Kasımda Kuzey İtalya’da
Piemonte ve Valle D’Aosta bölgeleri, yüksek dağların yanı başında. Emekli sistem uzmanı, yeni gezgin okurumuz Erdoğan Özen, geçen yıl gittiği bölgeyi yazdı.
Üst kat komşularımız Shel ve Marsela cana yakın bir İtalyan ailesi. Shel, İtalyanlara ait Çorlu’daki bir fabrikanın yöneticisi. Birkaç yıldır Türkiye’deler ve futbolcu Alex’ten daha iyi Türkçe konuşabiliyorlar. Zaman zaman tıkansalar da İngilizce imdadımıza yetişiyor.
Hemen her ay Kuzey İtalya’daki evlerine gidip hafta sonunu orada geçiriyorlar. Geçen yıl kasımda bayram tatili için bizi davet ettiler. Fikir cazip geldi, gittik ve sevdik. Bu yıl da tatilimizi Biella civarında geçireceğiz...
PIAZZO KÖYÜNDEKİ ORTAÇAĞ ATMOSFERİ
Bertazza’ların evi Piemonte bölgesindeki Biella şehrine bitişik Cossato kasabasında. Biella, İtalya – Fransa sınırındaki Alplerin eteklerine kurulmuş, yaklaşık 45 bin nüfuslu. Milano’ya karayoluyla 1 saat mesafede. Yün ve tekstil sanayisi ünlüymüş. “Yün Şehir” derlermiş. Son yıllarda Çin rekabetinden fabrikalar kapanmaya başlamış. Üretim daralsa da şehrin hemen dışındaki çok sayıda outlet yöreyi popüler alışveriş merkezine dönüştürmüş.
O kadar çok keyifle gezilecek caddeleri, parkları, tarihi alanları, yapıları varki Biella’nın, kendinizi 45 binlik değil de sanki 450 binlik bir şehirdeymiş gibi hissediyorsunuz. Hemen yanıbaşındaki Mucrone ve Camino dağları, içinden geçen Cervo Nehri, düzgün şehircilik, 4-5 katı geçmeyen estetik yapılar, yüzyıllardır korunan eski binalar ve atmosfer, Biella’yı huzurla ve keyifle yaşanabilecek bir şehir yapmış...
Şehrin üst kesimindeki ortaçağdan kalma Piazzo köyüne, kendinize güveniyorsanız, sıkı bir yokuşu tırmanarak ulaşabilirsiniz. Veya funikülerle çıkıp enerjinizi inişe saklarsınız. Piazzo, Biella’nın “görülmezse olmaz”larının başında geliyor. Sizi nostaljik bir ortaçağ atmosferine sokan bu eski kasaba merkezi, bir tepenin üstündeki konumuyla da, hem Biella’nın, hem de etrafındaki dağların harika panoramik manzarasını seriyor önünüze...
Merkezinde, Giardino Zumaglini dedikleri Zumaglini Parkı, ana alışveriş caddesi Via Italia görmeye değer.
Cossato’daki mezarlık ilginçti. Shel’in babasını ziyaret için gittik. Kişilerin küllerinin saklandığı çok şık, 7 katlı, mezar üniteleriyle karşılaştık. “Columbarium / güvercinlik”teki her kutucuğun isim mermerine çiçeklik ve mumluklar monte edilmişti. Giderek kalabalıklaşan dünyada üzerinde durulması gereken bir çözüm gibi geldi bana...
EN YÜKSEK ZİRVELER
Avrupa’nın en görkemli dağlarının yanıbaşındayız. Bugün o güzelliğin sonbahar yüzünü biraz daha yakından görebilmek için Valle D’Aosta bölgesindeki Gressoney Vadisi’ni dolaşacağız.
İtalya – Fransa – İsviçre sınırındaki bu küçük bölgeyi Mont Blanc, Monte Rosa ve Matterhorn gibi çok yüksek dağlar çevreliyor. Tabiat bütün görkemiyle insanı eziyor, güzelliği nefes kesiyor.
İtalya’nın 5 otonom bölgesinden biri Valle D’Aosta. Bölge halkı, kendini Fransa’ya yakın hissediyormuş. Fransa da bölgeyi mali olarak destekliyormuş…
İlk durağımız St. Jean kasabası. Biella’dan çıktıktan kısa süre sonra girdiğimiz Gressoney Vadisi, Avrupa merkezindeki ikinci en yüksek dağ Monte Rosa’ya kadar uzanıyor. Vadinin dibinde, kıvrılarak coşkuyla akan bir dere, kenarlardan ona katılan küçük derecikler var. Tepelerden inen ince şelaler, vadinin iki yamacına konuşlandırılmış “chalet” denilen dağ evleri, taraçalı bağlar, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı renkleriyle ormanlar, yamaçlara parça parça yayılmış sis bulutları masalsı bir tablo yaratıyor.
