Serhan YEDİG syedig@hurriyet.com.tr
Son Güncelleme:
Kayak merkezi festivalde müzik köyüne dönüşüyor
Yeşim Oymak (38), çekirdekten gezgin. Kıtalararası uçuşlara çocukluğunda başladı. Öğrencilik yıllarında gezilerini sürdürdü. “Tercihim büyük şehirler. Keşfetmeyi severim” diyor. Üç yıl önce İstanbul Müzik Festivali’nin yönetmenliğini üstlendiğinden bu yana seyahatleri sıklaştı. Dünyanın önde gelen festivallerini izliyor, kimi zaman ünlü sanatçılarla kuliste bizzat görüşüp İstanbul’a gelmeye ikna ediyor.
Bu amaçla çantasında daima bir kutu lokum bulundurup, fıkra gibi olaylar yaşıyor. Oymak, kış sporları merkezi Verbier’nin temmuzunu anlatırken “Martha Argerich, Mischa Maisky, Yuri Bashmet gibi efsanevi müzikçilerle sokakta yürüyüp, birlikte kahve içeceğiniz büyüleyici bir müzik kasabasına dönüşüyor” diyor.
Babam THY’de pilot olduğu için seyahat evimizin vazgeçilmez parçasıydı. Ailece gezerdik, bazen babam beni uçuşlarına götürürdü. Singapur, Banghok, Tokyo, New York’u lise öncesinde görmüştüm. Uçuş ekibi gidilen şehirde 4-5 gün beklerken çevreyi gezerdik. 19 yaşında ilk yalnız yolculuğuma çıktım. Budapeşte’ye, sınıf arkadaşım, piyanist Zeynep Üçbaşaran’a gittim. Liszt Akademisi’nde okuyordu. Bir haftada şehrin altını üstüne getirdik. Bu güvenle ertesi yıl, Viyana, Budapeşte, Prag turuna çıktım. Fakat treni kaçırıp Prag’ı göremedim.
LEZZETTE MACERAPERESTİM
Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi, İstanbul Üniversitesi’nde piyano eğitimi aldığım üniversite yıllarımda gezilerim azaldı. Sanat tarihi dersi başladığında sınıf arkadaşlarımla Paris’e gitmiş, hostelde kalıp, küçük bir bütçeyle iki hafta müze, galeri gezmiştik. En maceralı yolculuğuma 1993’te, ağabeyim ve kız arkadaşıyla çıktım. Sırt çantasıyla iki haftada Singapur, Bali ve Jakarta’yı gezdik. Bugüne kadar beş kıtada 20’nin üstünde ülke gördüm, Fransa ve İtalya’yı şehir şehir gezdim. Hedefim Brezilya, Çin başta olmak üzere diğer ülkeler.
Turlarla seyahat etmem, kısıtlanmış hissederim. Gezi öncesi ayrıntılı bilgi toplar, önemli konserlere bilet alırım. Halkın gittiği lokantaları soruşturum. Şehirleri yürüyerek keşfetmeyi severim. Kaybolmak hoşuma gider. Çünkü şehirlerin gizli ruhu ancak böyle kavranabilir. Meydanlardaki kafelerde oturup çevremi gözlemlerim. Kapalı alanda kalmayı sevmem, birkaç müzeyle yetinirim. CD defterimle plakçıları gezip, eksik albümleri toplarım. Alışveriş yapmasam da antikacılara giderim. Beş yıl önce karaf koleksiyonuna başladım.
Gezideki önceliklerimden biri de lezzetler. Yemekte çok maceracı ve cesurum. Bangkok’ta çekirgeyi denedim. Akrep görsem onu da tadardım! Esnaf lokantalarının yanı sıra bazen eşimle Michelin yıldızlı restoran keşfine çıkarız. Örneğin Paris’ten Brötanya kıyısında istiridyeleriyle ünlü St. Malo’ya gitmiştik. En çok dikkatimi çeken, yemekteki tüm malzemelerin tadlarının ayrı ayrı alınabilmesiydi. İki yıldızlı restoranda yemekler bu düzeydeyse, üç yıldızlılarda hayal ötesi olmalı, diye düşünmüştüm.
