İstanbul hikayeleri
İstanbul’da yaşıyorsunuz. Peki bu kenti ne kadar tanıyorsunuz? Az önce önünden geçtiğiniz alışveriş merkezinin olduğu yerde bir zamanlar kimler, neler yaşamıştı? Zeki Müren’i dinleyebilmek için geceleri lüfere çıkan, kışın Şişli’de yaşayıp yaz tatilini Çiftehavuzlar’da geçirenler; ünlü isimler eski İstanbul’u İstanbul Life dergisine anlattı.
İstanbul’da yaşıyorsunuz. Peki bu kenti ne kadar tanıyorsunuz? Az önce önünden geçtiğiniz alışveriş merkezinin olduğu yerde bir zamanlar kimler, neler yaşamıştı? Zeki Müren’i dinleyebilmek için geceleri lüfere çıkan, kışın Şişli’de yaşayıp yaz tatilini Çiftehavuzlar’da geçirenler; ünlü isimler eski İstanbul’u İstanbul Life dergisine anlattı.
KEREM GÖRSEV: Köprü inşaatının mıcırlarında bisiklet yarışı yapardık.
1961 Haziran’ında, Esentepe’deki emekli subay evlerinde doğmuşum. Babam ve dedem emekli subay, bizim bütün aile hâlâ orada oturur. O zamanlar Mecidiyeköy tarafı hep dutluktu. Kurban bayramlarında sürüler gelir, koyunlar otlardı. Balmumcu’da bugün Point Otel’in olduğu arazide futbol oynardık.
1970’te Boğaz Köprüsü inşaatına başlandı. Mecidiyeköy’den köprüye çıkan o yol boydan boya şantiyeydi. Mıcır dökülmüş yollarda arkadaşlarla buluşur, bisikletlerimizle yarışırdık. Uçurumdu yollar. Etiler tarafı ormanlıktı, Korukent, Levazım Sitesi yoktu. Bazen bisikletlerimizle macera olsun diye oralara da gitmek isterdik ama pederden azar işitirdik.
Esentepe’deki Nimet Abla Camisi’nin arkasında yazlık Meltem Sineması vardı. Yaz gecelerinde akşam yemeklerinden sonra konu komşu toplaşır, yürüyerek sinemaya giderdik.
Şimdi Emirgan’da oturuyorum. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle buradan ev aldım. 1800’lerden kalma bir ev, İstanbul’un o eski ruhunu yaşatıyor. Emirgan’ın o eski mahalleleri anımsatan havasını da seviyorum. Çınarlı Kahve, mahalle kahvemiz gibi. Benim müziğime büyük zenginlik katıyor. Burada geçirdiğim saatlerden ilham alıyorum.
İstanbul’dan şikayet etmek kolay. Herkes her yere arabasıyla gitmek isterse trafik sıkışır tabii. Toplu ulaşım araçları kullanılmıyor ki. Ben metroya da, vapura da biniyorum. Bu kentin tadı ancak yaşayarak çıkıyor çünkü.
GÜLRİZ SURURİ: Ihlamur ağaçlarının kokusunu özlüyorum
Ben Kalamış’ta açtım gözlerimi, çocukluğum o yakada geçti. Büyükbabamın köşküydü. Kalamış İskelesi’ne 100 metre kala, tramvay yolundan denize uzanan büyük bir bahçesi vardı. Sonra o köşk satıldı, dönemin milletvekili aldı, yıktırıp villa yaptırmış.
Bahçesinde koca bir çınar ağacı vardı. Hâlâ yolum oralara düştüğünde, bahçesindeki ağaçtan tanırım doğup büyüdüğüm evi.
O günün İstanbul’undan en çok özlediğim şey ıhlamur ağaçlarının kokusudur. 46 yıldır Ayaspaşa’da yaşıyorum. Son yıllara kadar hâlâ ıhlamur ağaçlarının kokusuyla uyanırdım. Artık yer gök inşaat, duyamıyorum o kokuyu.
Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar’la beraber yaşadığımız 40 yıl önceki o İstanbul’u da arıyorum. Para el değiştirince ülkenin dört bir yanından insan geldi bu kente. Ama gelenler bu şehri yaşamaya gelmedi. Oy vermek için getirildiler.
Ne kadar bozsak da bu şehri, eşsiz bir silüeti var, neyse ki ona dokunamıyoruz.
EROL EVGİN: Mayolarımız arka ceplerimizde gezerdik
1947’de Moda Mühürdar’da Sultanahmet manzaralı bir evde doğdum. O yıllara dönüp baktığımda unutamadığım birkaç sahne var. Biri, Boğaz’dan geçen buz kütlesi. Sene 1954’tü galiba, ilk kez böyle bir şey yaşıyorduk. Parça parça buzullar kütleler halinde denizdeydi. Herkes sahile inip fotoğraflarını çekiyordu.
Denizin hayatımızdaki yeri büyüktü. Mayolarımız arka ceplerimizde gezerdik. O kadar sevdalıydık denize. 60’lı yıllarda denizin dibinde gazete bile okurdunuz, o kadar temizdi.
