Limuzinden indim Murat 124'e bindim
72. Koğuş filminde; bir sahnedeki bakışı, koğuşta Hülya Avşar’la olan kavga sahneleri ve oyunculuğuyla akıllarda kalan Nursel Köse’yle ilginç bir röportaj…
Bir Orhan Kemal eseri olan, bu kez beyazperdeye aktarılan ‘72. Koğuş’ filminde; Hülya Avşar, Yavuz Bingöl, Kerem Alışık, Songül Öden ve birçok değerli oyuncu rol alıyor.
Filmde dikkatleri çeken bir isim daha var ki… Koğuş ağası ‘Kuru Nedime’ olarak rol alan Nursel Köse, canlandırdığı karakterle adından söz ettiriyor. Bir sahnedeki bakışı, koğuşta Hülya Avşar’la olan kavga sahneleri ve oyunculuğuyla akıllarda kalan Nursel Köse’yle ilginç bir röportaj…
72. Koğuş filmine ‘Kuru Nedime’ rolüyle dahil olmanız nasıl geçekleşti? Teklif nasıl geldi?
Yavuz (Bingöl) beni aradı. Tanışıyorduk ama samimiyetimiz olmamıştı pek. Şaşırdım. ‘Zamanın varsa SASİN Film’e gel’ dedi. Gittiğimde Kerem (Alışık) da ordaydı. Zaten SAKM ile aynı binada yeni kurdukları şirket. Rolden bahsettiler. Her ikisi de bana ‘Kuru Nedime’ karakterini çok yakıştırdıklarını söylediler. Senaryoyu aldım okudum. Rolüm ‘Koğuş Ağası kadın’ ve Hülya Avşar ile oynamak beni heyecanlandırdı.
Canlandıracağınız karakteri üzerinize giyerken nasıl bir hazırlanma süreci geçirdiniz?
Önce yönetmenle defalarca konuştuk. Karakter analizi yaptık. ‘Kuru Nedime’ kimdir, neden yatıyor, neden kötü, ne kadar kötü’ diye… Daha sonra bir arkadaş aracılığı ile hapishanede yatmış birkaç kadınla görüştüm. Hapishane koşullarını, koğuş ağası imgesini irdeledim, Raconları ve dönemi araştırdım. Volta nasıl atılır, nasıl duruş sergilenir gibi ön hazırlık gerekiyordu. 72. Koğuşun Almanca’sını ve Türkçe’sini okudum. Dersime çalıştım yani.
CANLANDIRDIĞIM ROL BENİ KORKUTTU!
Neler kesip biçtiniz oyunculuk kumaşınızdan?
‘Kötü karakter nedir? Kötüyü nasıl değerlendiririz? Neden Kötü olunur, kötü ruhun bir parça da olsa insan yanı var mıdır?’ sorusu beni çok meşgul etti. Arıza bir karakter ‘Kuru Nedime’. Başka bir kadını tecavüze götürecek kadar erkekleşmiş, katılaşmış, karanlığa gömülü, insanlık ayıbına bürünmüş sırf güç ve para üzerinden kimlik kurmuş, ayakta kalma egosu anlaşılır gibi olmasına rağmen, acımasızlığı nefret uyandıran bir kadın olarak algıladım Nedime’yi. Korktum. Korkum beni ona yaklaştırdı. Bilinçaltı dehlizlerime yolculuk yaptım. Nursel Köse olarak role kattığım ‘İnsanlık – Kadınlık – Analık’ kimliğinin kırıntıları da olsa, Nedime’ye vermekti.
HÜLYA AVŞAR’
Filmde lakabınız ‘Kuru Nedime’ ama sahnelerinizde oyunculuğunuzu konuşturuyorsunuz. Özellikle de Hülya Avşar’a ezeli ve ebedi hiyerarşiyi gösterdiğiniz sahnelerde. Hatta bir sahnede saç başa kavga ediyorsunuz. Nasıldı Hülya Avşar’la çalışmak?
