Son Güncelleme:
İDİL BOYLARI Tren beni Volga, İdil boylarından alıp
Ä°DÄ°L BOYLARI Tren beni Volga, Ä°dil boylarından alıp Kazakistan, Almaataya doÄŸru uzun bir yolculuÄŸa çıkardı, BeÅŸ gün sürecek bir yolculuk. Yanıma okumak için bolca Conan ve Asteriks almıştım, yüzünüzdeki alaycı gülümsemeyi gördüm, bu kitaplar bir ekoldur bakmayın öyle. Bir de kalın ajanda not tutmak için, Türkiye topraklarına döndüğümde ajanda da adresler dışında pek bir ÅŸey yoktu. Önce Tatarıstan, dahası Kazanı anlatmak lazım, Kazan; Ä°dil nehrinin Kazanka koluna kurulmuÅŸ yeÅŸiller içinde bir ÅŸehir, bilenleriniz bilecek hanı Sultan Galiyef, Sadri Maksudi, Yusuf Akçora ne bileyim balet Nurayaf'in memleketi olan yer burası. Sizlere çaÄŸrışım yapması için böyle bir çok isim sayabilirim ama sıkılırsınız. Diyeceksiniz kardeÅŸim dünyada bu kadar çok yer varken neden ordasın; buralar benim büyük büyük babalarımın doÄŸduÄŸu yerler, bir ÅŸekilde topraklarını bırakmak zorunda kalmışlar; muhtemelen komünistler yüzünden olsa gerek. Ä°natçı adamlardı, yüreklerindeki bu topraklara olan özlemlerini dördüncü nesil olan ta bana kadar ulaÅŸtırdılar, ilk fırsatta tüm kunta kinte geçmiÅŸimi sırtıma alarak yollara düştüm. Buralar ta eski Bulgara dayanıyor, halk kendilerini büyük Bulgarın bir devamı diye adlandırıyor, Ä°dil Bulgarları. Sonra MoÄŸol istilalari ve Cengiz'in torunu, Cucı'nın oÄŸlu Batu Han burda hanlığını; Altın Orda Hanlığı flaması ile dalgalandırıyor. Akan zaman gücüde kendisi ile birlikte yok ediyor, geriye kalan küçücük Kazan Hanlığı 1552 yılında korkunç Ä°van tarafından da alınınca bu hikayede kapanıyor, geriye yaÅŸanacak zamanların baÅŸka hikayeleri çıkıyor. Konumuz ne Ä°vanı lanetlemek ne Rus istilası ile yürek parçalamak, ne de yetmiÅŸ yıllık Sovyetin yaptıklarını anlatmak, ben size Kazan ÅŸehrini anlatmak istiyorum, birde beÅŸ günlük muhteÅŸem tren yolculuÄŸunu, sonra buranın halkını, biliyorum buradaki insanlar sizin gözünüzde basıt birer nataÅŸa ama, birde, evet bunun bir aması var. Ben Kazan'a Eylül olmadan ayak bastım, yeÅŸili, akan suyu, temiz bir ÅŸehri öylesine özlemiÅŸim ki, buranın yeÅŸili Avrupanınkinden farklıydı, bunu ancak oralara gidince fark ettim. Çirkin, tek tip Sovyet yapılarını yok saydım, göz yumdum, her çirkinliÄŸe bir özür buldum tanrı deÄŸiliz diyerek. Ben bir turist deÄŸildim, onlardan biri oldum. Sarışın Kıpçakların karışımı olan bu halkın kadınları inanılmaz güzeldi, bir kadın olarak benim bile dikkatimi çekti. Bir hafta içinde ben de nazdarovya diyerek ÅŸiÅŸe ÅŸiÅŸe votkayı onlarla yuvarlamaya baÅŸladım, içelim kelimesine ihtiyaç bile yok, orta parmağınız ile baÅŸ parmağınızı birleÅŸtirerek boynunuza tıklatmanız yeterde artar bile. At eti yiyip kımız içmeyi Kazakistan'a bıraktım. Odun ateÅŸiyle ısınan monça denilen savunalarının en sıcak yerinde, beÅŸ dakika dayanmak biz dışardan gelenler için pek mümkün deÄŸil, ama kendileri uzun süre votka ile demlenerek keyfini çıkarıyorlar, birde kayın aÄŸacının yaprakları ile güzel bir masaj yapıyorlar kı. Kazan üniversitesi; Moskova ve Leningrad'dan sonra gelen üniversitelerden biri ve 1800'lerde kurulmuÅŸ. Optik konusunda oldukça iyiler, Türkiyede kurulan gözlemevlerinin birinin merceÄŸi burdan gelmiÅŸ. Ä°kinci Dünya savaşı sırasında Almanların Stalingrad'a ilerleyiÅŸleri sırasında; ağır sanayi bu bölgeye kaydırılmış.Oldukça büyük, Türk ve Ä°slam tarihi ile yakından ilgili kaynaklara sahip kütüphanesi ilgimi çekti. 