ARGERICH’İN SÜRPRİZİ
İsviçre Alpleri’ndeki Verbier kasabası, otomobille Cenevre’den iki, Lozan’dan bir buçuk saat uzaklıkta. 1500 metre yüksekliğindeki platoya kurulmuş, çevresi 3400 metreye ulaşan dağlarla çevrili. Temmuzda çevresi uçsuz bucaksız kırlarla çevreleniyor. Hayatımda gördüğüm en çılgın yeşile sahip, en temiz kasaba. Evleri çiçekle süslü. Sıcaklık gündüz 25, gece 15 derece civarında. Dünyanın en ünlü sanatçılarının albümlerini yayımlayan Deutsche Gramophone’un sanat yönetmeni Martin Engstroem, 1994 Temmuzu’nda Verbier’de gençlerle büyük virtüözleri buluşturacak bir festival başlatmış. Görevinden ayrıldıktan sonra da festivali sürdürmüş. Bu iki haftada kasabanın sokakları dünyanın dört bir yanından seçilip gelen genç müzikçiler ve müzikseverlerle doluyor. İki haftalığına kurulan Verbier Akademisi’nde ustalar, gençlerle müzik atölyeleri gerçekleştiriyor. James Levine’ın yönetiminde kurulan Verbier Orkestrası’yla konser veriliyor. Sonra orkestra Avrupa turnesine çıkıyor.
Birkaç yıl önce bir arkadaşım akademinin yöneticiliğine atanınca Verbier’i merak etmeye başladım. Ardından yönetsel görev teklifi aldım. Buna karşın ancak geçen yıl gidebildim. Kasabadaki ilk gün sokağa çıktığımda, yolda birkaç dakika arayla Yuri Bashmet, Martha Argerich ve Renaud Capucon’la karşılaşınca hayal görüyorum sandım. Ardından kafede Maisky’ye rastladım. Ailesiyle gelmişti. Çevredekilerle bir gün önceki konserini konuşuyordu. Enstrümanlarıyla sokaklarda koşturan gençler cıvıl cıvıl bir atmosfer yaratmıştı. Verbier, Avrupa’da çok ünlü sanatçılarla, samimi ortamda karşılaşabileceğiniz yegane festival.
Sabah saat 11.00 ve akşam 20.00’de kasaba kilisesinde, yine 20.00’de büyük salonda konserler veriliyor. Konserlerin özelliği, hiç aklınıza gelmeyecek, çok ünlü sanatçıları buluşturup küçük oda müziği toplulukları oluşturması. Üstelik dinleyici ile müzikçiler arasında çok yakın iletişim yaratması. Bu konserlerin birinde, arada kapıda hava almaya çıkmıştım. Martha Argerich gelip sigara istedi. Yoktu, sigara içmediğim için kahroldum! Konser sonrası barda Lang Lang’la Capucon’u bir şeyler içerken gördüm. İsteyen yanlarına gidip sohbet ediyordu.
Akademideki dersler halka açık. Vadim Repin, Maxim Vengerov’u yetiştiren Zakar Bron gibi bir ustayı izlerken mucizelerle karşılaşıyorsunuz. Ders verdikleri öğrenci, sihirli değnekle dokunmuşcasına değişiyor bir saat içinde. Dikkatli müziksever bu derslerden, bir virtüözü dinlerken nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenebilir.
GÖZÜMÜ KAPADIM UÇURUMA ATLADIM
Başınızı kaldırıp çevredeki dağlara baktığınızda, rengerenk paraşütler görüyorsunuz. Uçanların bir kısmı müzikçiler. Çok merak ettiğim halde, cesaret edemiyordum. Birgün yolda piyanist Helen Grimaud ve 70’ini aşkın menajeri Parott’la karşılaştım. “Biz atladık, harikaydı” dediler. Bu cesaretle, köyden teleferikle 2400 metrelik tepeye çıktım. Paraşütle bir uçurumun dibinde durduk. Aşağıdaki evler kibrit kutusu kadardı. Ardamdaki pilot koşmamı söyleyince “Koşacak mesafe yok, düşerim” dedim. Cevabı cesaret vericiydi: “Zaten düşeceksin!” Birkaç adımda havalandık. 30 dakikalık harika bir uçuşta çevredeki köyleri kuşbakışı gördük, sonra tarlaya indik. Öylesine oksijen çarptı ki, Lang Lang resitalinin ikinci yarısında uyumuşum!
“Verbier Dostları” adlı grup İsviçre, Fransa, ABD şubeleri kanalıyla dünyanın dört bir yanından müzikseverleri taşıyor festivale. Birkaç büyük oteli, çoğunlukla dolu oluyor. Oda fiyatları 150 Euro civarında. Kalabalık gruplar daha ekonomik olan dağ evi kiralıyor. Otomobil kiraladıysanız, dağın eteklerindeki köylerde de kalabilirsiniz. Verbier’deki birkaç restorandan birini unutamıyorum. İsviçre mutfağından raclette (erimiş peynir), fondü gibi lezzetler sunuyor.
