Ersin KALKAN
Son Güncelleme:
İstanbul tekkeleri gezisi
Bugün, İstanbul’un kuytularında, tarihin derinliklerinde kalmış tekke ve türbelere bir yolculuk yapacağız. Kentin çevresinde ilk Müslümanların oturmaya başladığı 1330’lardan 1925’e kadar toplum hayatında vazgeçilmez bir konumdaydılar. Osmanlı modernleşmesinin başlangıcından ve özellikle Tanzimat döneminden itibaren eski güç ve etkilerini kaybettiler.
1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla artık tarihin sisli perdesinin ardında yerlerini aldılar. İstanbul’un ve imparatorluğun tarihine ilgi duyanlar, kayboluşun karanlığına bırakılmış bu yapıları mutlaka görmeli. Antonina Turizm, bu pazar günü Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Faruk Göncüoğlu rehberliğinde tekke ve türbeleri gezdirecek. İstanbul üzerine üç kitap yazmış olan akademisyen Göncüoğlu’nun güzergahını izleyerek türbe ve tekkelere doğru yola çıkalım.
Türkiye topraklarında Antik Yunan’dan, Sümerler, Likyalılar ve Frikyalılardan bu yana sayısı bilinmeyecek kadar çok anıt mezar inşa edilmiş. Selçuklu ve Osmanlılar bu geleneği farklılaştırarak devam ettirmişler. Bir mezarın üzerine türbenin yapılması, o kişinin hayatında yaptıklarının gelecek nesillere de aktarılmasında önemli rol oynamış. Mimar Sinan’la birlikte, türbe mimarisi olağanüstü bir zenginliğe kavuşmuş, gelişip şekillenerek Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gelmiş. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra sahabe türbelerini inşa ettirerek bu geleneğin öncüsü olmuş.
Osmanlı zamanında sayıları 700’e kadar ulaşan İstanbul türbelerden günümüze 487 tanesi kalabilmiş.
Tekkeler fetihten yaklaşık yüz yıl kadar önce, İstanbul çevresine yerleşen Müslüman ahali tarafından kurulmaya başlamış. Tarikat ehlinin kurduğu bu dini yapılar, "asitane, dergah, hankah, zaviye" gibi çeşitli terimlerle anılmış. Ayrıca, "Gülşenihane, Kalenderhane, Kadirihane, Mevlevihane" gibi belirli tarikatların tesislerini ifade eden isimlerle de zikredilmiş. Tarihi yarımada başta olmak üzere tüm İstanbul’daki tekke sayısının 500 civarında olduğu öne sürülüyor.
Tekke mimarisi tarikatların anlayışlarına göre şekillenmiş olduğundan türbeler gibi belirli bir tarzı ifade etmiyor. Örneğin Bektaşiler’in meydan, Mevlevilerin semahane dediği, diğer tarikat mensupları tarafından tevhithane olarak adlandırılan ibadet-ayin birimleri birbirinden çok farklı özellikler taşıyor. Bazı tekkelerde, tarikat mensubunun "olma"sı için kapandığı çilehane bulunuyor, bazılarında meydanı şerif denilen bölümler...
BEKTAŞİ İBADETHANESİ
Merdivenköy Bektaşi Tekkesi diye adı geçen yer; Kadıköy’ün Merdivenköy Mahallesi’nde bulunan Şahkulu Sultan Tekkesi. Bazıları tekkeyi, 1329’da Osmanlı’nın Bizans’ı yendiği Pelekanon Savaşı’ndan sonra Orhan Gazi’nin kurdurduğunu öne sürüyor. Bir başka kaynak ise bu ibadethanenin, Sancaktar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba gibi savaşçı Bektaşi dervişleri tarafından inşa edildiğini iddia ediyor. Bu iddia günümüzde daha olası görünüyor. Şahkulu Sultan Tekkesi, Alevi-Bektaşi geleneğinin İstanbul’daki en köklü ibadethanesi. Osmanlı başkentini Anadolu’ya bağlayan yolun üzerinde bulunan tekkenin, devlet-ordu-Bektaşilik ilişkilerinde çok özel bir yeri varmış. Pir evinden yani Kırşehir’den İstanbul’a gelen dedebabalar, İstanbul’daki Bektaşi ileri gelenleri ve Yeniçeri Ocağı’nın komutanları tarafından gösterişli bir törenle burada karşılanır, birkaç gün Şahkulu’nda dinlendikten sonra başkente nakledilirmiş. 1826’da Yeniçerilerin tasfiye edilmesinden sonra dergaha el koyulmuş, pirler Tire’ye sürülmüş ve bu ibadethane Nakşibendilere devredilmiş. Bektaşi olduğu bilinen Sultan Abdülaziz’in 1861’de tahta geçmesinden sonra dergah eski sahiplerine geri verilmiş ve yeniden canlandırılmış. 1925’te Vakıflar idaresine intikal etmiş, 1965’te restore edilerek ayağa kaldırılmış ve 1975’ten itibaren Bektaşiler’in kullanımına sunulmuş. Günümüzde aslına ve geleneğine uygun bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Aziz Mahmud Hüdai Tekkesi, Üsküdar Doğancılar’da, Ahmet Çelebi Mahallesi’nde bulunuyor. Celveti tarikatı kurucusu Şeyh Aziz Mahmud Hüdai tarafından 1594’te yaptırılmış. Bir külliye şeklinde olan tekkede, mutfak, mezarlık, türbe, cami, tevhidhane, kütüphane, kadınlar bölümü ve evler var.
