GeriSeyahat İnsan gerçeğinde birleşmenin anlamı üstüne
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İnsan gerçeğinde birleşmenin anlamı üstüne

İnsan gerçeğinde birleşmenin anlamı üstüne

Çok boyutlu bir konu üzerindeyiz.

Ba­kış açı­sı­na gö­re se­bep­ler, çı­kış yol­la­rı ve öne­ri­ler sı­ra­la­na­bi­lir. Bir veya birkaç gazete yazısı bün­ye­sin­de felsefî ve ta­rih­sel tah­lil­ler yapmak hem müm­kün ol­maz hem de ge­nel­lik­le ge­rek­siz gö­rü­lür.

 

Ben­de­niz, her boyutta ve her mekânda, ça­tış­ma ve didiş­me sü­re­cin­den di­ya­log, ba­rış ve uz­laş­ma sü­re­ci­ne ge­çi­şin omur­ga nok­ta­sı­na şu baş­lı­ğı koy­ma­nın so­nu­ca gö­tü­rü­cü ola­ca­ğı ka­nı­sı­nı ta­şı­yo­rum:

 

İn­san Ger­çe­ğin­de Bir­leş­mek.

 

Bu­nu da­ha da kı­sal­ta­rak ‘İn­san­da Bir­leş­mek’ şek­li­ne de ge­ti­re­bi­li­riz.

 

Bu te­mel baş­lı­ğın dört alt baş­lı­ğı ola­cak­tır bu haftaki yazılarımızda:

 

1. Di­nin (din­le­rin) ga­ye ol­mak­tan çı­ka­rıl­ma­sı,

2. İmkânların pay­la­şıl­ma­sı

3. Nü­fu­sun sayısını değil, niteliğini öne çı­ka­ran bir nü­fus po­li­ti­ka­sı.

 

 

İN­SAN GER­ÇE­Ğİ DE­NİN­CE:

 

İn­san ger­çe­ği, ruh­çu ve ma­ter­ya­list tüm dü­şün­ce­le­rin or­tak ger­çe­ği­dir. İn­sa­nın mut­lu­luk, esen­lik ve tekâmülü din­ler­de esas ol­du­ğu gi­bi, tüm fel­se­fe­ler­de de esas­tır.

 

Hiç­bir an­la­yış ve sis­tem, in­sa­nı gör­mez­lik­ten ge­le­rek, in­sa­nı ke­na­ra ite­rek ha­re­ket ve­ya va­rış nok­ta­sı be­lir­le­me­ye kalk­ma­mış­tır, kalk­maz.

 

Din­ler, ge­nel kanıya göre, Tan­rı di­ye an­dı­ğı­mız en son gerçeği ya­hut o gerçekle mü­na­se­be­ti bi­rin­ci sı­ra­ya ko­yar­lar.

 

Dinlerde, in­sa­nın in­san­la mü­na­se­be­ti­nin dü­zen­len­me­si, uzaktan bakıldığında, ikin­ci sı­ra­da­dır ama iyice yaklaşarak baktığınızda durum öyle değildir. Yani dinin içine girerek yakından baktığınızda, dinde de birinci derecede önemli olan, insanın insanla münasebetidir.

 

Kur’an, insanın insanla münasebeti ikinci sıraya atılıp insan aldatılmasın diye, ‘dindarlığın insanlar arası ilişkilerde bir değer ölçüsü olmasını din dışı’ ilan etmiştir.

 

Kur’an’ın açık ifadesine göre, dindarlık yani takva, sadece insanla Allah arasında değer ölçüsüdür. Ve takvanın kimde olduğunu da yalnız Allah bilir.

 

Toplumsal münasebetlerde değer ölçüsü, dindarlık değil, herkesin yaptığı işte ehliyet ve liyakat sahibi olmasıdır.

 

Kur’an’ın bu mucize söylemi, dinci tezgâhlar tarafından tersine çevrilmiş, dindarlık insanlar arası ilişkilerin bir numaralı değeri ve değer ölçüsü yapılmıştır.

 

Ve mesela, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ikibinli yıllarında, hem de ülkenin parlamento başkanının ağzından şu din dışı talep ifadeye konabilmiştir:

 

“Dindar cumhurbaşkanı istiyoruz!”

 

Bu söylem, tam bir İslamdışılık, tam bir Kur’andışılıktır.

 

Eğer bunu halk istiyor diyorlarsa o halka bunu din adına öğretenler dindışı ve Kur’andışıdır.

 

“Suç kimindir” sorunsunun cevabını dinci politika cazgırlarıyla onlara bîat edenler tartışsın.

