Paylaş
Zirvenin teması “Görünenin ötesinde” konmuştu.
Ve günün sonunda anladım ki; gerçekten de bizim için görünenin çok ötesinde bir dünya başlıyor.
“Beyond the Visible” zirvesindeki konuşmacıları dinlerken; aklımda şu soru dönüp durdu.
Türkiye yapay zeka trenini yakalayabilecek mi? Çünkü hepimizin bildiği bir gerçek var. Ya bu trene zamanında bineriz ya da yıllar sonra sadece arkasından bakarız.
Boğaziçi Ventures Yönetici Ortağı Barış Özistek’in sözleri dikkat çekiciydi.
“Yapay zeka, uzaydan robotiğe, malzeme teknolojilerinden sağlığa kadar tüm sektörleri dönüştürecek. Türkiye, bu teknolojiyi doğru şekilde kullanırsa, global ölçekte büyük işler başarabilir.”
Özistek’in “kaldıraç etkisi” olarak adlandırdığı bu dönüşüm, Türkiye’nin önünde devasa bir fırsat penceresi açıyor. Ancak bu pencere, aynı zamanda bir risk de barındırıyor. Çünkü global bir yarışın içindeyiz ve kazananlar bu yarışa erkenden dahil olanlar olacak.
Bu noktada Faruk Eczacıbaşı’nın yaptığı metafor beni düşündürdü.
“Yapay zeka, çekiç gibi bir şey. Kafa da kırabilirsiniz, hayat da kurtarabilirsiniz.”
Kullanım amacınız ve stratejiniz, bu güçlü aracı bir fırsata mı yoksa bir soruna mı dönüştüreceğinizi belirleyecek.
Türkiye’nin genç ve dinamik bir girişimcilik ekosistemine sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu alanda yaratıcı işler yapan birçok şirketimiz ve girişimcimiz var. Ancak önemli bir sorun da var.
Bu girişimlerin doğru şekilde fonlanması ve yönlendirilmesi... Eğer bunu başarabilirsek, Türkiye ekonomisi yalnızca birkaç başarılı şirketle değil, tümden bir sıçrama yapabilir. Barış Özistek’in dediği gibi önümüzdeki 5-10 yıl, bu sıçrama için kritik bir zaman dilimi...
Ama ya bunu başaramazsak?
İşte o zaman riskler devreye giriyor. Teknolojide geri kalmak, sadece ekonomiyi değil, tüm bir toplumu geriye götürebilir. ABD, Çin, Kore, İngiltere gibi ülkelerin öne geçtiği bir yarışta kaybedenlerden biri olmamak için, ekosistemi bir araya getirecek stratejilere ihtiyacımız var.
Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı’nın bir diğer önemli mesajı ise iş birliği çağrısıydı.
“Sivil toplum, devlet ve özel sektör birlikte hareket etmeli.” Yapay zeka yalnızca bir teknoloji değil; aynı zamanda sürdürülebilirlik, çevre sorunları ve gelir dağılımı gibi birçok global problemin çözümünde kritik bir araç. Bu yüzden, geleceği şekillendirecek politikalarda yapay zekanın doğru bir yere oturtulması gerekiyor.
Türkiye’nin bu potansiyeli var mı? Kesinlikle var. Ancak burada kilit nokta, potansiyeli nasıl harekete geçireceğimiz. Sadece bir vizyon belirlemek yetmez, o vizyonu hayata geçirecek adımları da atmamız gerekiyor.
Zeynep Özgür Çağlayan’ın sözleriyle yazıyı bitirelim.
“Yapay zeka, yalnızca teknoloji değil, aynı zamanda sağlık, eğitim, finans gibi pek çok alanı dönüştürüyor.”
Bugün belki farkında değiliz, ama yapay zeka sayesinde gelecekte günlük hayatımızda çok daha düşük maliyetlerle malzeme üreteceğiz, yeni ilaçlar çok daha kısa sürede hayatımıza girecek.
Türkiye bu hikayenin neresinde olacak? Treni yakalayan bir ülke mi, yoksa trenin arkasından bakan bir seyirci mi? İşte bu sorunun yanıtını, hep birlikte yapacaklarımız belirleyecek. Ama şu kesin…
Yapay zeka artık sadece bir teknoloji değil, bizim geleceğimiz. Ve o geleceği şekillendirmek bizim elimizde.