İkinci çekim günü o sahneyi çektik. Güç savaşı veriliyordu. İki güçlü kadının düellosu gibi algıladık. Hülya Avşar’ın profesyonelliği beni çok etkiledi. Çok çabuk göz göze enerji alışverişi yaparak, yaman bir savaş başlangıcını perdeye aktardık. Onunla oynamak kamera önünde ve arkasında olmak inanılmaz keyifliydi. Sade ve vurucu bir oyunculuk sergiledi; benim sevdiğim bir stil böylesi.
OYUNCULUK; YALANA, RÜYAYA, GERÇEK OLMAYANA NEFES ÜFLEYİP, İÇİMİZDEN BİRİ OLABİLME DURUMU YARATMAKTIR!
Bazı kişiler filmdeki rolünüzle ilgili olarak ‘Yeni bir ‘Kötü’ çıkardın.’ Hatta ‘Yeni Aliye Rona’ yakıştırması yapanlar varmış. Neler diyeceksiniz bu söylemlerle ilgili olarak?
Çok güzel yorumlar… Sevindim. Benim, ‘Oynadığım her figürü yeniden yazmalıyım, farklı kimlik koymalıyım’ gibi bir saplantım vardır. O karakter benim benzersiz, bana ait imza taşımalı. Bu yüzden karakteri savunmak en önemsediğim konu. Bir karaktere hazırlanırken kimseyi örnek almam, kimseyi taklit etmem, benzer rolleri araştırmam, izlemem, cepten veya ezberden oynamam. Sinemada oyunculuğum; yalana, rüyaya, gerçek olmayana nefes üfleyip, içimizden biri olabilme durumu yaratmaktır. Uydurma, benzeri sık görülmüş klişe bir figür olmak istemem.
Sizi tanıyanların, yakın çevrenizin, filmi izleyenlerin tepkileri ne şekilde, neler söylüyorlar?
Herkes ‘O nasıl bir bakıştı. Senin gibi güzel bir kadından bu kadar kötü nasıl çıktı’ filan diyor.
İNSAN, EGOSUNU SOSYALLEŞTİRİP, ÇAĞDAŞLAŞTIRMAK VE BİREYSELLİKTEN ARITMAK ZORUNDADIR!
Nursel Köse’nin ‘Kuru Nedime’ gibi liderlik, hemcinsine karşı üstün olma, dediğini yaptırma konuları ile ilgili olarak ortak paralellikler var mı?
Tüm bu özellikleri her birimiz bir türlü taşıyoruz. İyi ve kötü; nefret aşkı gibi yan yanadır. Kopmaz parçamız aslında. Plato, ‘Birinci ve en iyi zafer insanın benliğini fethetmesidir. Benliğin insanı fethetmesi ise en utanç verici ve en kötüsüdür’ diyor. İnsan, egosunu sosyalleştirip, çağdaşlaştırmak ve bireysellikten arıtmak zorundadır. Oyunculuğun temel taşı bence bu.
Filmde sizi en çok etkileyen sahne hangisiydi peki?
Açlık! Açlık, insan onurun yitirilmesinde çok büyük bir etken. Korkutucu, tehlikeli… Bir karanlığa düşüyor ve asla dönüş yolunu bulamaz oluyoruz. İşte burada her şey kopabiliyor. Ahlak, din, inanç, gelenek, kültür gibi kavramlar güçsüz ve geçersiz kalıyor. Film boyunca bu çizgi beni derin etkiledi.
Ya içinizi acıtan sahneler hangileriydi?
Birbirinden öldüresiye nefret eden kadınların, bir bebeğin kurtuluşunu sağlarkenki görülmez anaç yanları ve sesiz anlaşmaları. Kadınlığın tüm acımasızlığını yaşarken, dünyaya can getirme konusundaki gizli saklı bir umut kaynağı olarak insan ve kadın olmamızın hatırlatması beni çok etkileyen alt metinlerdi.
İnsanlık haysiyetinin anlatıldığı filmin eserinden yola çıkarsak sizde bıraktığı izler?
Hangi dönemde ve hangi durumda olursa olsun, aşkın, sevginin her şeye rağmen, her durumda umut kapımızı aralama ışığı… Açlığın da aşkı yok sayacak güce sahip olması, talihsizliği.
