Son Güncelleme:
Luang Prabang’da bir gün
Ağustosta başladığı ikinci dünya turunu deniz yolculuklarıyla sürdüren Gülin Aköz, yelkenlilerin ekiplerine katılıp Türkiye’den Tayland’a ulaşmıştı. Geçen ay bir yük gemisinin ücretli kamarasında Pasifik Okyanusu’nu aştı, Los Angeles’a vardı. Şu anda Meksika’da. Hürriyet Seyahat’e gönderdiği mektupta iki ay önce geçtiği Laos’un başkenti Luang Prabang’ı anlatıyor. “Doğal güzelliği, muhteşem tapınakları, tarihi binaları, huzurlu atmosferiyle büyüleyici bir şehir” diyor.
Luang Prabang... Bir milyon fil diyarı Lang Xang kraliyetinin merkezi, Laos’un tarihi başkenti, Laos tacının mücevheri.
Ahenkli, sakin ritimli sokaklar, tozlu yollar. Havada toprak kokusu. Nehir kenarına indiğinizde ona karışan yosun kokusu. Zamanı aşan bir zarafeti var şehrin. İçinden geçen sütlü-kahve rengindeki huzurlu Mekong nehri gibi.
GÜN DOĞARKEN KEŞİŞLER CADDELERDEN GEÇİYOR
Luang Pranbang’da gün, yiyecek bağışıyla başlıyor. Turistler şafak vakti, yerli halkla caddelere diziliyor. Bir süre sonra safran rengi cübbeleriyle Budist keşişler yalınayak çıkıyorlar puslu sabah soğuğuna. Kollarında sepetleri. En önde en yaşlısı, en saygıdeğeri olmak üzere sırayla geçiyorlar önümüzden... Günün tek öğünü bu yiyecekler onlar için. Çoğunlukla pirinç ve muz.
Elimde iki demet çiçek var. Tapınağa götürüyorum peşlerinden. Tam çiçekleri bir köşeye bırakacağım sırada, içeri koymamı işaret ediyor dua eden yaşlı bir teyze. “Orada daha uzun süre dayanırlar” diyor gayet iyi İngilizcesi ile.
Ardından kalabalığa yöneliyorum doğal refleksle. Pazarda buluyorum kendimi; güler yüzlü kadınlar tarladan topladıklarını, avcılar avlarını sermiş yere. Meraklı turistlere alışmışlar, aldırmıyorlar. Etraf “bu nedir” diye hayretle seyredilecek şeylerle dolu. Yeni bir şey görme, dokunma, koklama heyecanıyla. Ejder meyvesi, rambutan, jambu, ismini aklımda tutamadığım ilginç bir sürü meyve-sebze. Çoğunluğu sert, bazıları dikensi kabuklu, kocaman çekirdekli, yumuşak, jelimsi meyveler.
Sonra birden önümüze kanatları bağlanmış yarasalar çıkıyor! Muz yaprağının üzerinde beyaz dut gibi yığılı duran şeyler de kurtçuk değil mi? Nasıl yenir acaba? Canlı yırtıcı kuşlar, ölü vaşaklar, horoz bacakları, sıçanlar ve aklınıza hayalinize gelmeyecek ve getirmek istemeyeceğiniz tuhaf yaratıklar. Bunları satın alıp yiyorlar!
Köpekbalığı, timsah, kurbağa, salyangoz, kanguru tattım ama köpek etine, hamamböceğine, buralarda pek makbul sayılan maymun beynine asla dokunamayacağım. Yerde dizili güzelim kuşları gördükçe, bu güzelim hayvanı nasıl vurmuşlar, diye düşünüyorum.
Çeşit çeşit meyve, sebze, balık, ölü hayvan, pişirilip satılan yiyecek... Pazar tavaf edildi, yüzlerce değişik koku ve görüntü beynime girdi.
