GeriSeyahat Latin Amerika’nın sahici sarı çiçeği
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Latin Amerika’nın sahici sarı çiçeği

Latin Amerika’nın sahici sarı çiçeği

Türkiye’nin 1.5 katı büyüklüğündeki Peru, en etkileyici, en otantik, en gerçek Güney Amerika ülkesi. Nüfusu 27 milyon. Halkın üçte biri Krallar Şehri adıyla anılan başkentte yaşıyor. Lima ismi Aymara dilinde sarı çiçek, Quechua dilinde vaiz anlamına geliyormuş. İspanyol ve Peru kültürünün karışımı mutfağından mimarisine melez bir şehir çıkarmış ortaya. Bu yılın ilk günlerinde yolu Lima’ya düşen Lakme Toktaş, izlenimlerini yazdı.

Gecenin yarısına fazla kalmadı.

Lima Havaalanı çıkışında yolcuları büyük bir kalabalık karşılıyor. Yüzlerce el uzanıyor kapının eşiğinde. Çığlık çığlığa anlaşmalı oteline götürmeyi teklif edenler, otomobil mezarlığından çıkmış görünümündeki aracıyla taksi hizmeti sunmaya çalışanlar. Sanki geçmiş zaman filmlerinden birine ışınlanıyorum. Güçlükle bizi bekleyen otobüsümüzü buluyor ve yola koyuluyoruz.

Dış mahallelerden geçiyoruz. Gecenin o saatinde dahi yoğun bir trafik, yaşamı her şeyiyle loş ışıklı sokaklarda sürdürenler, TV seyredenler, çamaşır yıkayanlar, yemek yapanlar, çene çalanlar, etrafta çırılçıplak popolu oynayan minikler. Yolculuk sürüyor ve birden sanki görünmeyen bir sınırı aşıyoruz.

Modern çok katlı binalar, bakımlı bahçeler, ışıklandırılmış aydınlık geniş caddelerden en sonunda otelimize varıyoruz.

Yarım yamalak bir uykuyla geçen birkaç saat sonrasında soluğu, bahçesi, yüzme havuzu ve kahvaltı salonu en üst katında bulunan otelin tepesinde alıyorum.

DOLMUŞTA SARDALYA İSTİFİ

Sabahın erken saatleri, hava sisli puslu. Dediklerine göre sis senenin 300 günü eksik olmuyormuş. Ay hálá tepemizde, güneş ise kendine yer etme çabalarında. Bir an için nerelerdeyim tereddüdünü yaşıyor, kısa sürede toparlanıyorum. Zirvesi karlı dağların çevrelediği, göz alabildiğince binaların uzandığı, sabahın bu erken saatinde dahi yoğun trafiğin korna sesleri duyulan kalabalık başkent Lima’dayım.

Türkiye’nin 1.5 katı büyüklüğündeki Peru, en etkileyici, en otantik, en gerçek Güney Amerika ülkesi. Nüfusu 27 milyon. Halkın üçte biri Ciudat des Reyes (Krallar Şehri) adıyla anılan başkent Lima’da yaşıyor. Bu isim Aymara dilinde sarı çiçek, Quechua dilinde vaiz anlamına geliyormuş. Şehir, Rimac Nehri vadisinde, And Dağları’nın batısında, Pasifik Okyanusu’nun çölleşmiş kıyılarına yerleşmiş. Kurucusu, 1535’te general Pizzaro öncülüğünde El Dorado’nun peşine düşen İspanyollar. Peru, İspanyol melezlerini tanımlamada kullanılan mestizo sözcüğü, rahatlıkla şehrin kültürü için de kullanılabilir. İnka tapınaklarındaki altın ve gümüş zenginlikleri talan eden İspanyollar, inşa ettikleri katedral ve saraylarla şehre damgasını vurmuş. Gün içinde şehri dolaşırken bunu çok daha iyi gözlemlemek mümkün.

Lima, 30 yıl öncesinin İstanbul’una benziyor. Bizim icadımız ve sadece bize özgü sandığım dolmuş geleneği burada da yaşıyor. Eski püskü minibüsler, gür sesli çığırtkan muavinlerle yolcu topluyor. Yolcular sardalya konservesi hazırlarmışçasına maharetle daracık araçlara istifleniyor. Böylesine yoğun, düzensiz ve heterojen şehirleşmenin
/images/100/0x0/55eac096f018fbb8f89471cf
kaçınılmaz sonucu asayiş sorunları yaşanıyor. Tüm binaların pencereleri kalın demir parmaklıklı. Gördüğüm güzel bahçeli evler kameralar ve elektrikli tellerle çevriliydi. Yolda sık sık, elinde makineli tüfek bulunan görevlilere rastladım. Zenginlerin yaşadığı Miraflores ve San Isidro semtleri adeta görünmeyen duvarlarla fakir halkın yaşadığı bölgelerden ayrılmış.

SARAYDA ŞAŞIRTAN BAYRAK

Görkemli ana meydan Plaza di Armes, film seti görünümünde. İspanyol sömürgeciliği dönemine ait çok sayıda zarif, kafesli tahta balkonlu binayla çevrili. Bu sayede 1991’de UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine dahil edilmiş.

