'Kalbim Porto’da kaldı’
Portekiz’in kuzeyinde, ülkenin ikinci büyük şehri Porto’da ziyaretçileri birbirinden güzel tarihi eserler, restoranlar, üzüm bağları ve tabii dünyaca ünlü Porto şarabı karşılıyor. Avrupa’nın en batı ucuna gitmenin heyecanına, okyanusa varmanın keyfi de eklenince Porto’yu anlamanın ve tadını çıkarmanın bir rehberini yazmak kaçınılmaz oluyor. İlk sırada Atlas’ta kulaç atmak var...
Atlas Okyanusu kıyısındaki Porto, denizin, denizciliğin de merkezi. Tarih kokan sokakları, Douro Nehri boyunca dizilmiş birbirinden renkli çinili yapılarıyla, gittiğinize asla pişman olmayacağınız, rüya gibi bir şehir. Tavsiyem, en az 4 gün ayırın bu büyülü şehre. Atlas Okyanusu’nda yüzmeyi de Porto’da yapılacaklar listenizin ilk sırasına yazın. Bizim sonraki durağımız, 1890’dan kalma demir sütunlarla desteklenen çam kirişleri ve mahzenlerinde 3 bin 200 fıçı Graham’s Port şarabının yıllandırıldığı Vinum Restaurant oldu. Tarihi Porto şehrine, Douro Nehri’ne ve Dom Luis Köprüsü’ne bakan restoranın manzarası da yemeklerin lezzetiyle yarışıyor. Sayamayacağım kadar çok deniz ürünü, morina balığı, kızarmış ekmek ve etle yapılan francesinha ve ahtapotlar, bu eşsiz manzaralı lezzet durağının unutulmazları arasında...
Balkabağı sosuyla morina
Kenti ikiye bölen nehir
Douro Nehri, tıpkı Boğaz’ın İstanbul’u ikiye ayırması gibi Porto’nun ortasından geçiyor. Tekne gezileri, balıkçıları, çevresindeki tarihi binalarla bütünleşen nehrin bir de çelik kolyesi var. Dom Luis I Köprüsü, bir nevi yatay Eyfel Kulesi. Zaten ilk projeyi Gustave Eiffel hazırlamış. Projeyi hayata geçiren öğrencisi Théophile Seyrig olmuş. Porto’da konaklama için pek çok seçenek var; biz Hilton Porto Gaia’yı tercih ettik. Douro Nehri ve önemli şarap mahzenlerine yürüme mesafesinde. Porto ve Kuzey Porto Turizm Ofisi önderliğinde, ülkenin kuzeyine doğru uzanan gezimizin ikinci gününü Guimaraes ve Braga’da geçiriyoruz.
Dom Luis I Köprüsü
Portekiz fatihinin sarayı
UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilen Guimaraes, Portekiz’in ilk şehri kabul ediliyor. Süslü balkonları, heykellerle çevrili evleri ve dar sokaklarıyla nadir korunmuş ortaçağ şehirlerinden biri.
Guimaraes’in daracık sokaklarındaki tarih kokan gezintinin en önemli durağı Portekiz’in ilk kralı ve fatihi I. Afonso Henriques’in 12’nci yüzyılda yaşadığı, fetihlerde kilit rol oynayan Guimaraes Kalesi oluyor. 8 asırdır tüm ihtişamıyla ayakta duran kaleye hayranlığımızı sunduktan sonra rotamızı Paço dos Duques de Bragança’ya (Bragança Dükler Sarayı) çevirdik. 15’inci yüzyılın ilk çeyreğinde Bragança ailesi için yapılan saray, 20’nci yüzyılın başında ‘ulusal anıt’ olarak tescillenmiş. Daha sonra müzeye çevrilen sarayı, antika silah meraklıları pas geçmesin. Coğrafi keşiflerin işlendiği duvar halıları da görülmeye değer.
Braga Katedrali
Öğle yemeği molasını Michelin yıldızlı A Cozinha’da veriyoruz. Tarihle dolu küçük bir meydan olan Largo do Serralho’da, gözlerden uzak, çatısında sebze bahçesi olan, iki katlı şirin restoranda bir ziyafete dönüşen öğle yemeğinin ardından yarım saatlik bir yolculukla Braga’ya ulaşıyoruz.
Braga Katedrali’nin içi
2 bin yıllık geçmişe sahip olan şehrin her köşesinde tarihi bir kilise, ayrıca iki manastır var. Portekizliler herhalde bu yüzden “Porto çalışır, Braga dua eder, Coimbra okur ve Lizbon eğlenir” diyorlar. Günü Amarante’de noktalıyoruz. Geceyi geçirdiğimiz otel, üzüm bağlarının arasında.
Bağlara açılan kapılar...
Geniş odalarının balkon kapıları üzüm bağlarına açılıyor. Geçmişi MÖ 4’üncü yüzyıla kadar uzanan Amarante, ülkenin kuzey kesiminde, Portekiz’e özgü, genç, yarı köpüklü ‘yeşil’ şarap olan Vinho Verde’nin üzümlerinden sorumlu olan Minho bölgesinin zengin tarım arazilerinde... Kasabanın içinden geçen Tamega Nehri’nin kemerli köprüsü Ponte São Gonçalo ve dini yapılarda kullanılan granitin batan güneşin ışığında saçtığı hardal rengi parıltılar insanı hayal âlemine sürüklüyor.
Öğle yemeği için Tamega kıyısındaki, limon sarısı rengiyle ağaçların arasında görkemli şekilde duran Casa da Calçada Hotel Relais & Chateaux’ya gidiyoruz. Porto ve Douro Vadisi arasına 16’ncı yüzyılda yapılmış otel, yüksek mimari ve tarihi kültürel özelliğe sahip. Otelin lezzetli yemeklerinin etkisi geçmeden bir başkasını geziyoruz; Quinta da Aveleda... 1870’te 8 hektarlık bir bahçe içine kurulan otel sarmaşıklarla bezenmiş. 100’ün üzerinde çiçek türü ve asırlık ağaçlar arasında tavuskuşları, kuğular, tavuklar, kazlar, köpekler geziyor.
Son hedefimiz Villa Fos Hotel. Deniz kıyısında, klasik ve modern mimarinin harmanlandığı bu şato otelle Porto’ya veda ediyoruz. Kahvaltının ardından sokaklara atıyoruz kendimizi. Perşembe günü, birçok alışveriş yeri kapalı; aklınızda bulunsun. Dönüş zamanına kadar 2 bin yıllık kentin sokaklarında turlayıp duruyoruz...
Porto-Türkiye seferleri artıyor
Portekiz, tarihi ve kültürel mimarisiyle birçok ülkeden turisti ağırlarken Porto’dan Türkiye’ye uçak seferleri yaz döneminde haftada 10 kez olarak düzenlendi. Portekizliler, Porto’dan özellikle Kapadokya ve İstanbul’a uçmayı tercih ederken Antalya ve İzmir’e de ilgi gösteriyorlar.
Mantar şişe tıpasında bir numara
Şarap diyarı Porto’nun ‘yeşil’ şarabı bölgedeki tüm restoranlarda özellikle anlatılan, gurur duydukları bir ürün. Portekiz’in kuzeyinde, 9 ayrı bölgede, çeşitli üzümlerden üretiliyor. Alkol oranı diğer şaraplara göre düşük ve kendiliğinden gazlı. Porto, mantar şişe tıpası yapımında da bir numara. Birbirinden değerli şarapların şişelerinde kullanılan mantarlar, bu bölgede özenle yetiştirilen ağaçların kabuğundan üretilip dünyaya ihraç ediliyor.