Eski Kraliyet Sarayı bugün Ulusal Müze. Pazar yerinden sonra saraya gidiyorum. 1904’te Fransızlar, Kral Sisavang Vong için yaptırmış. Resmi ziyaretçilerin gelişini görmek için nehir kenarına kurulmuş. Kentin en önemli varlığı Phra Bang (Hassas Buda) burada sergileniyor. 83 santim boyunda, yüzde 90 altından, yaklaşık 50 kilo ağırlığında bir heykel bu. 1-9. yy arasında Sri Lanka’da yapılmış. 1359’da Kmer Kralı Phra Bang’ı damadına hediye edince Angkor’dan buraya getirilmiş. (Vahşi ormanın içinde Angkor Wat’ı ilk keşfeden Henri Mahout, Luang Prabang’da sıtmadan ölmüş) Böylece Lang Xang Krallığı’na Budizm gelmiş.
1778’de Siyamlılar (Taylandlılar) Luang Prabang’ı işgal etmiş ve Pra Bang’ı Bangkok’a götürmüş. Ayaklanmalara neden olunca, dört sene sonra geri getirmişler. Ancak 1828’de Pra Bang’ı yeniden ele geçirmişler. Bu sefer epey bir zaman sonra, 1867’de yine politik sorunlar sonrasında asıl sahiplerine iade etmişler. Her sene Pimai Lao Festivali’nde Pra Bang müzeden Wat Mai’ye çıkarılıp törenle yıkanıyor ve üç gün orada sergileniyor.
Luang Prabang’ın koruyucu ruhları Pu No ve Na No ise 1823’te inşa edilen Wat Aham’da, iki banyan ağacında yaşıyor.
Yemek vakti çoktan geçti. Dönüşte bir kafeye oturuyorum. Türk olduğumu duyan garson “Siz de bizim gibisiniz, değil mi” diyor. Anlamıyorum. Devam ediyor. “Krallık değilsiniz, komünist değilsiniz.” Hayır değiliz! Eh ne yapsınlar? Monarşi Laos’ta 1975’te kalkmış. Komünist rejimlerle çevrililer.
Burada iki tür pirinç var: Yapışkan ve ıslak. Elinizle yediğiniz mor pirinç yağsız, ekmek gibi yemesi kolay. Sokaklarda çubukta pirinç kızartılıp satılıyor!
Bir trafik levhasında zarif bir kadın figürü görünce gülümsüyorum. Erkek egemen toplumu kanıksamış bir dünyada hoş bir ayrıntı.
SESSİZ, EGZOTİK, HUZURLU
Luang Prabang, bir tapınaklar kenti. Eskiden 60 tapınak varmış, 33’ü kalmış. Bu tapınaklarda 700 keşiş yetişiyor.
Şehre bakan yamacın tepesini altın bir pagoda taçlandırıyor. Phou Si- Laocada “Kutsal Dağ” anlamına geliyor. 100 metre yüksekteki Wat Chom Phousi’ye bir taraftan çıkıp diğer taraftan inebilirsiniz. Yemyeşil asmalar, zaman kadar eski ağaçlar. Merdivenleri tırmanırken bir keçiboynuzu ağacının aralığından nehri seyrediyorum. Şehir, nehir ve ben... Tembelce.
Akşam çökerken hareketleniyor sokaklar. Rengârenk kıyafetli yerli kadınlar elişlerini sergiliyor: Çanta, ahşap işleme, lamba, battaniye, ipek eşarp, tişört, takı, seramik, bambu, çay...
Modern yaşam sızmamış, belki de sızamamış henüz buraya. Erkenden uyuyor şehir. Luang Prabang bir tabloyu andırıyor. Geleneksel mimariyle Lao kırsal binaları ve 19-20. Yüzyıllarda sömürgecilerin yaptırdığı evlerin bir sentezi. Asya’nın sandal ağacı baharatına bulanmış Avrupai bir şehir.
“Bir gün daha kal...” www.stay-another-day.org diye bir slogan çıkıyor karşınıza. Burada yapacak şey çok. Fil mahutlarıyla fil bakımı yapmayı öğrenebilir, Kamu ve Hmong Kasabalarında dağ yürüyüşüne çıkıp köy evlerinde yatıya kalabilir, çocuklarına İngilizce öğretebilirsiniz.