Bölgede iyi işleyen bir tren ağı kurulmuş. Gündüz, çevredeki köyleri gezmek mümkün. Yürüyüşçüler, dağ bisikletçileri için turlar düzenleniyor. Aşağıdaki gölde kano yapılıyor. Festivale gideceklere önerim, biletlerini önceden almaları.(www.verbier.ch) (www.verbier.com)
en sevdiği beş yer
' Prag ' Bali ' Paris ' Havana ' New York
ne okur
Kent rehberi, müzikle araştırma kitabı
nerede kalır
Butik otellerde
ne giyer
Rahat kıyafetler
çantasının vazgeçilmezleri
Cep telefonu, kitap, gözlük, krem, not defteri
ne yer, ne içer
Yerel lezzetler
kiminle seyahat eder
eşiyle, arkadaşlarıyla
ne alır
Kitap, CD, hediyelik
Babam THY’de pilot olduğu için seyahat evimizin vazgeçilmez parçasıydı. Ailece gezerdik, bazen babam beni uçuşlarına götürürdü. Singapur, Banghok, Tokyo, New York’u lise öncesinde görmüştüm. Uçuş ekibi gidilen şehirde 4-5 gün beklerken çevreyi gezerdik. 19 yaşında ilk yalnız yolculuğuma çıktım. Budapeşte’ye, sınıf arkadaşım, piyanist Zeynep Üçbaşaran’a gittim. Liszt Akademisi’nde okuyordu. Bir haftada şehrin altını üstüne getirdik. Bu güvenle ertesi yıl, Viyana, Budapeşte, Prag turuna çıktım. Fakat treni kaçırıp Prag’ı göremedim.
LEZZETTE MACERAPERESTİM
Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi, İstanbul Üniversitesi’nde piyano eğitimi aldığım üniversite yıllarımda gezilerim azaldı. Sanat tarihi dersi başladığında sınıf arkadaşlarımla Paris’e gitmiş, hostelde kalıp, küçük bir bütçeyle iki hafta müze, galeri gezmiştik. En maceralı yolculuğuma 1993’te, ağabeyim ve kız arkadaşıyla çıktım. Sırt çantasıyla iki haftada Singapur, Bali ve Jakarta’yı gezdik. Bugüne kadar beş kıtada 20’nin üstünde ülke gördüm, Fransa ve İtalya’yı şehir şehir gezdim. Hedefim Brezilya, Çin başta olmak üzere diğer ülkeler.
Turlarla seyahat etmem, kısıtlanmış hissederim. Gezi öncesi ayrıntılı bilgi toplar, önemli konserlere bilet alırım. Halkın gittiği lokantaları soruşturum. Şehirleri yürüyerek keşfetmeyi severim. Kaybolmak hoşuma gider. Çünkü şehirlerin gizli ruhu ancak böyle kavranabilir. Meydanlardaki kafelerde oturup çevremi gözlemlerim. Kapalı alanda kalmayı sevmem, birkaç müzeyle yetinirim. CD defterimle plakçıları gezip, eksik albümleri toplarım. Alışveriş yapmasam da antikacılara giderim. Beş yıl önce karaf koleksiyonuna başladım.
Gezideki önceliklerimden biri de lezzetler. Yemekte çok maceracı ve cesurum. Bangkok’ta çekirgeyi denedim. Akrep görsem onu da tadardım! Esnaf lokantalarının yanı sıra bazen eşimle Michelin yıldızlı restoran keşfine çıkarız. Örneğin Paris’ten Brötanya kıyısında istiridyeleriyle ünlü St. Malo’ya gitmiştik. En çok dikkatimi çeken, yemekteki tüm malzemelerin tadlarının ayrı ayrı alınabilmesiydi. İki yıldızlı restoranda yemekler bu düzeydeyse, üç yıldızlılarda hayal ötesi olmalı, diye düşünmüştüm.
ARGERICH’İN SÜRPRİZİ
İsviçre Alpleri’ndeki Verbier kasabası, otomobille Cenevre’den iki, Lozan’dan bir buçuk saat uzaklıkta. 1500 metre yüksekliğindeki platoya kurulmuş, çevresi 3400 metreye ulaşan dağlarla çevrili. Temmuzda çevresi uçsuz bucaksız kırlarla çevreleniyor. Hayatımda gördüğüm en çılgın yeşile sahip, en temiz kasaba. Evleri çiçekle süslü. Sıcaklık gündüz 25, gece 15 derece civarında. Dünyanın en ünlü sanatçılarının albümlerini yayımlayan Deutsche Gramophone’un sanat yönetmeni Martin Engstroem, 1994 Temmuzu’nda Verbier’de gençlerle büyük virtüözleri buluşturacak bir festival başlatmış. Görevinden ayrıldıktan sonra da festivali sürdürmüş. Bu iki haftada kasabanın sokakları dünyanın dört bir yanından seçilip gelen genç müzikçiler ve müzikseverlerle doluyor. İki haftalığına kurulan Verbier Akademisi’nde ustalar, gençlerle müzik atölyeleri gerçekleştiriyor. James Levine’ın yönetiminde kurulan Verbier Orkestrası’yla konser veriliyor. Sonra orkestra Avrupa turnesine çıkıyor.
