Ne mutlu, biraradayız
Balat Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi'nde her yıl tekrarlanan geleneksel ayin bu yıl çok kalabalıktı. Evet, dualarla gelecek mucizelere ihtiyacımız açık. Ama aynı zamanda bu ayrı inançları buluşturan güç, milad kabul edilen felaketin ardından, suni düşmanlıklarla daha kolay başa çıkıyor olmamız, olmasın?
İlahide Dede Efendi ile Şevki Bey
Kilisede cemaatin oturduğu sandalyeler bu özel gün için yerinden sökülerek kaldırılıyor. Sandalyelerden boşalan yerlere halılar seriliyor, üstüne battaniyeler örtülüyor. Gelen özürlüler yatsın diye. Cumartesi akşamı güneş gökyüzünü kızıla boyayarak alçaldığında tütsüler ve buhurlar içindeki kilisede ayin başlıyor. Kilise korosu, çok yakından tanıdığımız melodileri
taşıyor kulaklarımıza: Hamamizade İsmail Dede Efendi, Udi Hrant, Şevki Bey, Yorgo Bacanos'un ruhları geziniyor tarihi kilisenin sütunları arasında. Tertemiz giyimli Ermeniler, Türkler, Yahudiler, Süryaniler ve Rumlar'ın sisler içinde kaybolmuş yüzlerinde aynı inançlı ifade var. Herkes avuçlarını gökyüzüne açarak kendi dillerinde Tanrı'ya yakarıyor.
Fransa’da Lourdes
Dünyanın birçok yerinde insanların mucize umuduyla koştuğu ve kutsal saydığı yerler var. En ünlüsü Fransa'daki Lourdes kentinde bulunan Massabielle Mağarası. Mağaranın insanlara sağlık aşıladığı, sakatlıklarını geçirdiği öne sürülüyor. Hatta Kilise'nin burada bir ‘‘mucize ve iyileşme tespit bürosu’’ bile var! Bu efsane 141 yıl öncesine dayanıyor. Bernadette Soubirous adlı 14 yaşında bir kız bu mağaradayken beyaz giysileri içinde Bakire Meryem'i görüyor. Hem de tam 17 kere! Meryem kızdan dua etmesini ve bir kilise inşa etmesini istiyor. Bernadette mağarada toprağa dokununca bir kaynak suyu fışkırıyor. İşte bu kaynak suyu daha sonra hastaları ve sakatları iyileştirmeye başlıyor... Her yıl en az 2 bin yabancı hekim buraya gelip incelemelerde bulunuyor. Burası, katolikler için bir hac merkezi. Kente gelen hacı sayısı yılda 4 milyonu buluyor. Kilise buraya başvurup iyileşenlerden 66'sının durumunu mucize kabul etmiş. Massabielle Derneği'nin yılda 130 milyon Frank'lık bir bütçesi var.
Balat'taki Zenginlik
Taa 2700 yıl önce Bizans'ta sivil mimarinin ortaya çıktığı ilk şehir parçası Balat. 500 küsür yıl önce İspanyol engizisyonundan kaçıp Osmanlı topraklarına sığınan Yahudilerin de ilk yerleştiği yer. Bu küçük semtte ‘‘yabancı’’ yoktur. Çünkü herkes herkese ne denli yabancıysa, o kadar akrabadır. Aynı sokaklarda büyüyüp aşık olmuşlar, birbirlerinin mevlütlerine ve ayinlerine gitmişler, bayramlarda ve cenaze törenlerinde omuzları birbirine yaslanmıştır.
Balatlılar, tekkeler, kiliseler, camiler, şapeller, türbeler, sinagoglar, mevlevihaneler ve ayazmalar arasında kozmopolit bir sükunet içinde yaşayıp giderler. Senenin belirli günlerinde bu sükunete geçici bir süre için ara verilir. Bir sabah ansızın daha gün doğarken, dünyanın her yanından gelen yüzlerce Yahudi'nin, dar sokaklar içinde, ağaçların arasında kaybolmuş bir sinagoga doğru yürüdüğü görülür. Bir başka gün, saatin gece yarısına yaklaştığı bir an, ellerinde yanan mumlarıyla yüzlerce Rum'un bir kiliseye yöneldiğine şahit olunur. Arnavut kaldırımı yolların yağmurlarla yıkandığı bir mevsimde, dermansız hastalıklara yakalanmışlar bir ayazmanın kutsal suyunda şifa bulmak için Balat'ın sokaklarını aşındırır. Balat'taki ‘‘Cıfıt Çarşısı’’nda Türkçe seslerin arasına Ermenice, Rumca, Lazca, Yahudi İspanyolcası karışır. Bütün dillerin ve dinlerin bir arada yaşadığı, ayakta kalmak için direndiği Kudüs benzeri bir beldedir burası.
