Orson Welles’e ilham veren Fas kenti Essaouira
Essaouira, Atlas Okyanusu kıyısında 70 bin nüfuslu bir balıkçı şehri. 1952’de, Orson Welles’in Othello filminin açılış sahnesinde görünce gezginlerin ilgisini çekti. Portekizlerin yaptığı kale ve surlar sayesinde, 2001’de, en iyi 18’inci yüzyıl sur içi yerleşimlerinden biri olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi. Fotoğrafçı Handegül Toker ve Melda Kurt geçen ay Fas gezisi sırasında kente uğradı. Şehrin günlük hayatını fotoğrafladı. İzlenimlerini Hürriyet Seyahat için yazdı.
Atlantik Okyanusu kıyısında uzanan, şirin, romantik, otantik bir kent Essaouira. Tarihi bölgesini oluşturan Medine’si surlarla çevrili. Şehrin birbirini dik kesen sokakları, beyaz badanalı mavi çerçeveli binaları, geçmişin tüm ayrıntılarını koruyor. Müdahale görmediğinden doğal doku bozulmamış. Suklarda (çarşı) sağlı, sollu hediyelik eşya dükkanları sıralanmış. Bembeyaz boyanmış mavi panjurlu evlerin içlerini görmek mümkün değil. Pencereler sur duvarlarıyla orantılı olarak yüksek yapılmış çünkü. İnce, uzun, dar sokaklarında dolaşırken Afrika, Berberi, Arap müziklerinin ritimleri eşliğinde zaman içinde bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Sanat galerilerinde sergiler gezebilir, otantik berberi evlerinde konaklama yapabilir, yüksek duvarlı göğe uzanan dar sokaklarında müzik dinleyip, kafelerinde soluklanabilirsiniz. Kafelere uğrayan geleneksel kıyafetlerdeki müzisyenler hem müzik yapıyor hem dans ediyor.
FENİKELİLER KURMUŞTU
Essaouira, MÖ 7’inci yüzyılda Fenikeliler tarafından keşfedilmiş. Kıtanın haritasını çıkarmak isteyen gemiciler, Kuzey Afrika kıyılarına yanaşıp, bu kenti kurmuş. Bölgenin ikinci hakimi Romalılar. Onları Portekizliler izliyor. 15’inci yüzyılda kenti ele geçirdiklerinde Mogador ismini veriyorlar. Bu arada pek çok köprü inşa ediyorlar. Kent daha sonra Araplara geçiyor. Bugün Essaouira’ya özgün kimliğini veren binaların çoğu Sultan Muhammed Bin Abdullah tarafından Fransız bir mimara restore ettirilen yapılar. Sultan bu çalışmanın sonucundan öyle memnun kalmış ki şehre “iyi tasarlanmış” anlamındaki Essaouira ismini uygun görmüş.
Bu dönemde şehir, ticaret yolları üstündeki stratejik önemini yitirdi. Yerini Agadır sehri aldı. Ancak bir süre sonra, ülkedeki güç dengeleri değişti. Agadır Limanı kapatıldı. Ticaret yine Essaura Limanı’ndan devam etti. Kent 1912’de Fransızlar’ın eline geçiyor. Tekrar Mogador adını alıyor. 1956’da bağımsızlığını kazanan halk yeniden eski isme dönüyor.
70 bin nüfuslu Essaouira, keşfedilmeyi bekleyen egzotik bir balıkçı şehri. Medina bölümü UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Burada her haziranda Gnaoua adındaki etnik grup müzik festivali düzenliyorlar. Atlantik kıyısındaki bu sessiz sakin kent birden cıvıl cıvıl bir müzik platformuna dönüşüyor. Şehir nüfusunun önemli bölümü Müslüman. 30 bin nüfuslu Müslümanları, altı bin nüfuslu Yahudi izliyor. Şehir zamanla Timbuktu ve Avrupa arasında iyi bir bağlantı noktasına dönüştü.
GÖZ ALABİLDİĞİNE KUMSAL
Kentin sahiline inip çevrenize baktığınızda ilk dikkati çeken göz alabildiğine uzanan kumsallar, Atlantik Okyanusu’nun sonsuzluğu. Kentin en uç noktasında bir kale (Skala De La Ville) yükseliyor. Portekiz hakimiyetinin simgesi olan kale kentin en güzel yerine yerleşmiş. Çarşıların, dar sokakların, ritmik müziklerin, yerel kıyafetli halkın arasından geçerken 18’inci yüzyılı yaşıyorsunuz. Yol sizi geniş bir meydana çıkardığında bu harikulade kalenin manzarasıyla karşılaşıyorsunuz. Onca yolu katedip buralara gelmenin bir ödülü bu manzara. Kalenin tepesini bembeyaz okyanus martıları taçlandırmış. Yaklaştıkça kale büyüyor. Çevresi mavi renkteki balıkçı kayıkları, ağlarını ören balıkçılar ve okyanustan yeni çıkan kasa kasa balıklarla çevrilmiş. Sandalların sadece mavi renk olması, bütünlük ve ritim duygusu yaratmış. Kalenin limanından birazdan bir yelkenli çıkacak ve Yeni Dünya’yı keşfetmek için uzaklara yelken açacak sanki. Martılar başımızın üzerinde bir sağa, bir sola pike yapıyor. Kalenin iç bölümünde en etkileyici görüntü, surlara sıra sıra dizilen toplar. Şehri korumak için namlularını denize döndürmüşler. 1700’lü yıllarda İspanyollar tarafından dökülmüş bu toplar.
Kalenin en üstündeki burçlarındaki manzara muhteşem. Okyanus kıyısındaki kayalıklara yaslanmış Medina surlarıyla tam karşınızda. Zaman durmuş burada... Bir süre nefesiniz tutup izliyorsunuz. Amerikalı film yönetmeni Orson Welles de bunu bilmiş ki Othello filmine dekor olarak kaleyi kullanmış. Haçlı seferlerini konu alan Cennetin Krallığı filmi de burada çekilmiş.
HAYAT ÇOK UCUZ
Tarih, atmosfer, geleneksel cillabi kıyafetli halk, geçmişe ışınlandığımızı düşündürüyor. Zamandan, günümüzün stresinden soyutlanıp başını dinleyebileceği bir yer arayanlar, sanatçılar, yazarlar, şairler için biçilmiş kaftan Essauira. Afrika ritimleri, martı çığlıkları arasında geçmiş dönemlerin esintili rüzgarında tatil yapmak isteyenler için ideal mekan. Konaklama, yeme içme fiyatları çok uygun. Bir TL, beş Fas Dirhemi’ne denk düşüyor. Çok uygun fiyatlara balık, istakoz, pavurya, yengeç, oualidia istiridyesi yeme keyfini yaşayabiliyorsunuz.
Balıklar kalenin dibinde satıcılara geliyor ve yarım saat içinde tüketiliyor. Her şey taze ve her çeşit balık var. Okyanus esintisi hiç kesilmiyor. Bu nedenle rüzgar sörfü, kite sörf ve dalga sörfü tutkunları için de ideal adres.
NASIL GİDİLİR?
Marakeş’den belli saatlerde otobüs var kente. Yol yaklaşık üç saat sürüyor. Türkiye’den gitmek isteyenler Fas’ın Kazablanka Havaalanı’na geldikten sonra trenle Marakeş’e geçip ordan otobüsle buraya ulaşabilir.