Moda’nın da hayatımda yeri büyük. İlk aşklarımı, ilk heyecanlarımı yaşadığım yerdir. İlk şarkılarımı da Moda Deniz Kulübü’nde söyledim. Gençliğimizde Moda Deniz Kulübü’nde İtalyan orkestralar çalardı. Kayıkla denize açılır, denizden dinlerdik onları.
Bugün bu şehrin en sevdiğim yeri Kandilli. Adile Sultan Sarayı’na sık sık giderim. Nefes aldığımı hissediyorum o manzarada.
DERİN SARIYER: Moda Plajı’nda kadın-erkek ayrıydı
Moda’da doğup büyüdüm. Moda İlkokulu’nda ve Saint Joseph Lisesi’nde okudum. Liseyi bitirinceye kadar her gün okula yürüyerek gidiyordum. Avrupa Yakası’na geçmeden geçirdiğim aylar olurdu. Moda burnunda oturuyorduk. Semtin şehirden biraz kopuk, kendi içinde düzenli bir hali vardı. 5-6 yaşlarında annemle Moda Plajı’na gittiğimizi ve plajın kadınlar-erkekler olmak üzere ikiye ayrıldığını hatırlıyorum.
Ailenin diğer büyükleri de Moda’ya yürüme mesafesinde, Mühürdar ve Yoğurtçu Parkı’nda oturuyorlardı. O günlere dönüp baktığımda Moda Deniz Kulübü, Kırıntı’nın ilk günleri, Tenis Kulübü, Moda Parkı, Kadıköy Çarşısı, Süreyya Sineması düşüyor aklıma. Moda ve çevresini avucumun içi gibi bilirim.
Tabii İstanbul artık çok büyüdü. Nüfus göçle birlikte öngörülmemiş boyutlara yükseldi. İstanbul’dan mimari, kültürel ve sosyolojik açıdan Viyana ya da Paris devamlılığı ve performansı beklemek haksızlık olabilir.
HALDUN DORMEN: Yazları Anadolu’da, kışları Avrupa’da geçerdi
Benim hikayem Mersin’de başlıyor. 6 aylıkken gelmişiz İstanbul’a. Şişli ana caddedeki Ömer Bey Apartmanı’nda büyümüşüm. Atatürk Evi’nin karşısında. O muhitin en pahalı apartmanıymış o zamanlar. Gül bahçesi vardı arka tarafında. Şimdi yıkılmış, yerine iş merkezi olmuş tabii.
O zamanın Şişli’sinde herkes birbirini tanırdı. Sokağa çıkan herkes selamlaşırdı. Nüfus 600 binlerdeydi.
Anadolu Yakası sayfiye yeriydi o zamanlar. Avrupa Yakası’nda oturanların Göztepe’de, Çiftehavuzlar’da yazlıkları olurdu. Kışlık evler kapanır, eşyalar arabalı vapura yüklenir, başka şehre göç eder gibi karşıya geçerdik. Alt tarafı vapurla 20 dakika ama büyük telaştı.
Boğaz Köprüsü büyük tartışma yaratmıştı. Göksel Kortay da itiraz edenlerdendi. Bu grup Köprü’nün İstanbul’u bozacağını savunuyordu.
Eski günlerden en korkunç hatıra ise 6-7 Eylül olayları. Biz yazlıktaydık. Beyoğlu tarafından kapkara duman yükseliyordu. Döndüğümüzde gördük ki azınlıklara ait bütün dükkanlar yağma edilmiş. Çok fazla Rum komşumuz vardı Şişli’de. Çok acı günlerdi.
Her şeye rağmen İstanbul’u dünyanın birçok metropolünden daha güvenli buluyorum. Her şeyin en güzeli burada. New York’tan daha ilginç hale geldi. Nereyi kazsanız tarih fışkırır bir kere. Ayrıca keşfin sonu yok. Hâlâ hiç görmediğim yerleri keşfediyor ve şaşırıyorum. Sürprizlerle dolu bir kent.
PINAR KÜR: Bebek’te kayıkla denize açılır, Zeki Müren’i dinlerdik
Annem öğretmendi. 1945’te Bursa’da görevliymiş, ben de orada doğmuşum. Ama her yaz gelirdik İstanbul’a. Kandilli’de akrabalarımızda kalırdık. Yüzmeyi Kandilli’de öğrendim.
Ortaokuldan sonra Amerika’ya gittik,1962’de döndük, İstanbul’a temelli geldik. Bebek’in en meşhur restoranı Süreyya’nın arkasındaki yokuşta otururduk. Vezirköşkü Sokak...
Zeki Müren’in çıktığı bir gazino vardı. Geceleri lüfere çıkılırdı. Balık tutma bahanesiyle denizden Zeki Müren dinlenirdi.
Bebek’te onca yılım geçti, bu günlerde arabayla bile geçmek gelmiyor içimden. O yıllardan en çok özlediğim şey ise kalabalığın kalitesi. Yine de İstanbul hiçbir şekilde paha biçilemez bir şehir. En iyi Tevfik Fikret tanımlamış, “Ey bin kocadan arta kalan bive-i bakir” demiş usta. Yani, bin koca eskitmiş ama hâlâ bakir.