Set ortamı nasıldı? Aklınızda kalan ya da çok güldüğünüz…
Sette ilk günümüzdü. Tüm kadınlar koğuşu hazırlandık ve koğuşa geldik. Herkese yeri gösterildi. Murat Saraçoğlu kapıyı üzerimize kilitledi ve gitti.
Nasıl yani?
Gerçekten… Efektten o döneme ait sesler ve müzikler dinledik. Hepimiz yatağımıza oturup kala kaldık. Bekliyoruz. Hiçbir şey olmuyor. Ses seda yok! Durumumuzun çaresizliğini, koğuşun fakirliğini ve gudubet havasını hissettikçe suskunlaştık.
Bence o sırada rol size düşmeliydi ‘Koğuş Ağası’ olarak. (Kahkahalar…)
Aynen öyle oldu zaten! Ben Nedime oldum birden. ‘Kalkın lan karılar, çay yapın, temizleyin etrafı, ne miskin miskin yatıyorsunuz’ dedim. Koğuşa hareket geldi ve herkes rolü ile ilgili bir uğraşı buldu. Nice zaman sonra Yavuz Bingöl kapıyı açtı, gardiyan gibi giyinmişti. Elinde cop bizi dışarı çıkardı. Hem rahatladık hem de çok güldük. Yönetmen Murat Saraçoğlu’ndan çok farklı bir giriş çalışmasıydı bence. Atmosferi duygusal ve fiziksel hazırladı.
Filmin İstanbul ve Ankara galalarından sonra geçtiğimiz günlerde Almanya Düsseldorf UFA Palast'ta da galası yapıldı. Nasıldı izleyenlerin tepkileri?
Oradaki seyircinin sevgisi,ilgisi tüm ekibi şaşırttı açıkçası. Gösterdikleri ilgide vatan hasreti, memleket özlemi vardı sanki. Aile fertlerini görmüş gibi sarıldılar bize. Filmi çok beğenip sonunda ayakta alkışladılar. İnanılmaz sıcaklık ve muhteşem bir misafirperverlik sergilediler.
SİNEMA; FESTİVALLERDE OLUR, PİŞER VE SERVİS EDİLİR!
zı kişiler yeni bir "KÖTÜ"çıkardın filan diyor..Aliye Rona filan diyenler var..Röpötajda bu naktalara değinirsek fena ılmaz
"Kuru Nedime
İstanbul Film Festivali yarışmasına katılmış 72. Koğuş. Ayrıca Nürnberg Film Festivali’ne de katılacak film. Sizin ayrıca 2007 Münster Film Festivali’nde jüride yer aldınız. San Franciso’da yapılan Berlin Beyond Film Festivali’nde onur konuğu oldunuz. Uluslararası ya da yerel festivallerin sinemaya katkıları…
Film festivalleri, bir filmin profesyonel anlamda, sinema olmaya doğru ilerlediği, görücüye çıktığı enternasyonal platformlardır. Sinema sanatının ihtiyaç duyduğu sihirli ortamlar, yıldızlı, kırmızı halılı ve ödüllü tescillendiği yerdir festivaller. Bu platformlarda; yarışma heyecanı yaşanır, kendini, kültürünü, ülkenin sanatını, sorunlarını, acılarını ve güzelliklerini sergiler ve yarıştırırsın. Sinema bence festivallerde olur, pişer ve servis edilir.
Filmleri duyurmanın dışında festivallerin oyunculara katkıları nelerdir peki?
Film, festivallerin enternasyonal platformlarına oyuncular tarafından taşınır. Onlar tüm ekibin, kamera arkasındaki tüm çalışmaların, emeğin, yorgunlukların, çabaların parlak yüzleridir. Festivaller sayesinde oyuncu; seyircisiyle, basınıyla, sineme eleştirmenleriyle, jüri ile buluşur. Oyuncu için orada olmak ve kazanmak vardır, ödül almasa da kaybetmek gibi bir şey olmaz. Festivaller bizim sınıfı geçtiğimiz ve veya ödüllendirildiğimiz pırıltılı ortamlardır. Daha farklı kitlelere ulaşarak sinema elçiliğini yüklenir oyuncu; işi de budur zaten.