Örnek Kardeşlik
69 yaşındaki Saliha Yüksel tam 20 yıldır bu kiliseye gelip gidiyor. 30 senedir ayaklarındaki bir sorundan ötürü sürekli ameliyatlar geçirmiş. ‘‘Eğer ameliyatta değilsem, mutlaka her yıl, bugün buraya gelirim,’’ diyor. Bu kilisedeki kardeşlik ortamının bütün dünyaya örnek olması gerektiğini, savaşların ve çatışmaların anlamsız olduğunu söylüyor. Yüksel'in yanında dua etmekte olan Aram Kuran da aynı fikirde: ‘‘Hepimiz aynı güneşin altında çamaşırlarımızı kurutuyoruz. Bu ülke hepimizi bağrına basan ortak yuvamız. Biz de senenin belirli günlerinde Eyüp Sultan'a gider Ermenice dua ederiz. Bu 500 yıllık geleneğimiz. Görüyorsunuz, hepimiz farklı dillerde aynı Tanrı'ya yakarıyoruz.’’
Dili Burada Çözülmüş
Murat Tarakçı, Ermeni, 32 yaşında. Üç yaşındayken, annesi onu terkedince dili tutulmuş. Tam 18 sene tek bir kelime bile etmiyor. Doktor doktor geziyorlar ama dilindeki kilidi çözecek bir ilaç bulunamıyor. 14 yaşından itibaren her sene buraya geliyor. 21 yaşının bir ayin gecesinde dili burada açılıyor. Düzgün Türkçesiyle bize hikáyesini anlatıyor: ‘‘Ermeni yetimhanesinde büyüdüm. Herşeyi duyuyor, anlıyor ve okuyordum ama tek kelime konuşamıyordum. O mucize gecesi adımın geçtiğini söylediler, koştum, yaşlı bir adam bayılmıştı, diz çöküp elini tuttum ve bütün yüreğimle dua etmeye başladım. Yaşlı baygın adamla birlikte titremeye başladığımı hissettim. Bir kadın, 'üstüne yatarak dua etmeyi sürdür,' dedi. Öyle yaptım. Bir bayıldığımı, bir alemden diğerine sıçradığımı hissettim. Kendime gelince dilim açılmıştı. Dudaklarımın arasından önce 'Allah', sonra da 'anne' dediğimi hatırlıyorum. Sonra kilise korosuna katıldım. Her sene bugün, iki elim kızıl kanda olsa buraya gelir, benim gibi olanların iyileşmesi için dua eder, ruhlarının şifa bulması için ilahiler okurum.’’
Aynı Umut Buluşturdu
Genç bir rahip yardımcısı elinde tuttuğu bir düzine kadar seccadeyle, Müslümanlar'ın yoğun olduğu alanlarda dolaşarak namaz kılmak isteyen olup olmadığını soruyor. Namaz kılmak isteyenlere bir tespih ve seccade vererek ağırbaşlı bir sükunet içinde yanından uzaklaşıyor. Gecenin ritüellerinden biri de kilisenin bordrumundaki ayazmada yapılıyor. Hıristiyanlar dualar okuyarak dilek tutup ayazmanın suyunu içerken, Müslümanlar, suyu içmeden önce abdest almayı tercih ediyor.
