İnsan gerçeğinde birleşmenin anlamı üstüne
Çok boyutlu bir konu üzerindeyiz.
Bakış açısına göre sebepler, çıkış yolları ve öneriler sıralanabilir. Bir veya birkaç gazete yazısı bünyesinde felsefî ve tarihsel tahliller yapmak hem mümkün olmaz hem de genellikle gereksiz görülür.
Bendeniz, her boyutta ve her mekânda, çatışma ve didişme sürecinden diyalog, barış ve uzlaşma sürecine geçişin omurga noktasına şu başlığı koymanın sonuca götürücü olacağı kanısını taşıyorum:
İnsan Gerçeğinde Birleşmek.
Bunu daha da kısaltarak ‘İnsanda Birleşmek’ şekline de getirebiliriz.
Bu temel başlığın dört alt başlığı olacaktır bu haftaki yazılarımızda:
1. Dinin (dinlerin) gaye olmaktan çıkarılması,
2. İmkânların paylaşılması
3. Nüfusun sayısını değil, niteliğini öne çıkaran bir nüfus politikası.
İNSAN GERÇEĞİ DENİNCE:
İnsan gerçeği, ruhçu ve materyalist tüm düşüncelerin ortak gerçeğidir. İnsanın mutluluk, esenlik ve tekâmülü dinlerde esas olduğu gibi, tüm felsefelerde de esastır.
Hiçbir anlayış ve sistem, insanı görmezlikten gelerek, insanı kenara iterek hareket veya varış noktası belirlemeye kalkmamıştır, kalkmaz.
Dinler, genel kanıya göre, Tanrı diye andığımız en son gerçeği yahut o gerçekle münasebeti birinci sıraya koyarlar.
Dinlerde, insanın insanla münasebetinin düzenlenmesi, uzaktan bakıldığında, ikinci sıradadır ama iyice yaklaşarak baktığınızda durum öyle değildir. Yani dinin içine girerek yakından baktığınızda, dinde de birinci derecede önemli olan, insanın insanla münasebetidir.
Kur’an, insanın insanla münasebeti ikinci sıraya atılıp insan aldatılmasın diye, ‘dindarlığın insanlar arası ilişkilerde bir değer ölçüsü olmasını din dışı’ ilan etmiştir.
Kur’an’ın açık ifadesine göre, dindarlık yani takva, sadece insanla Allah arasında değer ölçüsüdür. Ve takvanın kimde olduğunu da yalnız Allah bilir.
Toplumsal münasebetlerde değer ölçüsü, dindarlık değil, herkesin yaptığı işte ehliyet ve liyakat sahibi olmasıdır.
Kur’an’ın bu mucize söylemi, dinci tezgâhlar tarafından tersine çevrilmiş, dindarlık insanlar arası ilişkilerin bir numaralı değeri ve değer ölçüsü yapılmıştır.
Ve mesela, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ikibinli yıllarında, hem de ülkenin parlamento başkanının ağzından şu din dışı talep ifadeye konabilmiştir:
“Dindar cumhurbaşkanı istiyoruz!”
Bu söylem, tam bir İslamdışılık, tam bir Kur’andışılıktır.
Eğer bunu halk istiyor diyorlarsa o halka bunu din adına öğretenler dindışı ve Kur’andışıdır.
“Suç kimindir” sorunsunun cevabını dinci politika cazgırlarıyla onlara bîat edenler tartışsın.
Biz işimize bakalım:
Bir dinin tarih önündeki esas imtihanı bu ikinci münasebetin çapı ve düzenlenişi ile belirlenmektedir.
Şöyle veya böyle, hümanist unsurlar, dinlerin de aslî unsurları olarak dikkat çekmektedir. Yani dinlerde de merkezî gerçeklerden biri, bazılarında birincisi insandır.
Son tahlilde, dinleri de, en azından teoride, ‘Tanrı kavramını merkeze oturtan hümanist sistemler’ olarak görebiliriz. Örneğin, Kur'an'a baktığımızda, ‘çekirdeğini Allah'ın oluşturduğu bir hümanizm’ ile karşılaşmaktayız. Bunun bir başka ifadesi şu olabilir:
Kur'an'da, Allah rızasıyla insan hakları (veya insanın mutluluğu), birleştirilmiştir. En üst seviyede mistik kavramlardan en basit fıkıh kurallarına kadar tüm alanlarda bunu görmek mümkün olmaktadır.
Kur'an, insanın kahrı ve dışlanması pahasına elde edilecek bir ‘Allah rızası’ olacağını kabul etmemektedir. Bu, yine Kur'an'ın ifadelerine göre, tüm peygamberlerin mesajında aynen böyledir. Bunun içindir ki, Kur'an, tüm peygamberlerin tebliğ ettiği mesaja ortak ve tek kelimelik bir ad koymuştur: İslam. Yani barış, esenlik ve mutluluk için varlığın esasına, Allah'a teslim olmak...
Adı, barış ve esenlik kelimelerinden türemiş bir din, ‘insan için din’ olabilir, ‘insana rağmen din’ asla olamaz.
Demek oluyor ki, ruhçu-idealist anlayışlarla, materyalist-hümanist anlayışların ortak bir paydaları var: İnsanı göz ardı etmemek, insan gerçeğini merkezden uzak tutmamak.
Bizim özlemimiz, umudumuz ve önerimiz şudur:
Yeni bir çağın şafak çizgilerini seyretmekte olan bugünkü insanlık, dine inananı-inanmayanı, ruhçusu-materyalisti, dindarı-yarı dindarıyla bu ‘insan ortak paydası’nda birleşebilir.
Ortak paydanın olmazsa olmazlarını öne çıkararak ortak geleceğimizi, ortak bazı değerler üzerine oturtabiliriz. Bunu yapmak, herkesin kendine özgü alt başlıklarını korumasına, alt kimlik ve değerleri yaşamasına engel değildir.
Ortak paydamız olan insan gerçeği bize, alt başlıklarda birbirimize saygılı ve anlayışlı olmayı zaten öğretecektir.
Yeter ki biz niyet edelim.
Bundan sonraki üç (veya dört) yazımızda, ‘ortak paydada birleşme’ gerçeğinin hayata geçmesi için atılacak temel adımlara dikkat çekeceğiz