Deniz İNCEOĞLU
Son Güncelleme:
Kafa kesenlerin köyünde para geçmiyor, ücret gıdayla ödeniyor
Tiyatrocu Filiz Kutlar, işi gereği çıktığı turnelerde Sehayat tutkunu haline geldi. "Bir yere gitmesem bile atlası açıp, kendime ülkeler, şehirler seçerim" diyor. Yaklaşık 30 yıldır hem geziyor hem de fotoğraf çekiyor. Şimdiye kadar Meksika, Vietnam, İtalya, Lugano, Madrid ya da Strazburg’da geziler yaptı. Bunlar arasında en ilginçlerinden biri de 2000’de gittiği Borneo Adası oldu. Malezya, Endonezya ve Brunei Krallığı’ndan oluşan adanın Malezya’ya bağlı Sarawak Bölgesi’ne giden Kutlar, burada geçmişte kafa kesmeleriyle ünlü İban Kabilesi’ni, yaşadıkları Sibeliau Köyü’nü ziyaret etti.
Ortaokula kadar İzmir’de yaşadım. Sonra ailemle İstanbul’a taşındık. Belediye Konservatuvarı’ndan mezun olmama yakın fotoğraf çekmeye başladım. Sonraları sergi açacak düzeye geldim. Konservatuvarı bitirip, Kenter Tiyatrosu’na katıldım. Buradaki dört yılda Türkiye’de gezmediğim yer kalmadı. Erzurum’dan Kars’a pek çok şehirde oyun sahneledik. 70’lerin sonunda Şehir Tiyatroları’na geçtim, hálá çalışmayı sürdürüyorum.
İlk uzun tatilimde Yugoslavya sahillerinden Venedik’e gittim. Bu geziden sonra İtalyanca öğrenmeye başladım. Dört yıl, her yaz gezmek ve dilimi geliştirmek için İtalya’nın farklı şehirlerine gittim. O sırada İsviçre’ye ve Yunan Adaları’na da geçtim. 1989’da Onat Kutlar’la evlendim. Gezmeyi sevdiğimi bildiği için, o gitmek istemese bile beni mutlu etmek adına hemen organizasyon yapardı. Berlin Film Festivali’ne, Madrid’e, Fransa’nın çeşitli şehirlerine, Strazburg Film Festivali’ne birkaç kez gittik. Daha çok Avrupa’yı dolaştık. Hep hayal kurar, her fırsatı kollardık. Birkaç aylık geziye çıkmak en büyük istediğimizdi. Onat’ın başına gelen felaketten sonra hayallerimizi tek başıma sürdürüyorum. Son gittiğim şehirlerden Madrid, beni çok etkiledi. Hemen İspanyolca kursuna yazıldım. İspanyolcamı geliştirmek, gezmek için Portekiz sınırındaki Salamanca’ya gittim.
Bir süre sonra yolculuk tutkuya dönüştü. Kimi zaman atlastan seçtiğim şehirlere gittim. Dünyanın öteki ucundaki Borneo Adası’na ise bir gezi yazısından sonra karar verdim. Dünyanın üçüncü büyük adası. Ortasından Ekvator geçiyor. Güneydoğu Asya’da Endonezya, Malezya ve Brunei Krallığı’nca (Burma) paylaşılmış. Güneyini, yani Endonezya’ya ait bölümünü gezmek istiyordum. Çünkü yazıda buradaki vahşi yaşam çok cazip anlatılıyordu. Sonra fikrimi değiştirdim, tehlikeli kabilelerin yaşadığı Malezya bölümüne gitmeyi tercih ettim. Madrid’de tanıştığım, yıllardır beraber gezdiğim dostum Sanay Özkaynak’la birlikteydik. İkimizin de turlarla gezmeye karşıyız. Özgürce program yapıyoruz.