İspanyol yönetimine giren tüm şehirlerde birer Plaza di Armas (Silah meydanı) ve birer San Francisco kilisesi veya katedrali bulunuyor. Lima’da da en önemli meydanın adı olan Plaza Mayor, sömürge dönemine özgü kapalı ahşap balkonlu evleriyle dikkat çekiyor. Buraları fetheden Francesco Pizzaro’nun özenle planladığı meydanda Perulular 1821’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yaşamın ironiden ibaret olduğunu gösteren bundan daha iyi kanıt olabilir mi acaba? Meydanın kuzeyinde, Başkanlık Sarayı, güneyindeyse merdivenlerinden kalabalığın eksik olmadığı Katedral veya Başpiskopos Sarayı yer alıyor.

Ve bir sürpriz.

Amerika’nın San Francisco şehrini ziyaret ettiğimde anlamını öğrendiğim, şehrin belli bölgelerinde sıkça gördüğüm gökkuşağı bayrağına burada rastladığımda şaşkınlıktan küçük dilimi yutuyordum. Başkanlık Sarayı’nın tepesinde dalgalanıyordu. Biliyorsunuz Başkan A. Toledo, gururla İnka soyundan geldiğini belirtiyor. Bayrağın İnka kökenli olduğunu öğrenince aklım karıştı. Deseni, renkleri Amerika’dakinin aynı, anlamları çok farklı. Kim, kimden esinlendi acaba?

75 BİN İSKELET BİR ARADA

"Lima Barok" mimari tarzının en güzel örneği olan San Francisco Kilisesi’nde şehrin kurucusu General Francisco Pizarro gömülü. Kurduğu şehrin altı yıl sonra mezarına dönüşebileceğini tahmin etmiş miydi acaba? 1541’de çıkan isyanda öldürülmüş Pizarro. Kilise çok zengin kütüphanesi ve alacakaranlık kuşağı meraklılarının ziyaretten hoşlanacağı loş tünelleri, yeraltı mezarlarıyla ünlü. Burada 75 bin iskelet bulunduğu söyleniyor.

Şehirdeki Antropoloji Müzesi, en geniş prekolumbian eserler koleksiyonunu barındırıyor. 8000 yıllık taş objeler, Chimu, Nasca, Mochica ve Pachacamac kültürlerine ait, değişik İnka el sanatları ve giyim eşyaları sergileniyor. Nazca’dan mumyalar dikkat çekici.

Rafael Larco Herrara Müzesi, rengarenk begonviller arasında bembeyaz bir yapı. 7. yüzyıla ait prekolumbian bir piramidin tepesine inşa edilmiş. Özel müzenin koleksiyonunda M.S 200 - 700 yıllarından, Moçe kültürüne ait seramikler bulunuyor. Bahçesindeki erotik müzede yüzyıllar öncesinin ürünleri sergileniyor.

Şehrin en ünlü turistik bölgelerinden Miraflores’de hoş parklar, mağazalar, resim sergileri yer alıyor. Denize dik inen sahil şeridi bana Antalya’nın falezlerini hatırlattı. Sahilde yürürken rengarenk yamaç paraşütlerinin çevrede süzüldüğünü görmek çok hoştu. Lima’da para bozdurmak için banka aramanıza gerek yok. Sokaklarda tek tip önlük giymiş görevliler ellerinde hesap makineleriyle, "dürüstçe" mobil banka gibi çalışıyor. En azından ben kazıklanma gibi bir sorunla karşılaşmadım.

Peru’nun görülmesi gereken diğer önemli yerleri 2500-3000 metre irtifada. Arequipa, kayıp şehir Macchu Picchu, Titikaka Gölü’yle karşılaştırıldığında başkente ulaşmak çok kolay. Lima, muhtemelen bu nedenle, İspanyol sömürgecilerin Amerika kıtasında başkent ilan ettiği Mexico City’den çok daha güzel bir şehir. Dahası gezginleri, ülkenin diğer hazinelerine ulaştıran rengarenk bir geçit.

DETOKS YEMEKLER SERT İÇKİLER

Peru mutfağı, İnka öncesine uzanıyor. İspanyol sömürgesi olduğu dönemde gelişmiş. Temel gıdaları başta balık olmak üzere, deniz ürünleri, mısır, patates. Ünlü yemekleri "Cheviche", limon suyu, soğan ve biberle marine edilmiş çiğ balık. Haşlanmış tatlı patates, közlenmiş mısırla sunuluyor. "Pachamanca" ise et ve sebze haşlaması. Şehirde, birbirine benzer mönüler sunan "Chifas" adlı Çin restoranlarına sık sık rastlayacaksınız. Milli alkollü içkilerinden Pisca Sour, sert, damıtılmış bir içki. Bir tür rom olan Pisco Brandy, yumurta akı ve limon suyundan yapılıyor. Chica Morada ise mor mısır ve ananastan yapılan hoş bir içki. Coca Cola’ya inat Inka Cola adıyla sanılan alkolsüz içkileri, aşırı tatlı bir tür gazoz. Peru’nun yüksek bölgelerinde, koşullara uyum sağlamak için tüketilen koka, Lima’da çay olarak içiliyor.
False