Kraliçe Elisabeth’in izinde valslerin kanatlarında
Valslerin şehri Viyana’da en görkemli balolar şubatta düzenlenir. Ruslar ve kahvecilerden sonra 27 Şubat’ta Viyana Operası’nın düzenlediği balo Avrupa’nın bu alandaki en iddialı organizasyonudur. Filiz Akın, valslerin yankılandığı şehri gezdi, izlenimlerini yazdı.
Otomobilin penceresinden seyrediyorum valsler diyarını. İlk gelişim değil, bakıyorum her şey aynı, sanki hiç değişmemiş.
Geniş caddeleri, görkemli şehircilik örneği güzelim eski binaları, üslubu hiç bozmayan (pıtrak gibi bitmeyen) yeni binalarla, titizlikle korunan kocaman parklar ve telaşsız bir trafik… (Üzerinize gelen ürkütücü kalabalık yerine) telaşsız görünen insanlara bakıyorum.
Diğer metropollerden değişik bir duygu bu…
Ey Viyana! Valsleri hatırlatan aristokrat duruşun ve biraz soluk görüntünle özlediğimiz “sakin şehir” misin, diye bağırmak geliyor içimden.
Sonra şehirdeki parklardaki sanatçıların, edebiyatçıların daha çok da müzisyenlerin heykelleriyle tanıdık bir dost gibi selamlaşıp susuyorum.
Şehrin en kalabalık yeri merkezi ve ona açılan yolları. Tabii ki ünlü markaların mağazaları, kafeler hepsi orada.
RESİM, MÜZİK, LEZZET
Sabah Belvedere Sarayı’nı ve odalarını dolaşıyor, klasik ressamlardan günümüz sanatçılarına kadar sergilenen resimleri hayranlıkla seyrediyoruz. Önce Rubens, Caravaggio, Kokoshka, sonra Klimt ve çağdaş sanatçılara doğru bir yolculuk bu.
Viyana’nın büyülerinden biri de müzik. Önceden bilet ve yerimizi ayarlayıp Viyana’nın ikinci önemli orkestrası ve çok özel konser salonunda; Mahler dinleme şansımız oldu. Salon hıncahınç doluydu ve çılgınca alkışladılar.
Hafta sonunda ise bir tepeden Viyana Kuşatması’nın yaşandığı alanı seyrettik. Çok kalabalıktı. Osmanlı Ordusu’nu arkadan sarıp kenti kurtaran Leh Prensi Jean - Sobiesky için mütevazı bir kilise yapılmış tepenin en hakim yerine. Kıvrıla kıvrıla inen yolun sonunda bir de Figl isminde bir lokanta var. Zar zor yer bulduk ama odun ateşinde pişen yemeklerle en lezzetli durağımız oldu. Şinitzel bile farklıydı.
Bilirsiniz, Viyana’nın kendi kadar meşhur iki pastası var. Kapısında çok beklenen Sacher Oteli’nin kafesinde sacher torte, Demel’in restoranında da Apple- Strudel yemek iyi bir seçim olabilir.
BAŞARILI TÜRKLER
Burada başarılı Türklerden biri modacı sevgili Atıl Kutoğlu. Hem tanınıyor hem çok seviliyor. Defalarca davet etmişti, gelecek yılbaşı konserini belki beraber izler alkışlarız kim bilir!
Bir de Viyana’yı merkez edinmiş müthiş bir Türk var. Atilla Bey. Türk Havayolları ve onun gibi uçaklara catering yapan DO&CO’nun sahibi. Viyana’da Demel (Kafe-restoran) gibi birkaç işletmenin sahibi ve dünyada yemek işinde çok çok önemli bir isim…
Viyana için birkaç gün az. Dönerken valsin bu şehre ne kadar yakıştığını düşünüyorum. Hızlı olmayan, romantik adımlarla, bale gibi estetik bir vücut diliyle, uçuşarak dönmek, dönmek… Asillerin dansı…
Bu şehrin telaşsız güzelliğine çok yakışıyor.
Kraliçenin talihi
Bir başka gün dünya güzeli Romy Schneider’in unutulmaz filmi Sissi’nin ana kahramanı Kraliçe Elisabeth’in evindeyiz. Hofburg Kraliyet Sarayı’nın müzeye dönüştürülmüş bölümünde; giysileri, mektupları, yatağı, kanepeleri, masalarıyla o çok sıkıldığı özel hayatında dolaşıyoruz. Hatırlarsanız çok genç yaşta Avusturya İmparatoru’nun karısı olmuş fakat saray hayatından çok sıkıldığı için daha çok dışında yaşamıştı. Sonunda bir anarşist tarafından, 60 yaşında, Cenevre Gölü’nün kıyısında yürürken öldürülmüştü bu güzel kadın.
Müzenin giriş bölümünde, sarayın kap, kacak, tabak, çatal, bıçak, bardak, şamdanları ve bunlarla süslü muhteşem masa ve ziyafet sofraları sergilenmiş. Çoğu altın kaplama olan ve Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun bütün zevkini yansıtan bu sergi çok ihtişamlı ve göz kamaştırıcı.