Mitolojiyle tarihin kesişim noktası: Troya
Kitabıydı, filmiydi, efsanesiydi derken hepimizin az çok bildiği bir yer Troya. MÖ 3000 yılına kadar uzanan geçmişiyle en ünlü arkeolojik alanlardan biri olan kent dünya tarihine yön vermiş. O dillere destan hazinesi çalınsa da ödüllü müzesini ve yakınındaki Roma kentlerini de görmelisiniz.
İlk olarak isim konusunu netleştirelim. Troya mı Truva mı? Bölgeye ait en önemli kaynak, Homeros’un ‘İlyada Destanı’. Bu metinde de bölgeye verilen ad; ‘Troia’. Dünyaca bilinen adı bu. Türkçe okunuşu da ‘Troya’. Öyleyse Truva nereden gelmiş? Halk arasında söyleme kolaylığı nedeniyle meydana çıkmış bu kelime. Özetle; bilimsel adı Troya, halk arasındaki adı Truva. Troya Antik Kenti Çanakkale il sınırları içinde.
Bu kadar tanınır olmasının nedeni elbette barındırdığı kabul edilen derin tarih ama destanlara konu olan hikâyesi, filmleri ve çalınan hazineleri de şöhretinin sebepleri arasında. Troya, şu an olduğu gibi antikçağda da çok önemli bir yere sahipmiş. Nedeniyse Çanakkale Boğazı. O zamanlarda da ticaret yolu olarak kullanılan bu güzergâh sayesinde kentin çok zengin ve popüler olduğu düşünülüyor. Zenginliği sadece ticaret yolu olmasına da bağlı değil. Kaz Dağları ve altındaki altın madenleri de bu zenginliğin kaynaklarındanmış. Troya’dan çıkarılan hazinelerden de bugünkü maden yataklarından da anlaşılacağı üzere bölgede çok miktarda altın olduğu düşünülüyor. Günümüzden 5 bin 600 yıl öncesine dayanan Troya’yı aslında en popüler yapan şey, mitolojideki Troyalı Paris’in, Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helen’i kaçırması ve ardından başlayan Troya Savaşı. Savaş 10 yıl sürmüş ve ‘İlyada Destanı’nda bu savaşın sadece son 51 günü anlatılmış. Bu savaşı, bu kadar popüler yapan şey de içine savaşçıların saklandığı tahta at.
Bu atla Troya ele geçirilmiş ve şehir yerle bir olmuş. Peki, şehirden kaçmayı başaran Prens Aeneas’ın buradan Roma’ya ulaştığını ve burada Roma İmparatorluğu’nu kurduğunu biliyor muydunuz? Yani günümüz İtalya’sını oluşturanlar da Troyalı. Buradan bile bir tahta ata sığdırılamayacak öneme sahip olduğunu gördüğümüz Troya’nın maalesef ilk yıllarda kıymetini bilememişiz. 1868-1873 yılları arasında Heinrich Schliemann tarafından yapılan kazılar sonucunda bulunan Troya hazinesi yurtdışına, Yunanistan’a kaçırılmış. Olay duyulunca Osmanlı devleti geri almaya çalışmış ancak maalesef hazine Schliemann tarafından saklanarak Louvre Müzesi’ne taşınmış. Heinrich Schliemann burada da durmamış ve önce İngiltere, ardından da Berlin Müzesi’ne bağışlamış hazineyi. Berlin’deki hazine son olarak 2. Dünya Savaşı ganimeti olarak Ruslar tarafından alınmış. Halen Rusya’da tutulan hazineler için istekte bulunduk ve lobi çalışmaları devam ediyor. Ancak bu tür girişimlerden sonuç almak uzun yıllar sürebiliyor. Bu esnada 2012 yılında Troya hazinesinin çok küçük bir kısmı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Pensilvanya Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi’nde (Penn) bulunmuş ve bu 24 parça altın takı aynı yıl ülkemize getirilmiş.
Erken tunç çağına tarihlenen altın takılar Troya Müzesi’nde görülebilir. Troya Müzesi demişken, ülkemize çok yakışan çok güzel bir müze var kazı alanında. 2019’da açıldı; üç katının her birinde Troya’ya ve çevrede yapılan kazılara ait birçok tarihi eseri görebilirsiniz. Her yaşa hitap eden bu çağdaş müze ve antik kent için Müze Kart geçerli. Gitmişken sadece bu iki yeri değil de bölgedeki diğer önemli ören yerlerini de görmenizi tavsiye ediyorum. Özellikle Roma döneminin Alexandria Troas’ını, Athena Tapınağı’nı, Akhilleus’un, Patraklos’un ve Ajax’ın mezarlarını listenize ekleyin derim.