Ülkenin resmi adı Laos PDR (People’s Democratic Republic) yani Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti. PDR kısaltmasının Please Don’t Rush (Lütfen acele etmeyin) anlamına geldiğini iddia edenler var... Luang Prabang tüm dünyanın dışında kalmış bir şehir sanki. Mekong ve Khan Nehirlerinin kesiştiği bu yarımadada hayat başka bir boyutta yaşanıyor. Sessiz, egzotik bir şehirde, puslu bir nehir kıyısında yaşamın damarlarınızda aktığını hissetmek, sadece soluk almanın keyfini tatmak istediğinizde buraya gelin. Bir gün değil, en az bir hafta ksalın...
BEŞ BİN HEYKELLİ MAĞARA
Kazaların sıklığı ve sağlık imkânlarının kötülüğü nedeniyle motosiklet kiralamak yasak. Turla veya tuk tuk kiralayarak gideceksiniz Kwang Si Şelalesi’ne. Pirinç tarlaları, çocukların kocaman TIR lastikleri içinde banyo yaptıkları kasabalar, ihtişamlı dağlar arasından geçerek...
30 metre yüksekten akan şelaleden hafif bir serinlik serpiyor yüzünüze. İsterseniz turkuvaz mavi sularında yüzebilirsiniz.
Bir de ayı kurtarma merkezi var parkın içinde. Bebekken kaçırılan, işkence yapılan ayılar rehabilite edilip tekrar doğaya salınıyor. Kaplan da varmış, ne yazık ki ölmüş.
Pak Ou (Ou Nehri’nin ağzı) Mağarası veya benim daha çok sevdiğim adıyla Tham Ting, ise diğer yönde. Mekong Nehri’nin 25 kilometre yukarısında... Kireçtaşı bir mağara. İki saatlik nehir yolculuğu sonrası ulaşılıyor. Budizm öncesinde mağara Nehir Ruhu’na tapmak için kullanılıyormuş. Sonra teker teker Buda heykelleri getirmeye başlamışlar. Zamanla sayı iyice artmış.
Tham Ting (Aşağı Mağara) ve Tham Theung (Yukarı Mağara) olarak iki mağaradan oluşuyor. Alttakinde yaklaşık 2500, üsttekinde 1500 Buda heykeli var. Tham Theung’da bir zamanlar kralın Laos yılbaşında Budaları yıkamak için kullandığı ejder şeklindeki tekne Naga ve küçük bir kırık Buda mezarlığı bulunuyor. Dönüşte bir kasabaya uğrayıp pirinç şarabı içebilir, tekstil ürünleri satın alabilirsiniz.
Ahenkli, sakin ritimli sokaklar, tozlu yollar. Havada toprak kokusu. Nehir kenarına indiğinizde ona karışan yosun kokusu. Zamanı aşan bir zarafeti var şehrin. İçinden geçen sütlü-kahve rengindeki huzurlu Mekong nehri gibi.
GÜN DOĞARKEN KEŞİŞLER CADDELERDEN GEÇİYOR
Luang Pranbang’da gün, yiyecek bağışıyla başlıyor. Turistler şafak vakti, yerli halkla caddelere diziliyor. Bir süre sonra safran rengi cübbeleriyle Budist keşişler yalınayak çıkıyorlar puslu sabah soğuğuna. Kollarında sepetleri. En önde en yaşlısı, en saygıdeğeri olmak üzere sırayla geçiyorlar önümüzden... Günün tek öğünü bu yiyecekler onlar için. Çoğunlukla pirinç ve muz.
Elimde iki demet çiçek var. Tapınağa götürüyorum peşlerinden. Tam çiçekleri bir köşeye bırakacağım sırada, içeri koymamı işaret ediyor dua eden yaşlı bir teyze. “Orada daha uzun süre dayanırlar” diyor gayet iyi İngilizcesi ile.
Ardından kalabalığa yöneliyorum doğal refleksle. Pazarda buluyorum kendimi; güler yüzlü kadınlar tarladan topladıklarını, avcılar avlarını sermiş yere. Meraklı turistlere alışmışlar, aldırmıyorlar. Etraf “bu nedir” diye hayretle seyredilecek şeylerle dolu. Yeni bir şey görme, dokunma, koklama heyecanıyla. Ejder meyvesi, rambutan, jambu, ismini aklımda tutamadığım ilginç bir sürü meyve-sebze. Çoğunluğu sert, bazıları dikensi kabuklu, kocaman çekirdekli, yumuşak, jelimsi meyveler.