900'lü yıllarda Bulgar hanı Almaz Han'ın isteÄŸiyle, BaÄŸdat Halifesi el-Muktedir'ın gönderdiÄŸi elçi ile müslümanlık bu topraklarda kendi istekleri ile yayılmaya baÅŸlanmış. Kaldığım sürece müzik ve tiyatro her an yanımdaydı. Musa Celil tiyatrosu, sonra bale, sirk ve de flarmoni orkestrası, bu bir milyonluk ÅŸehrin, kaba taslak sayabileceÄŸim kültür mekanları. Lenin heykelleri yavaÅŸ yavaÅŸ yerlerinden sökülmeye baÅŸlanmıştı.Uzun uzun yürüyüşler yaptım Kazakka ırmaÄŸi boyunca. Ormanı andıran kocaman parklarda oturup, Sibirya'dan gelen kar kokulu rüzgarları içime çektim. Daha Ekim ayı olmasına raÄŸmen soÄŸuk kendini hissettirmeye baÅŸlamıştı. GeniÅŸ tavanlı eski Stalin evleri; yeni zenginlerin elinde restorasyondan geçmeye baÅŸlamış. Mavi pancurlu, bahçe içinde, tek katlı evlerin penceresinden bembeyaz, el iÅŸi perdeler gözüküyordu. Tüm bana anlatılan geçmiÅŸin özlemini içime katarak, bizimkiler gibi zorluktan kaçıp, göçüp gitmeyen bu insanları anlamaya çalıştım, bir kaç eve selamu aleykum diyerek girip, semaverlerinden çaylar içip, kayın kokan ballarını yedim. Bu güzel topraklar neden terk edilip gidilmiÅŸti, dört nesil buyunca ordan buraya savrulup durmuÅŸtuk. Sovyet'i anlamam burda baÅŸladı, bir halkın kadınlarını NataÅŸa diye yargılamak ne kolay. Erkekleri votka ÅŸiÅŸesinin dibinde yayılırken, sabahın kör karanlığında, bu sert iklimde iÅŸe giden kadınlar, eve yemek getirmek için girilen uzun kuyruklar, kıreÅŸlere teslim edilen bu kadınların çocuklarını; ana dilini bilmiyor diye hor bakmak!Ä°slam ayının yükseldiÄŸi Süyümbike minaresinin altında uzun uzun oturdum ve aÄŸzımda; büyükannemden öğrendiÄŸim bir kaç beyit: Kavmı Tatar hem Türknün miskini (ezilmiÅŸi) Kazan idi, her kelise (kilise) ortasında yalğızım (yalnız) min (ben). Kazana geldiÄŸimden beri tuttuÄŸum gözyaÅŸlarım burda aktı gitti. Kim bu Süyümbike Han diye soracak olursanız; o son Kazan Hanı, daha doÄŸrusu Hanbikesi, yani kadın.Kendi deÄŸimleri ile huzunlu Kazan ÅŸehrini arkamda bırakarak Almaataya doÄŸru yola çıktim. Tren yolculuklarını oldum olası sevmiÅŸimdir. Kış kokulu rüzgarları önüme alarak yol baÅŸladı, akkayın aÄŸaçlarını geçerek. Nazım'ı yad ettim; aklımda kalan bir kaç mısra ile. Ruhuma dokundu ellerindeki sıcaklık...Türkiye saatine göre ayarlanmıştım saatimi, Kazan saati ile sadece bir saatlik zaman farkı vardı. Tren yavaÅŸ yavaÅŸ doÄŸuyu gittikce zamandaki deÄŸiÅŸim elle tutulur hala gelmiÅŸti, saatim sabah 11 gösterirken akÅŸam üzeri yaÅŸanıyordu. An an, yavaÅŸ yavaÅŸ karanlık kendini gösteriyordu. Kazandan Sverdlowsk ya kadar olan kısım 24 saat sürdü. Eski adı ile Ä°katerinaburg. Yolculuk Beyaz masal ormanlarını andıran kar tipi içinde geçiyordu, yanlışlıkla trenden düşüp bir yerlerde kalırsan başına ne gelir tanrı bilir. Aklıma