KAFA KESENLERİN KÖYÜNÜ SEÇTİK
2000’de Singapur üzerinden Malezya’ya gittik. İki gün kalıp, Burma’ya geçtik. Gerçekten rüya gibiydi. Hiç turist yoktu. Hatta turistler birbirlerini gördüklerinde, şaşırıp selamlaşıyordu. Kuala Lumpur’dan, 2,5 saatte Kuching’e, yani adanın Sarawak Bölgesi’ne uçtuk. Sabah Bölgesi çok uzaktı, gitmedik. Kuching Havaalanı’nda seçtiğimiz otel, araç sağlayacağını söyledi. Taksi beklerken limuzin geldi. Gitti paralar, diye düşünürken toplam yedi dolar verdik. Mütevazı, temiz bir oteldi. Sabah uyanıp, nehir kıyısına kahvaltıya gittik. Ardından otelin yakınındaki Hint mahallesinden hediyelikler aldık. Yüksek binaların olmadığı, tertemiz bir şehirdi. Asıl hedefimiz Dayak, İban, Proto Malay ve Punan kabileleriydi. Görmek için seyahat acentası kanalıyla gitmek gerekiyordu. Ataları kafa kesen İban Kabilesi’nin yaşadığı köyü seçtik.
İBANLAR’A BİSKÜVİ, ÇİKOLATA VİSKİ İLE ÖDEME YAPILIYOR
Sabah erkenden acentanın klimalı minibüsüne bindik. Üç Meksikalı turistle, yaklaşık altı saat ormanlardan geçtik. İndiğimizde can yeleği giydirildi. İnce uzun kayıklarda, 1,5 saat gittik. Sibeliau Köyü’ne vardığımızda büyük bir odun taşıyan, üstü çıplak, etekli kadınla karşılaştık. 25 aile yaşıyordu. Bizi uzun bir eve götürdüler. Evin dibine doğru odalar ayrılıyor. Orta bölümü hep beraber kullanıyorlar, yemeklerini beraber yiyorlar. Ayrı bir bölümde misafirhane var. Para kabul etmiyorlar. Bisküvi, çikolata ya da viski gibi hediyeler götürülüyor.
Sibeliau Köyü’nde turistik bir hava sezdim, yine de çok hoş ve otantikti. Bütün günü yerlilerle geçirdik. Tahta oyup kolye yapıyorlardı. Bir yerli erkek horozlarını getirip, dövüştürdü. Şov bittikten sonra nehrin diğer tarafına geçen köprüye gittik. İpten köprüden geçerken Indiana Jones filmlerini anımsadım. Çok tehlikeli görünse de bir kere nehrin üzerinden geçmek gerek. Akşamüzeri hayatımda hiç görmediğim kadar şiddetli yağmur başladı. Yemek için misafirhaneden yerlilerin evine geçerken, birkaç adımlık mesafede bile zorlandık. Gidecekseniz, şemsiyenizi unutmayın! Akşam yemeğinde bakliyat ve pilav vardı. Yemekler çok güzeldi ama aklım yerel pirinç şarabında kaldı. Mutlaka denenmeli. Yemek bitince yaptıkları heykel ve kolyeleri yerlere serdiler. Geçimlerini bunlarla sağlıyorlar. Kolyelerin her biri tropik meyve çekirdeklerinden yapıldığı için çok hoştu. Her şeyden öte ertesi sabah kuş sesleriyle yemyeşil bir doğaya bakarak uyanmak harikaydı.
GEL-GİT’İ SEYREDİN
Öğleden sonra Kuching’e dönüp sadece bir gece kaldık. Turist akınına uğramayan bir yeri daha gezmek istiyorduk. Acentaya danışdık, Sematan Köyü’nü önerdiler. Organizasyonu kendimiz yaptık. Lundu’ya gidip, köy otobüsüne bindik. Küçük köyde iki pansiyon vardı. Kaldığımız pansiyonun odaları banyolu ve güzeldi. Çantamızı bırakıp kendimizi dışarı attık. Kahvenin karşısındaki köprü, doğal plaja geçiyordu. Yağmur yağmadan hemen plaja gittik. Denize girdik ama ne kadar ilerleseniz de su, diz boyunu geçmiyor. Yağmur başlayınca, döndük. Giderken ağaçlar deniz suyunun içindeydi. Dönüşte deniz çekilmişti. Sawarak Nehri’nin suyu denize karıştığından ağaçlar suda büyüyebiliyormuş. Ertesi gün iskeleden, suların gelişini seyrettik. Etkileyici bir manzaraydı. Bir sonraki gün balık pazarından dev karidesler, pisi balığına benzer büyük bir balık aldık. Küçük bir lokantada pişirtip yedik. Adada 10 gün kaldık. Ama Sematan Köyü’nde bir 10 gün daha kalabilirdim. Halkı çok cana yakın, huzur dolu. Doğayla başbaşa kalmak isteyenler için ideal.