İşte, Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi, o sabah kapılarını hangi dinden, milletten ve ırktan olursa olsun tüm çaresizlere sonuna kadar açtı. Türkiye içinden ve dışından yüzlerce insan dermansız hastalıklarına şifa bulmak için, büyük bir umut ve inançla bu kapıdan içeri girmeye başladı. Akşama doğru ziyaretçilerin sayısı gittikçe arttı ve Balat sokakları türlü çeşit model arabayla dolup taşmaya başladı. Bir kamyonun kasasına on kişi doluşup gelen de vardı, son model otomobillisi de. Ama, kiliseye girdiklerinde ne sınıf kaldı, ne zümre, ne Hıristiyan, ne de Müslüman. Herkes bu kutsal mekanın içinde eşitlendi: Tüm ziyaretçiler, Surp Hreşdagabet'in çatısı altında kendilerinin ya da bir yakınlarının sakatlıklarının düzelmesi, amansız hastalıklarının iyileşmesi umuduyla gelmişti. Gözleriyle görenler vardı, dilsizler bu kilisede dillenmiş, körler ışığa kavuşmuş, felçliler yürümüştü. Dilsiz girenler bülbül gibi şakıyarak, koltuk değnekleri ve tekerlekli sandalyeyle gelenler koşup zıplayarak çıkmışlardı. Ya görmüşler ya da duymuşlardı.
Nasıl Gerçekleşiyor?
İnanca göre mucize şöyle gerçekleşiyor: Topluluk içindekilerden biri gece yarısına doğru bayılıp isimler sayıklıyor. Adı geçenler bayılanın elini tutup dua ediyor. Eğer, duacı ‘‘Tanrı'nın bir insanın ağzıyla çağırdığı insan’’ ise duası kabul ediliyor ve şifa buluyor. Saatler 23.45'i gösterirken cemaatin içinde 70 yaşında bir kadın baygınlık geçiriyor ve düştüğü yerden, ‘‘Mustafa, Lüsyen, Elmas, Hrant, Mehmet, Garabetyan’’ diye bağırıyor. Mustafa ile Lüsyen geliyor. Biri kısmi felçli, diğeri spastik. Yaşlı kadının bir elini Mustafa, diğer elini Lüsyen tutup kendi dillerinde dualar okuyor. Onlar duası bitince ismi sayılıp sırada bekleyen diğerleri geliyor. Yaşlı kadın epilepsi krizine benzer bir nöbet geçiriyor. Baygın kadının bir yakını, böyle bir hastalığı olmadığını, kadının, görme özürlü olan bir akrabasını buraya getirdiğini söylüyor ve ‘‘Demek ki, bu gece sıra ona gelmiş. Tanrı, bu gece bizim marakurun (teyze) kulağına şifa bulacak hastaların isimlerini fısıldıyor,’’ diyor.
Rivayete Göre
Kilisedeki, Çarkhapan Surp Asdvasdzadzin (Tanrı'nın kötülükleri engelleyen anası), yani Hazreti Meryem'in tasvirinin başından tarih boyunca büyük felaketler geçmişti. Kim tarafından yapıldığı bilinmeyen Çarkhapan, bundan yüzyıllar önce İznik kilisesinde bulunuyormuş. Rivayete göre 1509'da İznik'i yerle bir eden depremde tüm binalar gibi Çarkhapan'ın bulunduğu kilise de yıkılmış ama Hazreti Meryem tasviri (Çarkhapan) sunağın üstünde dimdik ayakta kalmıştı.
Buradan alınarak Karagümrük kilisesi'ne getirilen Çarkhapan'ın peşini felaketler takip etmiş, ikinci durağı olan kilise de bir yangın sonucu kül olmuş. Ama kiliseyi ve bütün bir Karagümrüğü yutan alevler Çarkhapan'ın bulunduğu sunağı yalayarak geçmiş, onun ahşap çerçevelerinin boyası bile ilk günkü gibi pırıl pırıl kalmayı başarmış.
Çarkhapan'ın üçüncü durağı olan şimdi içinde bulunduğu kilise de 16 Temmuz 1729'da çıkan büyük Balat yangınında alevlerin içinde kaybolup gitmiş. Fakat, Hazreti Meryem'in yüzü şimdi karşımızda asırlar önce yapıldığı gibi duruyor. Bu hüzünlü yüz, önünde diz çöken ziyaretçilerine, ‘‘Yeryüzünde dermansız hastalık yoktur, kavgalar savaşlar bitecek ve çektiğiniz acılar birgün mutlaka dinecek,’’ der gibi bakıyor.