Mehmet YAŞİN
Son Güncelleme:
Kartpostalda gezinmek
Bir broşürde gördüğüm fotoğrafın peşine takılıp kendimi Slovenya'da buldum. 2 milyon nufüslu bu ülkenin hemen her yerini gezdim. Etrafa baktıkça, ülkeyi tanıtan bir broşürün sayfaları arasında dolaştığımı sandım.
Zirvesi karlı yüce dağlar, eteklerinde yemyeşil bir ova, ovanın bitiminde ağaçlarla çevrili masmavi göl, gölün ortasında küçük bir ada. Adada ağaçların arasından çan kulesi görünen bir kilise. Yeşil başlı ördekler ve beyaz kuğular. Gölün karşı yamacında bir kaya üstüne kondurulmuş kartal yuvası gibi bir şato. Kırmızı damlı evler, gökyüzünde yumak yumak beyaz bulut kümeleri... Bütün bu anlattıklarım, bir broşürün kapağını süsleyen fotoğrafta yer alıyordu. O broşürü gördükten sonra Slovenya'ya gitmek ben de tutkuya dönüştü. Sordum soruşturdum ve günün birinde yollara düştüm.
Sabaha karşı kalkan uçağa bindiğimde hálá o görüntü gözümün önündeydi. Başkent Lubliana havaalanına indiğimde gün ışımamıştı. Bavulumu alıp dışarı çıkınca, buz gibi bir hava yüzümü bıçak gibi kesti. Beni karşılayan rehberim Miro'nun arabasına binip, kalacağım Bled kasabasına doğru yola çıktım.
Okuduklarıma göre ülke Avusturya, Hırvatistan, İtalya ve Macaristan ile çevrilmişti. Adriyatik Denizi kıyısında 46.6 klometrelik bir sahili vardı. Otele geldim. Miro, iki saat sonra lobide olacağını söyleyip ayrıldı. Odama çıktım. Cep telefonumun alarmını kurup, kendimi yatağın üstüne attım.
Uyandığımda gün ağarmıştı. Kaltım, perdeyi açtım. Ve buraya gelmeme neden olan broşürün kapağındaki fotoğrafı gördüm. Kayalıktaki şato, göl, ada, kilise, ağaçlar, zirvesi karlı dağlar bütün canlılığı ile karşımda duruyordu.
BİBLO GİBİ KASABA
Miro'nun yardımıyla, az benzin yakan küçük bir araba kiraladım. Gezimin son günü Lubliana'da görüşmek dileği ile rehberimden ayrıldım. Önce göl kıyısında bir kahveye oturup, guideları, haritaları inceledim. Kendime rotalar çizdim. Nerelere nasıl gideceğimi, uzaklıkları harita üzerinde ölçtüm. Artık Slovenya denen bu küçük ülkenin altını üstüne getirebilirdim. Gezime, görüntüsüyle bu ülkeye gelmeme neden olan Bled kasabasından başladım. Gölün kıyısını çepeçevre dolanan yolda ilerlemekte zorlanıyordum. Her köşede öylesine muhteşem görüntüler karşıma çıkıyordu ki, sık sık durup bunların fotoğrafını çekiyordum.
Kayalıktaki şatonun önünde park edip, epey bir yokuşu tırmandım. Şatonun avlusunda aşağıdaki muhteşem manzarayı seyrederek soluklandım. Gölün, dağların, ormanların kasabanın kuşbakışı görünümünü çekmek için yarım makara filim harcadım.
Pırıl pırıl güneşin, gölün buzlu yüzeyindeki yansımasını seyrederek tekrar göl kıyısındaki yola indim. Programımda 30 kilometre ötedeki Bohinj kasabası vardı. Bu yöre için kitaplarda ‘Julian Alpleri'nin incisi’ tanımı kullanılıyordu. Yolun bir kıyısında berrak, yemyeşil bir nehir akıyordu. Diğer kıyısında ise Alp Dağları yükseliyordu. Hem araba kullanmak, hem bu güzellikleri seyretmekte oldukça zorlanıyordum. Fazla trafik olmadığı için yaptığım zikzaklar tehlike yaratmıyordu. Bohinj'de fazla oyalanmadan, Triglav Ulusal Parkı'nın tam ortasında yer alan ülkenin en derin gölüne gittim. Gölün ayna gibi sularında, dağların, ağaçların yansımasına hayran oldum. Su öylesine durgundu ki, yansımaların gerçek olduğuna yemin edebilirdim. Gölün kıyısından itibaren orman başlıyor ve dağlar gökyüzüne doğru tırmanıyordu.
