Motosikletle rüya gibi bir rota: ‘TransAnatolia’
‘TransAnatolia 2020’ rotasını kimi zaman alternatif güzergâhları da kullanarak motosikletiyle takip eden Onur Çakı, Kemerburgaz Kent Ormanı’ndan başlayıp Abant, Haymana ve Karadağ güzergâhını izledi ve aynı rotadan geri dönüp Şile’de sona eren 2 bin 850 kilometrelik yolu tamamladı. Maceraseverlerin rüya organizasyonundan izlenimlerini, Anadolu tarihini, doğasını ve kültürünü de Hürriyet Seyahat okurları için yazdı.
TransAnatolia 13-21 Ağustos’ta yapılacaktı bu yıl. Tüm hazırlıkları tamamlanan yarış, orman yangınları nedeniyle tam günü belli olmamakla beraber eylüle ertelendi. Bu kapsamlı ve önemli yarışı geçen yıl takip ettim. Heyecanlı bir takipti...
Bu her ne kadar çeşitli araçların katıldığı bir yarış olsa da ben motorumla yarış dışındaki güzelliklerin peşinde oldum ama bir yandan da canlı olarak yarışı takip ettim. İlk gün hedefim yarışın en güzel görüntüler vereceği noktalardan biri, Sapanca tarafındaki Soğucak Yaylası’ydı. Yarışçıların yoluna güzel bir alternatif paralel rota bulma amacıyla yaylanın yolunu tuttum.
Yol motosikletle çıkmak için biraz sancılı. Düşe kalka devam ettim; son bir tepe var, onu bir aştım, cennet... Bulutların üzerindeyim, yemyeşil her yer. Kamp için burası çok çok uygun bir noktaydı ama yarışı takip ettiğim için ortak kamp alanına ulaşmam gerekiyordu.
O nedenle biraz üzülerek Soğucak Yaylası’nı arkamda bırakıp Abant’a doğru yola koyuldum. Abant sapağından sonra kampa kadarki 22 kilometrelik yol şiir gibi...
Abant’taki ilk gece kampı gerçekten çok özeldi. Her yerden mekanik sesleri geliyor. Tamiratlar yapılıyor... Sabah topladım çadırı ve çok çok güzel yollardan yarışçıların su geçişi yapacağı noktaya vardım. Yani Kızık Yaylası’na... Yayla ve köy bir film seti gibi. Buradaki su geçiş noktasında yarışçıların geçişini keyifle izledim. Ardından devam edip Ankaralı motosikletçilerin sevdiği Kıbrısçık yoluna girdim. Ankaralı sürücüler bir çıkar; Ayaş, Beypazarı, Kıbrısçık, Seben, Nallıhan, Mihalıççık, Polatlı derken bir pazar günü turunda 500 kilometreyi müthiş manzaralı ve virajlı yollardan tamamlayıp dönerler.
Onur Çakı (solda): “Arkamda motorum, yanımda çadırım, elimde yemeğim. Köyden almışım mısırımı, közlüyorum. Yıldızların altında. Evde gibiyim.”
ORMANDAN BOZKIRA
Yemekten sonra Beypazarı’nın güneyinden Polatlı’ya doğru ara yollardan indim. Burada yavaş yavaş ormanları geride bıraktık ve ortam bozkıra doğru yaklaştı.
TransAnatolia’nın ikinci durağı Haymana’ya devam ettim. Bir an önce de ulaşmak istedim çünkü gece otelde kalınacaktı. O gece güzelce dinlendikten sonra sabah güne hazır bir şekilde uyandım. Haymana’dan çıkıp Tuz Gölü’ne indim. Filmlerdeki gibi motorla gölün üstünde gideyim istedim ama durduğum turistik noktada olabilecek gibi değildi. Yerlilere sorarak tarifle tuz üretimi yapan işletmenin alanına girdim. Buradan başka bir köye de ulaşım olduğu için giriş-çıkış açık. Ve ben bir hayalimi gerçekleştirdim. Tuz Gölü’nün üzerinde motosiklet sürdüm. İnanılmaz bir duyguydu. Gökyüzü yerden tekrar yansıyor, sanki uçuyorsun. Tuz Gölü’ndeki bu maceradan sonra motoru tuzundan arındırmak için güzelce yıkadım.
Gece konaklanacak kamp yolu üzerindeki Selçuklulardan kalma Sultanhan Kervansarayı’nı ziyaret ettim. Bu kervansarayda normalde üç gün konaklama ve yemek ihtiyacınız ücretsiz karşılanırmış. Biz tabii bunun için 800 yıl kadar geç kaldık. Eski bir yapı ama iyi korunmuş. Oldukça büyük. 500-600 develik olduğu söyleniyor.
Sonraki kampımız sönmüş volkanik bir dağ olan Karadağ’daydı. Vardım ki ortam çok farklı; karanlık, toz duman... Aslında sebebi basit, burası gerçekten bir krater. 1.700 metre yükseklikte sönmüş bir volkanın içindeyiz...
Sabah Karaman’ın Taşkale Köyü’ne ulaşmak, ardından da tekrar dönmek için çıktım yola... Karadağ kampı iki gecelikti çünkü, buradan dönüş başlıyor. Önce kampa yakın 1001 Kilise’ye uğradım. Bizans Hıristiyanlarının 3’üncü ve 8’inci yüzyıllar arasında önemli merkezlerinden biriymiş. Bölgede birçok kilise ve manastır var. Sayıları bilenemediğinden 1001 Kilise denmiş.
HEM OYULMUŞ, HEM DOĞAL
Sonra Manazan Mağaraları’na uğrayıp soluklandım. Mağara, Karaman-Yeşildere-Taşkale yolu üzerinde. Yüksek bir kaya kütlesine, insan eliyle oyulmuş beş katlı bir apartman gibi. 6 ve 7’nci yüzyıllarda Arap akınlarından kaçan Geç Roma dönemi köylüleri oymuş.
Mağaralardan çıkıp yolu doğal bir mağaraya çevirdim. İncesu Mağarası’na... Sarkıt ve dikitleriyle, içindeki durgun, duru su birikintileriyle çok güzel bir doğal oluşum. Uzunluğu 1.356 metre. Taşkale’nin 9 kilometre güneyinde.
Buradan kampa döndüm, ateşimi yaktım, yiyecek-içecek hallettim derken anladım ki ben kamp olayına ciddi şekilde alışmışım. Arkamda motorum, yanımda çadırım, elimde kâsede birkaç lokma yemek; köyden almışım mısırımı, közlüyorum... Ve önümde ateş, tepemde açık hava. Evde gibiyim.
Ertesi gün artık dönüş yolundayız. Aynı yoldan İstanbul... Macera devam edecek. “Ben maceracı değilim, gelemem öyle şeylere” demeyin sakın. Çıkın yola, gerisi kolay.