ÖZBEK İKAMET MERKEZİ
Kadırga Özbekler Tekkesi ile ilgili bilgiyi ise Faruk Göncüoğlu’ndan alalım:
"Özbekler Tekkesi; isminden de anlaşılacağı üzere Özbekler ve Buharalı Türkler’in İstanbul’daki ikamet merkeziydi. İstanbul’da isminde "Özbek" geçen beş tekke vardı. Bugün rahatça gezip görebileceklerimizden biri Eminönü’nde, Kadırga ile Sultanahmet arasında, harabe hali bile bir ihtişam içerisinde duran Kadırga Özbekler Tekkesi. Bir de Üsküdar Nakkaştepe’de Boğaz’a hakim bir yamaç üzerinde yer alan, nam-ı diğer Hacı Hoca Tekkesi olarak bilinen Özbekler Tekkesi var. Bu tekkeler Asya’dan İstanbul’a gelen Müslüman dervişlerin, seyyahların ve misafirlerin konakladığı merkezlerdi. Nakşibendi tarikatına bağlı olan bu tekkelerde tarikatın gerekleri yerine getirilir, áyin gününde zikir yapılır, ayrıca tekkeye bağlı mescitlerde günün beş vakti namaz ibadeti yerine getirilirdi.
Sultanahmet civarında Şehid Mehmed Paşa yokuşunda yer alan Buhara Özbekler Tekkesi, 1692’de devrin İstanbul defterdarı İsmail Efendi tarafından yaptırılmıştı. İlk şeyhi Süleyman Efendi’ydi. 1887’de Sultan İkinci Abdülhamid eliyle yeniden ihyá edilen tekkenin tamir kitabesi cümle kapısının hemen üzerinde ve minare kaidesinin altında bulunuyor. Dergáh kompleksinin en güney ucunda yer alan ve mutfak kısmının hemen üstünde yer alan mescit bölümü ise 1900’de devrin Özbek başbakanı Astankul Bey’in marifetiyle ve yine İkinci Abdülhamid’in himmeti ile inşa edilmişti."
Türkiye topraklarında Antik Yunan’dan, Sümerler, Likyalılar ve Frikyalılardan bu yana sayısı bilinmeyecek kadar çok anıt mezar inşa edilmiş. Selçuklu ve Osmanlılar bu geleneği farklılaştırarak devam ettirmişler. Bir mezarın üzerine türbenin yapılması, o kişinin hayatında yaptıklarının gelecek nesillere de aktarılmasında önemli rol oynamış. Mimar Sinan’la birlikte, türbe mimarisi olağanüstü bir zenginliğe kavuşmuş, gelişip şekillenerek Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gelmiş. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra sahabe türbelerini inşa ettirerek bu geleneğin öncüsü olmuş.
Osmanlı zamanında sayıları 700’e kadar ulaşan İstanbul türbelerden günümüze 487 tanesi kalabilmiş.
Tekkeler fetihten yaklaşık yüz yıl kadar önce, İstanbul çevresine yerleşen Müslüman ahali tarafından kurulmaya başlamış. Tarikat ehlinin kurduğu bu dini yapılar, "asitane, dergah, hankah, zaviye" gibi çeşitli terimlerle anılmış. Ayrıca, "Gülşenihane, Kalenderhane, Kadirihane, Mevlevihane" gibi belirli tarikatların tesislerini ifade eden isimlerle de zikredilmiş. Tarihi yarımada başta olmak üzere tüm İstanbul’daki tekke sayısının 500 civarında olduğu öne sürülüyor.
Tekke mimarisi tarikatların anlayışlarına göre şekillenmiş olduğundan türbeler gibi belirli bir tarzı ifade etmiyor. Örneğin Bektaşiler’in meydan, Mevlevilerin semahane dediği, diğer tarikat mensupları tarafından tevhithane olarak adlandırılan ibadet-ayin birimleri birbirinden çok farklı özellikler taşıyor. Bazı tekkelerde, tarikat mensubunun "olma"sı için kapandığı çilehane bulunuyor, bazılarında meydanı şerif denilen bölümler...