Ara sıra fotoğraf molası istiyorum Shel’den. Biz otomobilden inip, çiseleyen yağmura rağmen ortamı içimize çekerken, onlar inmeyip içeriden bizi izliyor. “Bu manzara cam arkasından seyredilmez, gelsenize” diyorum Shel’e. Umursamaz bir ifadeyle cevaplıyor: “Ben 40 yıldır görüyorum.” 40 yılda bile kanıksanamaz bence... Bu doğa harikası vadide, küçük köyler, köprüler, kayrak taşı çatılı küçük ahşap “chalet”ler arasından geçerek ulaşıyoruz Gressoney St. Jean kasabasına.
Usul usul devam eden yağmurdan mıdır bilmem, tablo gibi kasabanın sokakları çok tenha. Bazı bacalarından duman çıkmasa terk edildiğini düşüneceğiz. Sokaklarında Almanca tabelalar görüyoruz. Meğer halkı, 12-13’üncü yüzyıllara İsviçre’nin Valais kantonundan göç etmiş. 30 bin nüfus dünyada sadece burada kullanılan Walser German dilini konuşurmuş.
Yazın bir dağcılık ve yürüyüş cenneti, kışın ideal kış sporları merkezi olan Gressoney St. Jean’da nasıl geçtiğini anlamadığım birkaç saat geçirdikten sonra hava kararmadan geri dönüyoruz.
Yağmur dönüşte de bize eşlik ediyor...
UNESCO’NUN DÜNYA MİRASI LİSTESİ’NDE
Gezimizin son gününde Mucrone Dağı yamaçlarındaki köylerden geçerek, Oropa’ya tırmanıyoruz. Yağmur, arada yavaşlasa da sürüyor. Sonbahar renkleri zirve döneminde. Ormanlar, renk dönüşümünün en güzel, zengin örneklerini seriyor önümüze. Nefes kesiyor. Ağır ağır, arada fotoğraf molaları vererek yükseliyoruz. Yarım saatlik yolun her metresi bir keyif.
Oropa’da bir kafeteryada kahve içtikten sonra başlıyoruz turumuza. Hafiften dumanlanmış karlı zirvesiyle Mucrone Dağı, evlerin arkasında muhteşem bir fon oluşturuyor. Sacro Monte di Oropa, yani Kutsal Oropa Dağı her yıl 800 bin Katolik’in hacı olmak için ziyaret ettiği, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Avrupa’nın üçüncü büyük tapınak kompleksi.
Dördüncü yüzyılda kutsal “Siyah Madonna” heykeli onuruna yapılan, düşkünlerin sığındığı yapı zamanla ilavelerle genişlemiş. Katoliklerin ziyaret edip hacı oldukları “Siyah Madonna” heykeli, iki bazilikadan eskisinde.
Tapınak kompleksi ve etrafındaki, Hz. Meryem’in hayatının 12 ayrı aşamasına adanmış 12 şapel, Katolik hacı adayları kadar, turistler için cazip. Oropa, tarihi ve dini öneminin yanında, harika manzaralarıyla görülmeye değer. Yağmurdan biz gezemedik ama aklınızda bulunsun, Yeni Bazilika’nın üstünde,
bir de botanik parkı var...
Alba
Trüf fuarında mantarlar pırlanta gibi sergileniyor
Torino’nun biraz güneyinde, 30 bin nüfuslu bir şehir Alba. Bizim Bergama ile kardeş şehir olmuşlar. Her yıl kasımda dünyaca ünlü “Beyaz Tartuffo Fuarı” düzenleniyor. Biz de görmeye gidiyoruz. Tartuffo, bu bölgede yetişen, keskin aromalı bir yer altı mantarı. Bulunması zor. Özel yetiştirilmiş köpek ya da domuzlar kullanılıyor. Özellikle Alba’ya özgü beyaz tartuffolar müthiş pahalı. Yemeklere, peynirlere, makarnalara tat vermek için kullanılıyor. Kilosu 3-4 bin Euro. Tek ufak mantar 60 Euro’dan alıcı bulabiliyor.
Ana teması tartuffo olsa da fuarda çok değişik lezzetler tatmak mümkün: Bölgenin meşhur şarapları, peynir ve et ürünleri... Birkaç gündür sürekli yağan ve nehirlerde taşma tehlikesi yaratan yağmur, fuara katılımı azaltmış. Ama Shel durumdan memnun. “Geçen yıl tadım standlarına kalabalıktan yaklaşamamıştım bile. Bir tabak makarna için bir saat kuyrukta beklemiştik” diyor. Bu sene rahatça şarap tadacağı için mutlu.
Büyük fuar çadırına 8 Euro’ya giriyoruz. İçerdeki tadımlar ücretsiz. Sayısız, şarap, peynir ve etten gözümüze kestirdiklerimizi tadıyoruz. Tartuffolar adeta birer pırlantaymış gibi sergileniyor.
Fuar üstüne, biraz da Alba’nın romantik sokaklarında dolaşıyor ve hava kararmadan Biella’ya dönmek için yola çıkıyoruz.
Biella’ya 2 saatlik yolumuz var...