FATİH AKIN BENİ ARADI VE ‘ÖNÜMÜZDEKİ İKİ YILDA HAMİLE KALMA PLANIN VAR MI’ DEDİ!
zı kişiler yeni bir "KÖTÜ"çıkardın filan diyor..Aliye Rona filan diyenler var..Röpötajda bu naktalara değinirsek fena ılmaz
"Kuru Nedime
2007 yılında Fatih Akın imzalı ‘Yaşamın Kıyısında’ filmiyle ‘Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ödülünü aldınız. Fatih Akın’la karşılaşmanız ve Yaşamın Kıyısında’ filmine ‘Yeter’ karakteriyle dahil olmanızın hikayesi nedir?
2003 yılında çekilen ‘Anam’ filmimin galasında Fatih Akın bana çok iyi bir oyuncu olduğumu ve bir gün mutlaka benimle çalışmak istediğini söyledi. 2006’da beni aradı ve ‘Önümüzdeki iki yılda hamile kalma planın var mı’ diye sordu. ‘Hayır, yok’ dedim. (Gülüyor) ‘Sana bir teklifim var; Hannah Schigula ve Tuncel Kurtiz’in de olduğu, 6 kahramanı olan bir film yapmak istiyorum’ dedi. Senaryo henüz taslak halindeyken ben ‘Evet’ dedim. Çünkü yine karşıma heyecan verici ve çok uğraşmam gereken bir rol çıkmıştı.
FATİH AKIN, OYUNCULUĞUMU DÜNYA SİNEMASINA TAŞIDI!
Fatih Akın’la çalışmak size neler kattı?
Oyunculuğumu dünya sinemasına taşıdı ama en önemlisi beni Türk seyircisiyle ve sinemasıyla tanıştırdı.
Sizce gişe başarısı mı önemli yoksa festivallerden ödül alarak taçlandırılmak mı oyuncuyu daha motive ve mutlu eder?
Benim gişe kaygım olmaz. O, yapımcının kafa yorması gereken bir mesele. Zaten az gişe, çok gişe bize maddi bir katkı getirmez. Amerika’da farklı. Oyuncular filme ortak da olabiliyor ve otomatikman o tür kaygılar taşıyabiliyorlar. Bizim mutluluğumuz ödüller ve alkışlardır.
Birçok dizi ve filmde rol aldınız. Gelen senaryoları değerlendirirken neleri dikkate alıyor, hangi kıstaslara öncelik veriyorsunuz?
Doğru senaryo, doğru yönetmen, doğru yapımcı, doğru cast... Bu doğrular benim şahsi ve göreceli doğrularımdır. Oynayacağım karakter; beni heyecanlandırmalı, korkutmalı hatta. Tanımadığım yanlarımla karşılaşmamı sağlamalı. Ve bana yabancı, tanıdık gelmeyen bir kişilik olmalı. ‘Bu rolün altından nasıl kalkarım ben’ diye kara kara düşündürmeli.
YOLCULUKLARA ÇIKMADAN ÖNCE BAVULUNUZA HAYALLERİNİZİ YERLEŞTİRMEDEN GİDERSENİZ, HEP BİR ŞEYLERİ UNUTTUĞUNUZ HİSSİNE KAPILIRSINIZ!
17 yaşında Almanya’ya gidiyorsunuz. Almanya’ya gitme nedeniniz; üniversite okumak amacıyla mı yoksa oyunculuk ya da başka hayallerinizin peşinden koşmak için mi?
Üniversite okumak için gittim Almanya’ya. Almanca’yı sonradan öğrendiğim için ilk başta oyunculuk okumak alternatifim yoktu. Yüksek mimar mühendis oldum. Yolculuklara çıkmadan önce bavulunuza hayalleri yerleştirmeden giderseniz, hep bir şeyleri unuttuğunuz hissine kapılırsınız.
Yarım kaldığınızı hissedersiniz belki de.