Gölün kenarındaki 15. yüzyıldan kalma Aziz John Kilisesi bir biblo gibi duruyordu. Fotoğraf çekmekten etrafı çıplak gözle seyredemediğimi fark edince, makinemi çantanın içine tıktım. Yöreyle ilgili broşürlerde yazın gölde kano yapıldığını, yamaçlara doğru trekking patikalarının bulunduğunu, çeşitli düzeylerde tehlike içeren yamaçların, tırmanıcıları beklediğini öğrendim. Ayrıca dağ bisikleti ve normal yürüyüş yapmak isteyenlerin de unutulmadığını gördüm. Gölün öteki yakasındaki Stara Fuzina köyüne gidip, hemen hemen tümü pansiyon olarak kiralanan Alp stili dağ evlerini gezdim. Bir sonraki gezimde buralarda kalmanın, masrafları yarıya indireceğini hesapladım. Evlerin altındaki ahırlarda, yazın gelmesini bekleyen semirmiş ineklere baktım. Onların lezzetli sütlerinden üretilmiş köy peynirlerini ekmek arası yaptım.
ALPLERİN ZİRVESİNDE
Savica nehrinde kano yapanları, 71 metreden düşen Savica Şelalesi'ni seyrettikten sonra, zirvedeki Vogel kayak merkezine tırmanan teleferiğin önünde uzun süre park yeri aradım. Haftasonu olduğu için, kayak takımını kapan buraya koşmuştu. Teleferiğe bindim. Dört dakika süren ürkütücü bir tırmanıştan sonra kayak merkezine geldim. 1563 metre yükseklikten aşağıdaki manzarayı seyrederken, kendimi kuş gibi hissettim. Tesisin terasına oturup, zirveden aşağıya doğru uzanan pistlerde, slalom yapan kayakçıları gıptayla izledim.
Karşıda, bulutlarla oyanaşan Alp dağlarının zirvelerine daldım gittim.
Önüme çıkan her köy yoluna sapa sapa Bled'e döndüm. Sıcak bir duş alıp, defterime günün notlarını düştüm. Gezgin giysilerinin yerine, daha düzgün şeyler giyinerek geceye hazırlandım. Rehberim Miro'nun önerdiği restorana gittim. Önce barda barmenle sohbete giriştim. İçinde küçük dağ çilekleri bulunan yöreye özgü likörle midemi yemeğe hazırladım. Ardından salona geçip, Slovenya'nın tadlarına bakmaya başladım. Önden, dağ köylerinde yapılmış peynirlerden bir tabak yaptırdım. Ardından sirkede pişmiş beyaz lahana eşliğinde şarküteri çeşitlerinden söyledim. Garsonun getirdiği sepetteki dilimlere bakınca, bu ülkenin ekmeğe ne kadar düşkün olduğunu anladım. Kaba somunların lezzetine doyamadım. Son olarak da herşeyi göze alıp, güzel bir işkembe yemeği söyledim. Ülkenin ünlü tatlısı Palaçinka'nın, bir rulosunu zorla bitirdim.
Balkonda ayın gölün buzlu suyundaki yansımasını seyredip, erkenden yatağa girdim. Çünkü ertesi gün erkenden, ülkenin başka köşelerini keşfe çıkacaktım.
SLOVENYA HAKKINDA
20.256 kilometrekare büyüklüğündeki ülkede yaklaşık 2 milyon kişi yaşıyor. Özellikle kayak yapmak isteyenler için Alp Dağları’nda çok güzel pistler mevcut. Ayrıca kano, trekking, dağ bisikleti, tırmanma, mağaracılık sporlarını her mevsim yapmak mümkün.
VİZE: Slovenya Türk turistlerden vize istiyor. Ama vizeyi almak yaklaşık 10 gün sürüyor. 45 gün ve üstünde süresi olan Schengen vizesi ile de ülkeye girilebiliyor.
NASIL GİDİLİR: Adria Havayolları'nın (Tel: 212-512 42 32) hergün tarifeli seferi var. Travelhouse turizm şirketi (Tel: 212-296 76 10) Slovenya'ya turlar düzenliyor.