Sonra birden önümüze kanatları bağlanmış yarasalar çıkıyor! Muz yaprağının üzerinde beyaz dut gibi yığılı duran şeyler de kurtçuk değil mi? Nasıl yenir acaba? Canlı yırtıcı kuşlar, ölü vaşaklar, horoz bacakları, sıçanlar ve aklınıza hayalinize gelmeyecek ve getirmek istemeyeceğiniz tuhaf yaratıklar. Bunları satın alıp yiyorlar!
Köpekbalığı, timsah, kurbağa, salyangoz, kanguru tattım ama köpek etine, hamamböceğine, buralarda pek makbul sayılan maymun beynine asla dokunamayacağım. Yerde dizili güzelim kuşları gördükçe, bu güzelim hayvanı nasıl vurmuşlar, diye düşünüyorum.
Çeşit çeşit meyve, sebze, balık, ölü hayvan, pişirilip satılan yiyecek... Pazar tavaf edildi, yüzlerce değişik koku ve görüntü beynime girdi.
Eski Kraliyet Sarayı bugün Ulusal Müze. Pazar yerinden sonra saraya gidiyorum. 1904’te Fransızlar, Kral Sisavang Vong için yaptırmış. Resmi ziyaretçilerin gelişini görmek için nehir kenarına kurulmuş. Kentin en önemli varlığı Phra Bang (Hassas Buda) burada sergileniyor. 83 santim boyunda, yüzde 90 altından, yaklaşık 50 kilo ağırlığında bir heykel bu. 1-9. yy arasında Sri Lanka’da yapılmış. 1359’da Kmer Kralı Phra Bang’ı damadına hediye edince Angkor’dan buraya getirilmiş. (Vahşi ormanın içinde Angkor Wat’ı ilk keşfeden Henri Mahout, Luang Prabang’da sıtmadan ölmüş) Böylece Lang Xang Krallığı’na Budizm gelmiş.
1778’de Siyamlılar (Taylandlılar) Luang Prabang’ı işgal etmiş ve Pra Bang’ı Bangkok’a götürmüş. Ayaklanmalara neden olunca, dört sene sonra geri getirmişler. Ancak 1828’de Pra Bang’ı yeniden ele geçirmişler. Bu sefer epey bir zaman sonra, 1867’de yine politik sorunlar sonrasında asıl sahiplerine iade etmişler. Her sene Pimai Lao Festivali’nde Pra Bang müzeden Wat Mai’ye çıkarılıp törenle yıkanıyor ve üç gün orada sergileniyor.
Luang Prabang’ın koruyucu ruhları Pu No ve Na No ise 1823’te inşa edilen Wat Aham’da, iki banyan ağacında yaşıyor.
Yemek vakti çoktan geçti. Dönüşte bir kafeye oturuyorum. Türk olduğumu duyan garson “Siz de bizim gibisiniz, değil mi” diyor. Anlamıyorum. Devam ediyor. “Krallık değilsiniz, komünist değilsiniz.” Hayır değiliz! Eh ne yapsınlar? Monarşi Laos’ta 1975’te kalkmış. Komünist rejimlerle çevrililer.
Burada iki tür pirinç var: Yapışkan ve ıslak. Elinizle yediğiniz mor pirinç yağsız, ekmek gibi yemesi kolay. Sokaklarda çubukta pirinç kızartılıp satılıyor!
Bir trafik levhasında zarif bir kadın figürü görünce gülümsüyorum. Erkek egemen toplumu kanıksamış bir dünyada hoş bir ayrıntı.
SESSİZ, EGZOTİK, HUZURLU
Luang Prabang, bir tapınaklar kenti. Eskiden 60 tapınak varmış, 33’ü kalmış. Bu tapınaklarda 700 keşiş yetişiyor.