Aynen… Bir yanınız terk ettiğiniz yerde asılı kalır. Hayallerimin peşinden koşmak zorunda kalmadım. Hayallerimi hep yanımda taşıdım. Tekrar Türkiye’ye geldiğimde de yeni hayallerle dolu getirdim bavulumu. Burada yapacak çok işim var daha.
MİMARLIĞI BIRAKIP SANATTAN YAŞAMA HAVUZUNUN SOĞUK SULARINA DALDIM!
Köln Üniversitesi’nde mimarlık okuduktan sonra kısa bir süre mesleğinizi yaptınız. Sonra 6 kadından oluşan kabare yapmaya başladınız. Mimarlıktan kabareye geçiş nasıl ve ne şekilde…
Öğrenimim sırasında çeşitli Türk ve Alman ‘Off’ tiyatrolarında oynadım. Yeni tiyatro gruplarını oluşturdum. Oyun yazdım. Gençlerle, kadınlarla forum tiyatroları yaptım. Dans ettim. Radyo tiyatroları yazdım, yönettim. İki dilli şiir kitabımı çıkardım. Edebi okumalar yaptım. Workshoplar ve seminerler verdim. Yani iki kolumun altında dokuz karpuz taşıdım. Alman pasaportumu alıp oturumumu garantileyince, mimarlığı bırakıp sanattan yaşama havuzunun soğuk sularına daldım.
Almanya’da ‘Die Bodenkosmetikerinnen’ adıyla ilk Yabancı kadın kabare grubunu kurdunuz. ‘Yer Kozmetikçileri’ kabaresiyle kabare yıldızı olarak başarı kazandınız. 1992 den 2000 yılına kadar kabare yaptınız. 2004 -20008 arasında iki kişilik Duo olarak stand - up yaptınız. Tercihiniz hangisinden yana?
Kabarede 5 veya 6 yabancı kadın olarak grup çalışması olmasına rağmen oyunları kendim yazıp, yönettim ve oynadım. 6 kadın bir minibüsle tüm Almanya’yı ve Almanca dilli ülkeleri 10 yıl boyunca turladık. Kabare form değiştirmeye başladı. Özel televizyon kanalları komediye önem veriyor oldu. Kabarede komedi beklentileri yükseldi. Biz bu akıma kendimizi bırakmadık ve güzel bir sonla 2000 yılında bitirdik. Benim sahne sevgim son bulmadı ve yeni bir ikili oluşturdum. 4 sene birlikte doğaçlama kökenli stand-up yaptık. Şimdilerde İstanbul’da yerli ‘Yerkosmetçileri’nin buraya uyarlanmış versiyonunu hazırlıyorum. Çok heyecanlı bir proje.
HAYALİNİ BİLE KURMAYA VAKİT KALMADAN OYUNCU OLDUM!
Stand-uplar, diziler, filmler, oyunlar… Oyunculuğun kanınıza girmesi hangi döneme rastlamakta? Neydi oyuncu olmaya sizi yönlendiren? Neydi bu konuda size dürten yani neydi size ‘Oyuncu olmalıyım’ dedirten?
Hiç oyuncu olayım demedim. Hayalini bile kurmaya vakit kalmadan işin içinde buldum kendimi. Almanya’da ‘yabancı kadın, Müslüman kadın, Türk kadını, işçi kadın ve temizlikçi kadın’ gibi kimliklerle karşı karşıya getirildim.
TÜRK OLMAYI ALMANYA’DA ÖĞRENDİM!
O önyargı hep var maalesef!