Şu soruların cevaplarını bulmalıyız
Yapay zeka yatırımları için Türkiye’de yeterli sermaye ve fonlama var mı?
Eğitim sistemi ve insan kaynağı bu hızlı dönüşüme hazır mı?
Türkiye’nin global yapay zeka ekosistemi ile entegrasyonu ne kadar güçlü?
Bu sorulara yanıt bulmadan geleceğin teknolojisine öncülük etmek oldukça zor görünüyor.
Yapay zekayla hızlı dönüşüme girecek sektörler var.
Sağlık: Daha hızlı teşhis ve daha etkili ilaç geliştirme süreçleri mümkün hale geliyor.
Eğitim: Kişiselleştirilmiş öğrenme yöntemleri ve öğrencilerin başarı takibi, eğitimde yepyeni bir dönemi başlatabilir.
Uzay Teknolojisi: Daha düşük maliyetlerle daha büyük keşifler yapılabilir.
Malzeme Bilimi: Şu an için üretim maliyeti yüksek olduğu için kullanılamayan malzemeler önümüzdeki yıllarda hayatımıza girebilir.
Yapay zeka, doğru kullanıldığında büyük bir kalkınma aracı olabilir. Ancak yanlış yönlendirildiğinde, teknolojik geri kalmışlık veya etik sorunlar gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.
Türkiye bu teknolojiyi üretimde mi, yoksa sadece tüketimde mi kullanacak?
Eğitim sistemimiz, yapay zekaya dayalı yeni bir iş gücü yaratmaya hazır mı?
Veri güvenliği ve etik konularında uluslararası standartları yakalayabilecek miyiz?
Önce kendinize bir sorun ve yanıtları gerekirse beraber bulalım.
Sadece rakibinizi değil
algoritmayı da yenmelisiniz
Yapay zeka hayatımıza girdi gireli, her şey değişti. Şiir yazıyor, yemek tarifleri öneriyor, hatta birçoğumuzun sevgililerinden bile daha anlayışlı... Ama kimse bana, bir gün bir boks maçında hakem olacaklarını söylese, “Yok artık!” derdim. Gelin görün ki, geçtiğimiz cumartesi gecesi, Fury vs Usyk maçında bu da oldu.
Evet, yanlış duymadınız. Yapay zeka hakem... Ringde dövüşen iki devin ortasında, hiçbir insana bulaşmadan puanlama yapan bir algoritma... Ve anladık ki, yapay zekanın yumruklardan korkmadığını artık kesinlikle biliyoruz.
Maç sonunda yapay zeka hakemin puanı 118-112 Usyk lehine çıktı. İnsan hakemler ise 116-112 dedi. İlk soru şu... İnsanlar mı yanıldı, yoksa yapay zeka mı “fazla zeki” davrandı?
Ama asıl bomba burada... Sosyal medyada dönen yorumlar. Usyk’in taraftarları “Yapay zeka bile gerçeği gördü” derken, Fury’nin fanatikleri “Bu algoritma kesinlikle Ukraynalı yazılımcılar tarafından kodlanmış” diye feryat ediyor.
İnsan hatalarını sıfıra indirmek için kullanılan bu hakem, şimdi kendi taraflılık tartışmalarını başlattı. Hatta bazıları işi daha da ileri götürüp şöyle dedi: “Yapay zeka, Usyk’in yumruklarının kinetik enerjisine mi vuruldu?”
Asıl düşündürücü olan şu: Yapay zeka hakemle birlikte artık sadece rakibinizi değil, algoritmayı da yenmek zorundasınız. Her yumruğunuzu doğru açıyla, doğru ritimle vurmazsanız puan kaybedebilirsiniz. Hatta kim bilir, belki de bir gün “Yapay zekanın sevdiği dövüş stili” diye yeni bir taktik kitabı çıkar.
Ama şu açık... Bu teknolojiyle, boks sadece bir spor değil, aynı zamanda bir bilim hâline geliyor. İnsan hakemlerin hatalarını sıfıra indirmek harika bir hedef. Ama biraz da insana özgü hatalar lazım değil mi?
Paylaş