NEREDE KALINIR: Ülkenin en küçük kasabasında bile 3-4 yıldızlı otel bulmak mümkün. Ayrıca özellikle Alp Dağları’nın eteklerindeki köylerde ucuza, temiz ve şirin pansiyonlar da bulunuyor.
CEP TELEFONU: Ülkenin her yerinden cep telefonu ile konuşmak mümkün.
KREDİ KARTI: Büyüklü küçüklü bütün işyerleri, mağazalar, restoranlar tüm kredi kartlarını kabul ediyorlar.
Sabaha karşı kalkan uçağa bindiğimde hálá o görüntü gözümün önündeydi. Başkent Lubliana havaalanına indiğimde gün ışımamıştı. Bavulumu alıp dışarı çıkınca, buz gibi bir hava yüzümü bıçak gibi kesti. Beni karşılayan rehberim Miro'nun arabasına binip, kalacağım Bled kasabasına doğru yola çıktım.
Okuduklarıma göre ülke Avusturya, Hırvatistan, İtalya ve Macaristan ile çevrilmişti. Adriyatik Denizi kıyısında 46.6 klometrelik bir sahili vardı. Otele geldim. Miro, iki saat sonra lobide olacağını söyleyip ayrıldı. Odama çıktım. Cep telefonumun alarmını kurup, kendimi yatağın üstüne attım.
Uyandığımda gün ağarmıştı. Kaltım, perdeyi açtım. Ve buraya gelmeme neden olan broşürün kapağındaki fotoğrafı gördüm. Kayalıktaki şato, göl, ada, kilise, ağaçlar, zirvesi karlı dağlar bütün canlılığı ile karşımda duruyordu.
BİBLO GİBİ KASABA
Miro'nun yardımıyla, az benzin yakan küçük bir araba kiraladım. Gezimin son günü Lubliana'da görüşmek dileği ile rehberimden ayrıldım. Önce göl kıyısında bir kahveye oturup, guideları, haritaları inceledim. Kendime rotalar çizdim. Nerelere nasıl gideceğimi, uzaklıkları harita üzerinde ölçtüm. Artık Slovenya denen bu küçük ülkenin altını üstüne getirebilirdim. Gezime, görüntüsüyle bu ülkeye gelmeme neden olan Bled kasabasından başladım. Gölün kıyısını çepeçevre dolanan yolda ilerlemekte zorlanıyordum. Her köşede öylesine muhteşem görüntüler karşıma çıkıyordu ki, sık sık durup bunların fotoğrafını çekiyordum.
Kayalıktaki şatonun önünde park edip, epey bir yokuşu tırmandım. Şatonun avlusunda aşağıdaki muhteşem manzarayı seyrederek soluklandım. Gölün, dağların, ormanların kasabanın kuşbakışı görünümünü çekmek için yarım makara filim harcadım.
Pırıl pırıl güneşin, gölün buzlu yüzeyindeki yansımasını seyrederek tekrar göl kıyısındaki yola indim. Programımda 30 kilometre ötedeki Bohinj kasabası vardı. Bu yöre için kitaplarda ‘Julian Alpleri'nin incisi’ tanımı kullanılıyordu. Yolun bir kıyısında berrak, yemyeşil bir nehir akıyordu. Diğer kıyısında ise Alp Dağları yükseliyordu. Hem araba kullanmak, hem bu güzellikleri seyretmekte oldukça zorlanıyordum. Fazla trafik olmadığı için yaptığım zikzaklar tehlike yaratmıyordu. Bohinj'de fazla oyalanmadan, Triglav Ulusal Parkı'nın tam ortasında yer alan ülkenin en derin gölüne gittim. Gölün ayna gibi sularında, dağların, ağaçların yansımasına hayran oldum. Su öylesine durgundu ki, yansımaların gerçek olduğuna yemin edebilirdim. Gölün kıyısından itibaren orman başlıyor ve dağlar gökyüzüne doğru tırmanıyordu.