Aynen… Hangi akademik donanımda olursak olalım, Almanların her alanda gözlerinde; Türk temizlikçi kadın olma önyargısı silinmedi. Türk olmayı Almanya’da öğrendim. Sanatsal, kültürel, siyasal ve sosyal alanlarda hiçbir hakkımızı dile getirecek konumda değildik maalesef. Benim gittiğim yollarda henüz hiç kimse yürümemişti. Sinema hiç yok gibiydi. Olanlarda ise tipik Türk kadını tipini oynamaktan başka çaremiz kalmıyordu. Ben artık o tür rolleri yukarıdan aşağıya, sağdan sola gözü kapalı oynayabiliyordum. Başka senaryolar yazılmıyordu. 30 yıldır suskun ve dilsiz bırakılmış insanları kabare sanatım üzerinden konuşturdum. Yabancı işçilerin; acılarını, yabancı düşmanlığını, politikayı eleştirmek, gençlere doğru örnek olma gibi misyonlarım oldu. Veya bu misyonlar bana yüklendi. Son 10 yılda 3. nesil farklı işlere girişti. Ve Fatih Akın’lar, Buket Alakuş’lar, Neco Çelik ve Züli Aladağ’lar çıktı. Nihayet kendi meselemizi kendimiz anlatmaya başladık. Bugün artık bir sürü alanda kapıları 3. ve 4.nesil için açtık, öncü olduk.
ÖZEL HAYATIMI AYILARDAN ARINDIRDIM!
2009’da Türkiye’de ilk kez ‘Bahçemdeki Ayı’ adlı tiyatro oyununda rol aldınız. Hayatımızın bahçesi dediğimiz kalbimize giren ayıları bir parça yola getiren ve kadınların birçok konuda söz sahibi olabileceğini anlatan, düşündüren bir oyundu o. Bu oyundan yola çıkarak sizin hayatınızın bahçesine baktığınızda yaşamınızdaki gördükleriniz neler?
Özel hayatımı ayılardan arındırdım. (Kahkahalar…) Ancak bu ayıları yok sayıyorum anlamına gelmiyor. Ömür boyu süren kadınlık savaşı var önümüzde. Hele ki; Türk kadınına özgürlük ve bağımsızlık tepside hazır sunulmuyor.
Türkiye – Almanya arasında iki kültürü yaşamış biri olarak sinema sektöründe gözünüze çarpan bariz farklar…
En barizi bu sektörde hiçbir garanti, sigorta, sendikalaşma, örgütlenme, emeklilik hakları gibi en bariz ve temel haklar yok denecek durumda. Oyuncu ve ekip haklarının korunmadığını ve ihlal edildiğine çok rastladım. Sinemada bedava oynamak gibi çok doğal bir beklenti var. Ve tüm taraflar bunu çok doğal olarak kabullenmiş.
TÜRKİYE’DE ‘STAR’LAR KÖŞELERİNE ÇEKİLİP VİP YALNIZLIĞI YAŞIYORLAR!
Türkiye’ye geldiğinizde daha çok hangi konularda bocalamalar yaşadınız?
Starlar ve insanlar diye ikiye ayrılıyor setlerde. Oyuncular çok havalı, ekiple kaynaşmaya tenezzül etmeyen kişiler. Ekiple ayını masaya oturup yemek yiyene az rastladım. Starlar köşelerine çekilip VİP yalnızlığı yaşıyorlar. Ekip de oyuncu ile kaynaşacak bir ortam bulamıyor. Hâlâ alışamadım bu hallere ve çok asosyal buluyorum. Film ekip işidir, grup ahangidir.
Yılın çoğu ayı Almanya’dasınız değil mi?
Berlin ve İstanbul sevdiğim kentler. Her ikisinde de yaşamayı ve çalışmayı çok seviyorum. Yıllardan sonra bu lüksüm olduğu için çok mutluyum. Ama daha çok Türkçe oynamak istiyorum. Daha sık İstanbul’da olmaya gayret ediyorum. Almanya’daki birçok işimi dondurdum.
Bundan sonra yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Yerli kadınlar kabaresi kuracağım. Tek kişilik stand-up programıma çalışıyorum. Umarım ilginç sinema rolleri oynarım. Dizilerdeki hıza ve tempoya alışmak istiyorum.
LİMUZİNDEN İNDİM, MURAT 124’E BİNDİM!
Herkes sinema sektörü için yurt dışına çıkmak isterken siz niye Türkiye’ye…
Herkes Avrupa sineması yapmak için yurt dışına çıkmak isterken ben niye Türkiye’ye geldim? Türkçe oynamak için… Limuzinden indim, Murat 124’e bindim!