Şehre bakan yamacın tepesini altın bir pagoda taçlandırıyor. Phou Si- Laocada “Kutsal Dağ” anlamına geliyor. 100 metre yüksekteki Wat Chom Phousi’ye bir taraftan çıkıp diğer taraftan inebilirsiniz. Yemyeşil asmalar, zaman kadar eski ağaçlar. Merdivenleri tırmanırken bir keçiboynuzu ağacının aralığından nehri seyrediyorum. Şehir, nehir ve ben... Tembelce.
Akşam çökerken hareketleniyor sokaklar. Rengârenk kıyafetli yerli kadınlar elişlerini sergiliyor: Çanta, ahşap işleme, lamba, battaniye, ipek eşarp, tişört, takı, seramik, bambu, çay...
Modern yaşam sızmamış, belki de sızamamış henüz buraya. Erkenden uyuyor şehir. Luang Prabang bir tabloyu andırıyor. Geleneksel mimariyle Lao kırsal binaları ve 19-20. Yüzyıllarda sömürgecilerin yaptırdığı evlerin bir sentezi. Asya’nın sandal ağacı baharatına bulanmış Avrupai bir şehir.
“Bir gün daha kal...” www.stay-another-day.org diye bir slogan çıkıyor karşınıza. Burada yapacak şey çok. Fil mahutlarıyla fil bakımı yapmayı öğrenebilir, Kamu ve Hmong Kasabalarında dağ yürüyüşüne çıkıp köy evlerinde yatıya kalabilir, çocuklarına İngilizce öğretebilirsiniz.
Ülkenin resmi adı Laos PDR (People’s Democratic Republic) yani Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti. PDR kısaltmasının Please Don’t Rush (Lütfen acele etmeyin) anlamına geldiğini iddia edenler var... Luang Prabang tüm dünyanın dışında kalmış bir şehir sanki. Mekong ve Khan Nehirlerinin kesiştiği bu yarımadada hayat başka bir boyutta yaşanıyor. Sessiz, egzotik bir şehirde, puslu bir nehir kıyısında yaşamın damarlarınızda aktığını hissetmek, sadece soluk almanın keyfini tatmak istediğinizde buraya gelin. Bir gün değil, en az bir hafta ksalın...
BEŞ BİN HEYKELLİ MAĞARA
Kazaların sıklığı ve sağlık imkânlarının kötülüğü nedeniyle motosiklet kiralamak yasak. Turla veya tuk tuk kiralayarak gideceksiniz Kwang Si Şelalesi’ne. Pirinç tarlaları, çocukların kocaman TIR lastikleri içinde banyo yaptıkları kasabalar, ihtişamlı dağlar arasından geçerek...
30 metre yüksekten akan şelaleden hafif bir serinlik serpiyor yüzünüze. İsterseniz turkuvaz mavi sularında yüzebilirsiniz.
Bir de ayı kurtarma merkezi var parkın içinde. Bebekken kaçırılan, işkence yapılan ayılar rehabilite edilip tekrar doğaya salınıyor. Kaplan da varmış, ne yazık ki ölmüş.
Pak Ou (Ou Nehri’nin ağzı) Mağarası veya benim daha çok sevdiğim adıyla Tham Ting, ise diğer yönde. Mekong Nehri’nin 25 kilometre yukarısında... Kireçtaşı bir mağara. İki saatlik nehir yolculuğu sonrası ulaşılıyor. Budizm öncesinde mağara Nehir Ruhu’na tapmak için kullanılıyormuş. Sonra teker teker Buda heykelleri getirmeye başlamışlar. Zamanla sayı iyice artmış.
Tham Ting (Aşağı Mağara) ve Tham Theung (Yukarı Mağara) olarak iki mağaradan oluşuyor. Alttakinde yaklaşık 2500, üsttekinde 1500 Buda heykeli var. Tham Theung’da bir zamanlar kralın Laos yılbaşında Budaları yıkamak için kullandığı ejder şeklindeki tekne Naga ve küçük bir kırık Buda mezarlığı bulunuyor. Dönüşte bir kasabaya uğrayıp pirinç şarabı içebilir, tekstil ürünleri satın alabilirsiniz.