BEKTAŞİ İBADETHANESİ
Merdivenköy Bektaşi Tekkesi diye adı geçen yer; Kadıköy’ün Merdivenköy Mahallesi’nde bulunan Şahkulu Sultan Tekkesi. Bazıları tekkeyi, 1329’da Osmanlı’nın Bizans’ı yendiği Pelekanon Savaşı’ndan sonra Orhan Gazi’nin kurdurduğunu öne sürüyor. Bir başka kaynak ise bu ibadethanenin, Sancaktar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba gibi savaşçı Bektaşi dervişleri tarafından inşa edildiğini iddia ediyor. Bu iddia günümüzde daha olası görünüyor. Şahkulu Sultan Tekkesi, Alevi-Bektaşi geleneğinin İstanbul’daki en köklü ibadethanesi. Osmanlı başkentini Anadolu’ya bağlayan yolun üzerinde bulunan tekkenin, devlet-ordu-Bektaşilik ilişkilerinde çok özel bir yeri varmış. Pir evinden yani Kırşehir’den İstanbul’a gelen dedebabalar, İstanbul’daki Bektaşi ileri gelenleri ve Yeniçeri Ocağı’nın komutanları tarafından gösterişli bir törenle burada karşılanır, birkaç gün Şahkulu’nda dinlendikten sonra başkente nakledilirmiş. 1826’da Yeniçerilerin tasfiye edilmesinden sonra dergaha el koyulmuş, pirler Tire’ye sürülmüş ve bu ibadethane Nakşibendilere devredilmiş. Bektaşi olduğu bilinen Sultan Abdülaziz’in 1861’de tahta geçmesinden sonra dergah eski sahiplerine geri verilmiş ve yeniden canlandırılmış. 1925’te Vakıflar idaresine intikal etmiş, 1965’te restore edilerek ayağa kaldırılmış ve 1975’ten itibaren Bektaşiler’in kullanımına sunulmuş. Günümüzde aslına ve geleneğine uygun bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Aziz Mahmud Hüdai Tekkesi, Üsküdar Doğancılar’da, Ahmet Çelebi Mahallesi’nde bulunuyor. Celveti tarikatı kurucusu Şeyh Aziz Mahmud Hüdai tarafından 1594’te yaptırılmış. Bir külliye şeklinde olan tekkede, mutfak, mezarlık, türbe, cami, tevhidhane, kütüphane, kadınlar bölümü ve evler var.
ÖZBEK İKAMET MERKEZİ
Kadırga Özbekler Tekkesi ile ilgili bilgiyi ise Faruk Göncüoğlu’ndan alalım:
"Özbekler Tekkesi; isminden de anlaşılacağı üzere Özbekler ve Buharalı Türkler’in İstanbul’daki ikamet merkeziydi. İstanbul’da isminde "Özbek" geçen beş tekke vardı. Bugün rahatça gezip görebileceklerimizden biri Eminönü’nde, Kadırga ile Sultanahmet arasında, harabe hali bile bir ihtişam içerisinde duran Kadırga Özbekler Tekkesi. Bir de Üsküdar Nakkaştepe’de Boğaz’a hakim bir yamaç üzerinde yer alan, nam-ı diğer Hacı Hoca Tekkesi olarak bilinen Özbekler Tekkesi var. Bu tekkeler Asya’dan İstanbul’a gelen Müslüman dervişlerin, seyyahların ve misafirlerin konakladığı merkezlerdi. Nakşibendi tarikatına bağlı olan bu tekkelerde tarikatın gerekleri yerine getirilir, áyin gününde zikir yapılır, ayrıca tekkeye bağlı mescitlerde günün beş vakti namaz ibadeti yerine getirilirdi.
Sultanahmet civarında Şehid Mehmed Paşa yokuşunda yer alan Buhara Özbekler Tekkesi, 1692’de devrin İstanbul defterdarı İsmail Efendi tarafından yaptırılmıştı. İlk şeyhi Süleyman Efendi’ydi. 1887’de Sultan İkinci Abdülhamid eliyle yeniden ihyá edilen tekkenin tamir kitabesi cümle kapısının hemen üzerinde ve minare kaidesinin altında bulunuyor. Dergáh kompleksinin en güney ucunda yer alan ve mutfak kısmının hemen üstünde yer alan mescit bölümü ise 1900’de devrin Özbek başbakanı Astankul Bey’in marifetiyle ve yine İkinci Abdülhamid’in himmeti ile inşa edilmişti."