EN SEVDİĞİ 5 YER
Vietnam Guatemala Ubud (Bali) Patagonya İtalya
neyle seyahat ediyor
Uzun yolculuklardauçak diğerlerinde otobüs ve tren
nerede kalıyor
Küçük otellerde
seyahatte ne okuyor
Gezdiği yerle ilgili kitaplar
ne giyer
Rahat kıyafetler, spor ayakkabı
ne yiyor ne içiyor
Yerel yemekler
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, mendil, su
kimle seyahat ediyor
Yalnız ya da bir arkadaşıyla, üç kişi asla
ne alıyor
Yerel heykel, bebek, giysi
İlk uzun tatilimde Yugoslavya sahillerinden Venedik’e gittim. Bu geziden sonra İtalyanca öğrenmeye başladım. Dört yıl, her yaz gezmek ve dilimi geliştirmek için İtalya’nın farklı şehirlerine gittim. O sırada İsviçre’ye ve Yunan Adaları’na da geçtim. 1989’da Onat Kutlar’la evlendim. Gezmeyi sevdiğimi bildiği için, o gitmek istemese bile beni mutlu etmek adına hemen organizasyon yapardı. Berlin Film Festivali’ne, Madrid’e, Fransa’nın çeşitli şehirlerine, Strazburg Film Festivali’ne birkaç kez gittik. Daha çok Avrupa’yı dolaştık. Hep hayal kurar, her fırsatı kollardık. Birkaç aylık geziye çıkmak en büyük istediğimizdi. Onat’ın başına gelen felaketten sonra hayallerimizi tek başıma sürdürüyorum. Son gittiğim şehirlerden Madrid, beni çok etkiledi. Hemen İspanyolca kursuna yazıldım. İspanyolcamı geliştirmek, gezmek için Portekiz sınırındaki Salamanca’ya gittim.
Bir süre sonra yolculuk tutkuya dönüştü. Kimi zaman atlastan seçtiğim şehirlere gittim. Dünyanın öteki ucundaki Borneo Adası’na ise bir gezi yazısından sonra karar verdim. Dünyanın üçüncü büyük adası. Ortasından Ekvator geçiyor. Güneydoğu Asya’da Endonezya, Malezya ve Brunei Krallığı’nca (Burma) paylaşılmış. Güneyini, yani Endonezya’ya ait bölümünü gezmek istiyordum. Çünkü yazıda buradaki vahşi yaşam çok cazip anlatılıyordu. Sonra fikrimi değiştirdim, tehlikeli kabilelerin yaşadığı Malezya bölümüne gitmeyi tercih ettim. Madrid’de tanıştığım, yıllardır beraber gezdiğim dostum Sanay Özkaynak’la birlikteydik. İkimizin de turlarla gezmeye karşıyız. Özgürce program yapıyoruz.
KAFA KESENLERİN KÖYÜNÜ SEÇTİK
2000’de Singapur üzerinden Malezya’ya gittik. İki gün kalıp, Burma’ya geçtik. Gerçekten rüya gibiydi. Hiç turist yoktu. Hatta turistler birbirlerini gördüklerinde, şaşırıp selamlaşıyordu. Kuala Lumpur’dan, 2,5 saatte Kuching’e, yani adanın Sarawak Bölgesi’ne uçtuk. Sabah Bölgesi çok uzaktı, gitmedik. Kuching Havaalanı’nda seçtiğimiz otel, araç sağlayacağını söyledi. Taksi beklerken limuzin geldi. Gitti paralar, diye düşünürken toplam yedi dolar verdik. Mütevazı, temiz bir oteldi. Sabah uyanıp, nehir kıyısına kahvaltıya gittik. Ardından otelin yakınındaki Hint mahallesinden hediyelikler aldık. Yüksek binaların olmadığı, tertemiz bir şehirdi. Asıl hedefimiz Dayak, İban, Proto Malay ve Punan kabileleriydi. Görmek için seyahat acentası kanalıyla gitmek gerekiyordu. Ataları kafa kesen İban Kabilesi’nin yaşadığı köyü seçtik.