Birkaç yıl önce bir arkadaşım akademinin yöneticiliğine atanınca Verbier’i merak etmeye başladım. Ardından yönetsel görev teklifi aldım. Buna karşın ancak geçen yıl gidebildim. Kasabadaki ilk gün sokağa çıktığımda, yolda birkaç dakika arayla Yuri Bashmet, Martha Argerich ve Renaud Capucon’la karşılaşınca hayal görüyorum sandım. Ardından kafede Maisky’ye rastladım. Ailesiyle gelmişti. Çevredekilerle bir gün önceki konserini konuşuyordu. Enstrümanlarıyla sokaklarda koşturan gençler cıvıl cıvıl bir atmosfer yaratmıştı. Verbier, Avrupa’da çok ünlü sanatçılarla, samimi ortamda karşılaşabileceğiniz yegane festival.
Sabah saat 11.00 ve akşam 20.00’de kasaba kilisesinde, yine 20.00’de büyük salonda konserler veriliyor. Konserlerin özelliği, hiç aklınıza gelmeyecek, çok ünlü sanatçıları buluşturup küçük oda müziği toplulukları oluşturması. Üstelik dinleyici ile müzikçiler arasında çok yakın iletişim yaratması. Bu konserlerin birinde, arada kapıda hava almaya çıkmıştım. Martha Argerich gelip sigara istedi. Yoktu, sigara içmediğim için kahroldum! Konser sonrası barda Lang Lang’la Capucon’u bir şeyler içerken gördüm. İsteyen yanlarına gidip sohbet ediyordu.
Akademideki dersler halka açık. Vadim Repin, Maxim Vengerov’u yetiştiren Zakar Bron gibi bir ustayı izlerken mucizelerle karşılaşıyorsunuz. Ders verdikleri öğrenci, sihirli değnekle dokunmuşcasına değişiyor bir saat içinde. Dikkatli müziksever bu derslerden, bir virtüözü dinlerken nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenebilir.
GÖZÜMÜ KAPADIM UÇURUMA ATLADIM
Başınızı kaldırıp çevredeki dağlara baktığınızda, rengerenk paraşütler görüyorsunuz. Uçanların bir kısmı müzikçiler. Çok merak ettiğim halde, cesaret edemiyordum. Birgün yolda piyanist Helen Grimaud ve 70’ini aşkın menajeri Parott’la karşılaştım. “Biz atladık, harikaydı” dediler. Bu cesaretle, köyden teleferikle 2400 metrelik tepeye çıktım. Paraşütle bir uçurumun dibinde durduk. Aşağıdaki evler kibrit kutusu kadardı. Ardamdaki pilot koşmamı söyleyince “Koşacak mesafe yok, düşerim” dedim. Cevabı cesaret vericiydi: “Zaten düşeceksin!” Birkaç adımda havalandık. 30 dakikalık harika bir uçuşta çevredeki köyleri kuşbakışı gördük, sonra tarlaya indik. Öylesine oksijen çarptı ki, Lang Lang resitalinin ikinci yarısında uyumuşum!
“Verbier Dostları” adlı grup İsviçre, Fransa, ABD şubeleri kanalıyla dünyanın dört bir yanından müzikseverleri taşıyor festivale. Birkaç büyük oteli, çoğunlukla dolu oluyor. Oda fiyatları 150 Euro civarında. Kalabalık gruplar daha ekonomik olan dağ evi kiralıyor. Otomobil kiraladıysanız, dağın eteklerindeki köylerde de kalabilirsiniz. Verbier’deki birkaç restorandan birini unutamıyorum. İsviçre mutfağından raclette (erimiş peynir), fondü gibi lezzetler sunuyor.
Bölgede iyi işleyen bir tren ağı kurulmuş. Gündüz, çevredeki köyleri gezmek mümkün. Yürüyüşçüler, dağ bisikletçileri için turlar düzenleniyor. Aşağıdaki gölde kano yapılıyor. Festivale gideceklere önerim, biletlerini önceden almaları.(www.verbier.ch) (www.verbier.com)
en sevdiği beş yer
' Prag ' Bali ' Paris ' Havana ' New York
ne okur
Kent rehberi, müzikle araştırma kitabı
nerede kalır
Butik otellerde
ne giyer
Rahat kıyafetler
çantasının vazgeçilmezleri
Cep telefonu, kitap, gözlük, krem, not defteri
ne yer, ne içer
Yerel lezzetler
kiminle seyahat eder
eşiyle, arkadaşlarıyla
ne alır
Kitap, CD, hediyelik