Dr.Jivago geliyor; Yuri'nin kızıllardan kaçıp eve dönüş yolculuÄŸu.Zaman zaman geçtiÄŸimiz küçüçük kasabalar; sipsivri çatılı evler karlar altındaydı. Kızaklara bindirilen çocukların sadece gözleri gözüküyordu. Küçük, küçük istasyonlarda, o soÄŸukta, ellerinde olanı satmaya çalışan kadınlar bekliyordu, bir çoÄŸu beli bükülmüş yaÅŸlılar; evde piÅŸirilmiÅŸ yemek, kurutulmuÅŸ meyve ya da bolca müşterisi bulunan votka. Trenin içi bir baÅŸka alem; kompartmanlarına yerleÅŸir yerleÅŸmez herkez ÅŸiÅŸesini çıkarıp içmeye baÅŸlamıştı. Ben cesaret edemedim. Altı yedi saat geçince bağırış ve kahkahalar arasında Rus müziÄŸinin en nezih örnekleri duyulmaya baÅŸlanmıştı, hele biri vardı yan kompartmanda; Moskova gecelerine sıkı bir ÅŸekilde sarılmıştı; bariton bir ses ikide bir 'oçıçornı Moskova' diye kendini hissetiriyordu, bu arada sen ne yapıyordun diye soracak olursanız; Kımmeryalı Conanın Hırkanya çeliÄŸinden yapılmış kılıcını kuÅŸanıp, Büyüfiks'ın iksirini içerek, akkayınlar arasında ay ülkesi yolculuÄŸuna çıkmıştım. Tren Dalga boyunca donan Kama nehrini; çelik yığını halindeki köprüden geçerek Orta Asya'ya doÄŸru ilerliyordu. Ä°katerinaburg'a indiÄŸimde rüzgardan kar yerde durmuyordu, Almaata trenine biraz maceralı bir ÅŸekilde, MoÄŸol kızı Bürülde'nin yardımı ile binmeye baÅŸardım. Rusçam yeterli deÄŸil, hava soÄŸuk, en az yirmi civarında tren hattı var ve hangisi seninki, hangi tren hangi hattan kalkıyor diye belirten hiç bir ÅŸey yok. Korktum. Çat pat yarı Ä°ngilizce yarı Bürülde'nin bildiÄŸi Kazakça ile anlaÅŸmaya baÅŸardık. Bu bir tesadüfmüydü yoksa inkar ettiÄŸim tanrılanın armaÄŸanı mıydı bilemedim. O anlattı, ben anlattım ve biz birbirimizi anladık. Altay daÄŸlarını, Ulun Batur'ı anlattı. Ne de olsa bende Cucı Hanın neslinden geliyordum. Ä°kimiz de at etini, kımızı seviyorduk. Ä°kimiz de çocukluÄŸumuzun yazlarında kıl çadır evlerde uyuyup, gökyüzünü aynı yıldızlarda sevmiÅŸtik. Mevsim kendini renklerde yeniden deÄŸiÅŸtirdi, karlı akkayın ormanlarının yerine, kızıl çöl baÅŸlamıştı. Asyanın canlı renkleri, çekik gözlü, bana yakın, kısa boylu insanları. BalkaÅŸ gölü çevresinde bir gün cıvarında dolandı durdu tren. Küçük istasyonların rengi, evlerin yapısı deÄŸiÅŸti, artık sivri çatılı evler gözükmüyor. Nedense doÄŸunun kendi viraneliÄŸi köylerde kendini göstermeye baÅŸladı. Özbek ÅŸairi Çulpa'nın DoÄŸu Işığı ÅŸiiri dilimde: "Son devirde yoksul doÄŸunun tarihi, bir sayfa bile ak satırı göstermedi". Küçük istasyonlarda kadınlar tuzlanmış göl balıkları satıyordu votkanın yanısıra. MoÄŸol kızı indiÄŸine yarım gün oluyor ve ben artık yoruldum, bu trendeki beÅŸinci günüm. Yemek yemek istiyorum, şöyle acılı bir adana, hayali bile güzel. Bıktım ta Kazandan getirdiÄŸin ÅŸeyleri kemirmekten, zaten bir kaç kuru bisküviden baÅŸka bir ÅŸeyde kalmadı, domuz eti ve dizanteri korkusundan bir ÅŸey de satın alamıyorum, en azından semaverde kaynarsu var, çay yapabiliyorum... Galiba biz Türkler için çay bir lüks. Almaata uzaktan uzaÄŸa kendini göstermeye baÅŸladı, büyükbabamın göç yollarında doÄŸduÄŸu topraklar.Sofiya KURBAN - 28 Mayıs 2001, Pazartesi Â