İBANLAR’A BİSKÜVİ, ÇİKOLATA VİSKİ İLE ÖDEME YAPILIYOR
Sabah erkenden acentanın klimalı minibüsüne bindik. Üç Meksikalı turistle, yaklaşık altı saat ormanlardan geçtik. İndiğimizde can yeleği giydirildi. İnce uzun kayıklarda, 1,5 saat gittik. Sibeliau Köyü’ne vardığımızda büyük bir odun taşıyan, üstü çıplak, etekli kadınla karşılaştık. 25 aile yaşıyordu. Bizi uzun bir eve götürdüler. Evin dibine doğru odalar ayrılıyor. Orta bölümü hep beraber kullanıyorlar, yemeklerini beraber yiyorlar. Ayrı bir bölümde misafirhane var. Para kabul etmiyorlar. Bisküvi, çikolata ya da viski gibi hediyeler götürülüyor.
Sibeliau Köyü’nde turistik bir hava sezdim, yine de çok hoş ve otantikti. Bütün günü yerlilerle geçirdik. Tahta oyup kolye yapıyorlardı. Bir yerli erkek horozlarını getirip, dövüştürdü. Şov bittikten sonra nehrin diğer tarafına geçen köprüye gittik. İpten köprüden geçerken Indiana Jones filmlerini anımsadım. Çok tehlikeli görünse de bir kere nehrin üzerinden geçmek gerek. Akşamüzeri hayatımda hiç görmediğim kadar şiddetli yağmur başladı. Yemek için misafirhaneden yerlilerin evine geçerken, birkaç adımlık mesafede bile zorlandık. Gidecekseniz, şemsiyenizi unutmayın! Akşam yemeğinde bakliyat ve pilav vardı. Yemekler çok güzeldi ama aklım yerel pirinç şarabında kaldı. Mutlaka denenmeli. Yemek bitince yaptıkları heykel ve kolyeleri yerlere serdiler. Geçimlerini bunlarla sağlıyorlar. Kolyelerin her biri tropik meyve çekirdeklerinden yapıldığı için çok hoştu. Her şeyden öte ertesi sabah kuş sesleriyle yemyeşil bir doğaya bakarak uyanmak harikaydı.
GEL-GİT’İ SEYREDİN
Öğleden sonra Kuching’e dönüp sadece bir gece kaldık. Turist akınına uğramayan bir yeri daha gezmek istiyorduk. Acentaya danışdık, Sematan Köyü’nü önerdiler. Organizasyonu kendimiz yaptık. Lundu’ya gidip, köy otobüsüne bindik. Küçük köyde iki pansiyon vardı. Kaldığımız pansiyonun odaları banyolu ve güzeldi. Çantamızı bırakıp kendimizi dışarı attık. Kahvenin karşısındaki köprü, doğal plaja geçiyordu. Yağmur yağmadan hemen plaja gittik. Denize girdik ama ne kadar ilerleseniz de su, diz boyunu geçmiyor. Yağmur başlayınca, döndük. Giderken ağaçlar deniz suyunun içindeydi. Dönüşte deniz çekilmişti. Sawarak Nehri’nin suyu denize karıştığından ağaçlar suda büyüyebiliyormuş. Ertesi gün iskeleden, suların gelişini seyrettik. Etkileyici bir manzaraydı. Bir sonraki gün balık pazarından dev karidesler, pisi balığına benzer büyük bir balık aldık. Küçük bir lokantada pişirtip yedik. Adada 10 gün kaldık. Ama Sematan Köyü’nde bir 10 gün daha kalabilirdim. Halkı çok cana yakın, huzur dolu. Doğayla başbaşa kalmak isteyenler için ideal.
EN SEVDİĞİ 5 YER
Vietnam Guatemala Ubud (Bali) Patagonya İtalya
neyle seyahat ediyor
Uzun yolculuklardauçak diğerlerinde otobüs ve tren
nerede kalıyor
Küçük otellerde
seyahatte ne okuyor
Gezdiği yerle ilgili kitaplar
ne giyer
Rahat kıyafetler, spor ayakkabı
ne yiyor ne içiyor
Yerel yemekler
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, mendil, su
kimle seyahat ediyor
Yalnız ya da bir arkadaşıyla, üç kişi asla
ne alıyor
Yerel heykel, bebek, giysi