Gölün kenarındaki 15. yüzyıldan kalma Aziz John Kilisesi bir biblo gibi duruyordu. Fotoğraf çekmekten etrafı çıplak gözle seyredemediğimi fark edince, makinemi çantanın içine tıktım. Yöreyle ilgili broşürlerde yazın gölde kano yapıldığını, yamaçlara doğru trekking patikalarının bulunduğunu, çeşitli düzeylerde tehlike içeren yamaçların, tırmanıcıları beklediğini öğrendim. Ayrıca dağ bisikleti ve normal yürüyüş yapmak isteyenlerin de unutulmadığını gördüm. Gölün öteki yakasındaki Stara Fuzina köyüne gidip, hemen hemen tümü pansiyon olarak kiralanan Alp stili dağ evlerini gezdim. Bir sonraki gezimde buralarda kalmanın, masrafları yarıya indireceğini hesapladım. Evlerin altındaki ahırlarda, yazın gelmesini bekleyen semirmiş ineklere baktım. Onların lezzetli sütlerinden üretilmiş köy peynirlerini ekmek arası yaptım.
ALPLERİN ZİRVESİNDE
Savica nehrinde kano yapanları, 71 metreden düşen Savica Şelalesi'ni seyrettikten sonra, zirvedeki Vogel kayak merkezine tırmanan teleferiğin önünde uzun süre park yeri aradım. Haftasonu olduğu için, kayak takımını kapan buraya koşmuştu. Teleferiğe bindim. Dört dakika süren ürkütücü bir tırmanıştan sonra kayak merkezine geldim. 1563 metre yükseklikten aşağıdaki manzarayı seyrederken, kendimi kuş gibi hissettim. Tesisin terasına oturup, zirveden aşağıya doğru uzanan pistlerde, slalom yapan kayakçıları gıptayla izledim.
Karşıda, bulutlarla oyanaşan Alp dağlarının zirvelerine daldım gittim.
Önüme çıkan her köy yoluna sapa sapa Bled'e döndüm. Sıcak bir duş alıp, defterime günün notlarını düştüm. Gezgin giysilerinin yerine, daha düzgün şeyler giyinerek geceye hazırlandım. Rehberim Miro'nun önerdiği restorana gittim. Önce barda barmenle sohbete giriştim. İçinde küçük dağ çilekleri bulunan yöreye özgü likörle midemi yemeğe hazırladım. Ardından salona geçip, Slovenya'nın tadlarına bakmaya başladım. Önden, dağ köylerinde yapılmış peynirlerden bir tabak yaptırdım. Ardından sirkede pişmiş beyaz lahana eşliğinde şarküteri çeşitlerinden söyledim. Garsonun getirdiği sepetteki dilimlere bakınca, bu ülkenin ekmeğe ne kadar düşkün olduğunu anladım. Kaba somunların lezzetine doyamadım. Son olarak da herşeyi göze alıp, güzel bir işkembe yemeği söyledim. Ülkenin ünlü tatlısı Palaçinka'nın, bir rulosunu zorla bitirdim.
Balkonda ayın gölün buzlu suyundaki yansımasını seyredip, erkenden yatağa girdim. Çünkü ertesi gün erkenden, ülkenin başka köşelerini keşfe çıkacaktım.
SLOVENYA HAKKINDA
20.256 kilometrekare büyüklüğündeki ülkede yaklaşık 2 milyon kişi yaşıyor. Özellikle kayak yapmak isteyenler için Alp Dağları’nda çok güzel pistler mevcut. Ayrıca kano, trekking, dağ bisikleti, tırmanma, mağaracılık sporlarını her mevsim yapmak mümkün.
VİZE: Slovenya Türk turistlerden vize istiyor. Ama vizeyi almak yaklaşık 10 gün sürüyor. 45 gün ve üstünde süresi olan Schengen vizesi ile de ülkeye girilebiliyor.
NASIL GİDİLİR: Adria Havayolları'nın (Tel: 212-512 42 32) hergün tarifeli seferi var. Travelhouse turizm şirketi (Tel: 212-296 76 10) Slovenya'ya turlar düzenliyor.
NEREDE KALINIR: Ülkenin en küçük kasabasında bile 3-4 yıldızlı otel bulmak mümkün. Ayrıca özellikle Alp Dağları’nın eteklerindeki köylerde ucuza, temiz ve şirin pansiyonlar da bulunuyor.
CEP TELEFONU: Ülkenin her yerinden cep telefonu ile konuşmak mümkün.
KREDİ KARTI: Büyüklü küçüklü bütün işyerleri, mağazalar, restoranlar tüm kredi kartlarını kabul ediyorlar.