediyoruz.
Uzun yolculukların en hoş yanlarından biri de yolda kurulan dostluklar... Ya bir seyyahla yolculuk sohbetleri yapıyoruz ya da yanıma oturan yerliler tarafından Türkiye'yle ilgili soru yağmuruna tutuluyorum. Ama bazen bu sohbetler sıkıcı bir hal alabiliyor. Amerikalı bir seyyah bana maço erkeklere karşı rahatsız edilmeme taktiği öğretiyor. ‘‘Yalnız mısın?’’ diye sorduklarında ‘‘Ailem ya da erkek arkadaşım beni istasyonda karşılayacak’’ dediğim anda onlar için cazibemi kaybediyorum.
Yalnız kalmak zor
Gördüğüm güzellikleri ya da yaşadığınız sıkıntıları biriyle paylaşamamak... Üstelik beş ay boyunca... Ama korktuğum başıma gelmedi. Quito'da iki hafta boyunca gittiğim İspanyolca kursundan arkadaşlarımla, kentten ayrıldıktan sonra And dağlarında yaptığım bir tren yolculuğunda yeniden karşılaşıyorum. Chimbrazo volkanı eteklerinde trenin üstünde başlayan yolculuğumuz sekiz saat sonra Pasifik kıyısındaki muz bahçeleri arasında kurulmuş Bucay kasabasında son buluyor. Vedalaşıyoruz.
Bir süre yola yanlız devam ediyorum. Ama bu kez Chimbrazo'da otelde aynı odada kaldığım Amerikalı Karen'le Ekvador'un güneyindeki Cuenca ve Vilcabamba'da yeniden karşılaşıyorum. Peru ve Bolivya'da karşılaştığım bazı seyyahlarla rotamız aynı olduğu için bazen bir hafta birlikte seyahat ediyoruz... Ekvador'da karşılaştığım Kaliforniyalı arkadaşımla Cuzco'daki otelde birbirimize rastlıyoruz. Ve dağların arasındaki kayıp Inka kenti Macchu Picchu'ya dört günlük bir yolculuk yapıyoruz.
Böylece hem yalnız, hem de kalabalık seyahat etmenin avantajlarını öğreniyorum. Yalnız yolculuklarda tek başınıza olduğunuz için yerli halkla daha rahat ilişki kurabiliyorsunuz. İki kişi ya da daha kalabalık seyahat ediyorsanız, daha çok kendi arkadaş grubunuza dönüyorsunuz. Ama diğer seyyahlar sayesinde, bir yandan Latin Amerika kültürünü tanırken, diğer yandan da dünyanın farklı ülkelerinden gelenlerin bakış açılarını ve kültürlerini tanıma fırsatınız oluyor.
İsrailliler akın ediyor
İsrailli turistler, Güney Amerika'nın adeta müdavimleri. Yolculuğum boyunca sürekli İsrailli genç gruplarla karşılaşıyorum. Kızlar ve erkekler zorunlu askerlik görevlerini yerine getirdikten sonra, üniversiteye gitmeden önce bir yıllarını seyahate ayırıyor.
Ucuz olduğu için Asya'ya ya da Latin Amerika ülkelerine gidiyorlar. Onları çuval biçimindeki cepsiz sırt çantalarından tanımak mümkün. İsraillilerin akınından Latin Amerikalılar da yararlanmayı biliyor. Her yerde, İngilizceden çok İbranice yazılar var. Tur broşürleri, restoranların mönüleri, hatta tabelalar... İbranice konuşan rehberlere bile rastlamak mümkün. İsrailli genç seyyahlar otellerde ve turizm şirketlerinde bıraktıkları not defterleriyle birbirlerine yol gösteriyorlar.
Bu defterler, diğer seyyahlar tarafından İbranice yazılmış önerilerle dolu... Kaliteli ve ucuz oteller, lokantalar ve rehber kitaplarda bile yer almayan ilginç mekanlar... Pazarlık yapma konusunda da çok yetkinleşen İsrailliler bu konuda Latin Amerikalıları örgütlemeyi bile başarmışlar. Latin Amerika'da İsrailliler için daha ucuza özel turlar ve geziler bile var.Yolculuklardaki asıl keyif yerlilerin otobüs ya da trenlerde verdiği küçük konserler.
Ekvador'un Riobamba kentinden kalkan antika trenin üstünde seyahat etmek bir gelenek. Gün doğarken Chmibraso volkanı eteklerinden başlayan yolculuk, saatte 30-40 km. hızla, 12 saat sonra Pasifik kıyısındaki Guayaquil'de son buluyor.