 

Biz işimize bakalım:

 

Bir di­nin ta­rih önün­de­ki esas im­ti­ha­nı bu ikin­ci mü­na­se­be­tin ça­pı ve dü­zen­le­ni­şi ile be­lir­len­mek­te­dir.

 

Şöy­le ve­ya böy­le, hü­ma­nist un­sur­lar, din­le­rin de aslî un­sur­la­rı ola­rak dik­kat çek­mek­te­dir. Ya­ni din­ler­de de merkezî gerçeklerden bi­ri, ba­zı­la­rın­da bi­rin­ci­si in­san­dır.

 

Son tahlilde, din­le­ri de, en azından teoride, ‘Tan­rı kav­ra­mı­nı mer­ke­ze otur­tan hü­ma­nist sis­tem­ler’ ola­rak gö­re­bi­li­riz. Ör­ne­ğin, Kur'an'a bak­tı­ğı­mız­da, ‘çe­kir­de­ği­ni Al­lah'ın oluş­tur­du­ğu bir hü­ma­nizm’ ile kar­şı­laş­ma­ktayız. Bu­nun bir baş­ka ifa­de­si şu ola­bi­lir:

 

Kur'an'da, Al­lah rı­za­sıy­la in­san hak­la­rı (ve­ya in­sa­nın mut­lu­lu­ğu), bir­leş­ti­ril­miş­tir. En üst se­vi­ye­de mis­tik kav­ram­lar­dan en ba­sit fı­kıh ku­ral­la­rı­na ka­dar tüm alan­lar­da bu­nu gör­mek müm­kün ol­mak­ta­dır.

 

Kur'an, in­sa­nın kah­rı ve dış­lan­ma­sı pa­ha­sı­na el­de edi­le­cek bir ‘Al­lah rı­za­sı’ ola­ca­ğı­nı ka­bu­l etmemektedir. Bu, yi­ne Kur'an'ın ifadelerine gö­re, tüm pey­gam­ber­le­rin me­sa­jın­da ay­nen böy­le­dir. Bu­nun için­dir ki, Kur'an, tüm pey­gam­ber­le­rin teb­liğ et­ti­ği me­sa­ja or­tak ve tek ke­li­me­lik bir ad koy­muş­tur: İs­lam. Ya­ni ba­rış, esen­lik ve mut­lu­luk için var­lı­ğın esa­sı­na, Al­lah'a tes­li­m olmak...

 

Adı, ba­rış ve esen­lik ke­li­me­le­rin­den tü­re­miş bir din, ‘in­san için din’ ola­bi­lir, ‘in­sa­na rağ­men  din’ as­la ola­maz.

 

De­mek olu­yor ki, ruh­çu-ide­a­list an­la­yış­lar­la, ma­ter­ya­list-hü­ma­nist an­la­yış­la­rın or­tak bir pay­da­la­rı var: İn­sa­nı gö­z ar­dı et­me­mek, in­san ger­çe­ği­ni mer­kez­den uzak tut­ma­mak.

 

Bi­zim öz­le­mi­miz, umu­du­muz ve öne­ri­miz şu­dur:

 

Ye­ni bir ça­ğın şa­fak çiz­gi­le­ri­ni sey­ret­mek­te olan bu­gün­kü in­san­lık, di­ne ina­na­nı-inan­ma­ya­nı, ruh­çu­su-ma­ter­ya­lis­ti, din­da­rı-ya­rı dinda­rıy­la bu ‘in­san or­tak pay­da­sı’nda bir­le­şe­bi­lir.

 

Or­tak pay­da­nın olmazsa olmazlarını öne çı­ka­ra­rak or­tak ge­le­ce­ği­mi­zi, or­tak ba­zı de­ğer­ler üze­ri­ne otur­ta­bi­li­riz. Bu­nu yap­mak, her­ke­sin ken­di­ne öz­gü alt baş­lık­la­rı­nı ko­ru­ma­sı­na, alt kim­lik ve de­ğer­le­ri ya­şa­ma­sı­na en­gel de­ğil­dir.

 

Or­tak pay­da­mız olan in­san ger­çe­ği bi­ze, alt baş­lık­lar­da bir­bi­ri­mi­ze say­gı­lı ve an­la­yış­lı ol­ma­yı za­ten öğ­re­te­cek­tir.

 

Ye­ter ki biz ni­yet ede­lim.

 

Bundan sonraki üç (veya dört) yazımızda, ‘ortak paydada birleşme’ gerçeğinin hayata geçmesi için atılacak temel adımlara dikkat çekeceğiz

 

False