Kaleiçi’nde gündüz düşleri
Antalya’nın Kaleiçi, insanı düşlere salar. Çünkü orası tarihtir. Çünkü orada geçmiş zaman parçaları, köşe bucak her yerde kendilerini gösterme çabasındadırlar. Duvarda bitmiş bir ot, yıllara meydan okuyan bir ağaç, kiremitteki yosun kim bilir nelerin tanığıdır.
Antalya dediniz mi, benim için öncelikle Kaleiçi’dir. Gerçekten de kent için kimlik kartı niteliğini taşır.
Antalya denince akla birçok güzellik birden gelir. Müstesna yerlerden biridir çünkü. Deniz tamam... Plajlar tamam. Konyaaltı, Lara, Karpuzkaldıran... Falezler... Arkada birbirini çiğneyerek sivrilmiş dağlar, ormanlar, akarsular, şelaleler, mağaralar... Hepsi tamam! Birbirinden güzel.
Ama ille de Kaleiçi... Yüzyılların gerisinde kalmış insanların sözleri, fısıltıları, el emekleri, göz nurları, duvarlara, yapılara sinmiş el izleri, Beydağları’nın söylediği efsanelerden habersizmiş gibi usul usul bir başka masalı söyler.
Kadim zamanlar dile gelse ortalık sese keser ama artık onların çoğu sırrolup gitmiştir.
Ağaçlar evlerin arasında, gerilerde kalmış küçük bahçelerde yeşil yeşil uzatmışlardır başlarını. Hele baharsa, hele hafif bir esinti varsa, dervişler gibi iki yana usul usul sallanarak garip bir ezgiyi dile getirirler.
Yaşama sevincidir artık sokaklarda usulca gezinen rüzgârın getirdiği.
Aşağıdaki eski limana, iskeleye, denize ve karşıda yalnızca resim gibi duran dağlara göz atıp arşınlayabilirsiniz Kaleiçi’ni. Garipsemezsiniz hiç. Bildiğiniz eski sokaklarda gibisinizdir. Çocukluğunuzun küçük gölgesi rehberinizdir.
Mevsimlerden hangisi olursa olsun; fark etmez! Kaleiçi her daim sizi aynı sıcaklıkla karşılar.
YALIN PALALI ŞÖVALYELER HOYRAT BAKIŞLI KORSANLAR
Kaleiçi her şeyden önce bir eski zaman düşü gibidir. Denizden karadaki surlara doğru yükselip giden dar sokaklardan kimlerin gelip geçtiğini düşündükçe kendinizi düşlerin harmanında buluverirsiniz. Şimdi yalnız yat limanı olarak kullanılan eski limandan surlara doğru, yalın pala şövalyeler ya da hoyrat bakışlı çevik korsanlar tırmanmaktadır belki. Belki, eski zaman düğünlerinden birinde denizden gelen konuklar meşalelerle karşılanmıştır da, hep birlikte, bir fener alayı gibi yukarı çıkılmaktadır. Daracık sokaklar belki de bu kıyının o uzun, o suskun yıllarından birinin kışında alabildiğine içine kapanmış, güney yağmurlarının hırçın tokatlarını, şaklayan kırbaçlarını savuşturmaya çalışmaktadır.
Kaleiçi, insanı düşlere salar. Çünkü orası tarihtir. Çünkü orada geçmiş zaman parçaları, köşe bucak her yerde kendilerini gösterme çabasındadırlar. Duvarda bitmiş bir ot, yıllara meydan okuyan bir ağaç, kiremitteki yosun kim bilir nelerin tanığıdır.
Deniz ve kara surlarıyla bazı burçlar, ta antik dönem Antalya’sının uzakları gözleyen gözleriyle bakarlar bize. Helen, Roma, Selçuklu; bu duvarları, birbiri üzerine bindirip yükselterek bugüne getirmiştir. Yalnız sur duvarları değil, Kaleiçi’ndeki bütün duvarlar o dönemlerin izleriyle doludur. Taşlar, zamanın ve dönemlerin temsilcileri olarak orada alt alta, üst üste bize gülümser.
Şu, Hadrian Kapısı’dır. 130 tarihinde Roma İmparatoru Hadrian adına yapılmış. Bugüne bütün görkemiyle gelmiş. Durup bir selam vermek gerek. Kale surlarından bugüne kalan kuleler ve Kale Kapısı, Kaleiçi’ne girişte karşılar sizi. Saat Kulesi ile Tekelioğlu Mehmet Paşa Camisi de zamandaki değişimin işaretleri olarak oradadır.
Antalya, birçok Selçuklu eserini de bağrında barındırır. Karatay Medresesi de bunlardan biridir. 1250 yılında II. Keykavus zamanında saltanat naibi Celaleddin Karatay tarafından yapıldığı yazılıdır kaynaklarda. Selçuklu’ların mimarlıktaki düzeyini gösteren bir de Yivli Minare vardır ki; Antalya’nın simgelerinden biridir.
Altıgen yapılı Nigâr Hatun Türbesi (1562), o kalabalığın ortasında sessizce dikilmektedir; Zincirkıran Mehmet Bey türbesi de. Kesik Minare, Yivli Minare Camisi, limandaki küçük, şirin yapısıyla dikkat çeken İskele Camisi de görülmeye değer İslami yapılardandır.
Bir uçtan bir uca, limandan yukarıya, yukarıdan limana Kaleiçi’ni sokak sokak, adım adım gezdikçe, garip duygular içinde insanın geçmişinin ve insanlığın uzun tarihinin sayfalarını karıştırmış gibi olursunuz.
Kaleiçi, sıkıştırılmış bir tarih albümü gibidir.
ESKİ SOKAKLAR YAŞAMA SEVİNCİNİN TÜRKÜSÜNÜ SÖYLÜYOR
Kaleiçi Sokakları, bütün eski sokaklar gibi eğri büğrü ve dardır.
Kaleiçi evleri bu dar sokaklarda cumba-balkon birbirine el uzatmış komşucuk gibi bakışır. Taş duvarların üzerine biraz da genişleyerek kurulmuş ahşap kısımları sıcacık insan sevgisinin temsilcisi gibidir. Yüzyılların deneyim ve birikiminden, gereksinimlere göre uğradıkları değişikliklerden ve onlara yeniden yeniden biçim verenlerden bize taşıdıkları yaşama sevincinin tanıklıklarıdır. Büyük bir birikimdir; geçmişin özü, özetidir.
Kaleiçi Sokakları şimdi hediyelik eşya dükkânları, küçük oteller, lokanta ve barlarla dolmuştur. En ıssızından en civcivlisine her Kaleiçi sokağı, sizi büyülü ve farklı bir dünya olarak kendine çeker.
Sokaklarında yürürken içinizde şiirler kımıldanır. Antalyalı şair Metin Demirtaş’ın “Esrik Söylenmiş Hüzünlü Bir Türkü” şiirinin dizeleri gelip takılır dilinize: “İçimde yumuşak hüznü / Eski Ahşap evlerin / Antalya, Kaleiçi Mahallesi’nde / Kederli, esrik / Yürür gibiyim sanki / Utrillo’nun bir sokak resminde / Yağmur sonu / Duru bir aydınlık / Yosunlu kiremitlerde güneş ve buğu / Islak ahşap ve yasemin kokusu / Dalda öten kuş / Söylüyor Verlaine’in mavi türküsünü (...)”