Hoyyy, savulun gondol geliyor
Seyahat İlavesi’nin 10’uncu yıl yarışmasında yazısıyla birinci olan okurumuz Mehpare Sözener, ödül olarak 7 gece konaklamalı klasik İtalya turu kazanmıştı.
Eylül başında Jolly Tur’un sponsorluğunda çıktığı gezide yolu Venedik’e düştü. Şarkı söylemeyen bir gondolcuyla kanaldan kanala turladı. İzlenimlerini yazdı.
Venedik, 1998 yapımı Dangerous Beauty (Tehlikeli Güzel) filmini seyrettiğimden beri bir başka büyülüyor beni. Film, 16’ncı yüzyılda Venedik’te yaşayan ‘courtesan’ Veronica Franco’nun gerçek hayat hikâyesini anlatıyor. ‘Courtesan’lar, o zamanlar zengin ve soylu erkekleri eğlendiren hayat kadınları. Soylu kadınların kütüphaneye girmesi yasakken, kitap okuması hoş karşılanmazken onlar girebiliyor, okuyabiliyor. Veronica o kadar başarılı kiir courtesan oluyor ki, 1570-73 Osmanlı - Venedik savaşında Fransa kralını baştan çıkarıp Venedik’in yanına çekmek için onu kullanıyorlar. Savaş sırasında veba şehri sarınca da engizisyon günahı onun gibilerin boynuna yıkıyor.
SİYAH ÇİZGİLİ GÖMLEĞİN ANLAMI
Filmde sık sık Venedik’in kanallarını gösteriliyordu. Ben de doya doya gondol ve vaporetto ile gezerek Venedik’i özümsemek istedim. 3.5 kilometrelik bir büyük kanal, üstüne 150 küçük kanal ve 409 köprü, dile kolay gez gez bitmez. Şanssızlık bu ya, sıradaki gondolcu yaşlı bir adam, şarkı da söylemiyor, sadece köşeleri dönerken ‘hoyyy’ diye bağırıyor. Bazı köşelerde aynalar var, gondollar birbirini görebilsin diye. Gondolcular tekneyi sağa sola döndürmek için uzun sopalar kullanıyor. 17’nci yüzyılın başında veba salgını denizciler yoluyla bulaştığından gondolcular siyah çizgili gömlek giymeye başlıyor. Büyük kanal üstündeki Ponte di Calatrava Köprüsü eleştirildiği kadar var. Bir kere Venedik için fazla modern kaçmış. Venedikliler tekerlekli iskemle kullananlar için yol yapılmadı ve köprüye gerek yoktu diye kızmışlar, bence çok haklılar. Wagner’in 1883’te kalp krizinden öldüğü Rönesans stilinde yapılmış Pallazzo Vendramin-Calergi Sarayı bugün kumarhane. Ca’ Pesaro Sarayı, 1679-1710 tarihleri arasında Salute ve Ca’Rezzonico kiliselerini de yapan mimar Baldassare Longhena tarafından inşa edilmiş barok bir şah eser. Ne yazık ki maliyet konusunda çok endişelenen Longhena bu mermer sarayı tamamlayamadan ölmüş. Bugün yapı Asya ve Modern Sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor.
KENTİN EN GÜZEL GOTİK BİNASI
Ca’ d’Oro (Altın Ev) Venedik’in en güzel gotik binası… Altın ev denmesinin elbette bir sebebi var. Bir zamanlar binanın dış cephesinde altın varak kullanılmış. Ailenin zenginliğini siz düşünün! Eee kolay değil 11 ile 17’nci yüzyıl arası Venedik’e sekiz dük vermiş bir aileden bahsediyoruz burada. 19’uncu yüzyılda sarayın sahibi olan bir balerin avludaki gotik merdivenleri ve balkonları kaldırsa da ondan sonraki sahibi neyse ki bunları yeniden restore edecek kadar sağduyuya sahipmiş. Venedik’in sol banketi Punta della Dogano, Venedik’e gelen malların gümrük işlemlerinin yapıldığı yer. Korsanlara karşı silahlandırılmış kalelerce korunuyor. Sağ banketi ise Rialto köprüsü. Bu köprü, 12’nci yüzyılda ticari malları bir kıyıdan diğerine taşımak için iki kanalı birbirine bağlamak suretiyle yapılmış. Rialto, Venedik’in bir zamanlarki resmi ismi; 13’üncü yüzyılda cumhuriyetin zenginliğinin ve kuvvetinin simgesi; çünkü burası 16’ncı yüzyıla kadar Doğu ve Batı ticaretinin gerçekleştiği Avrupa’nın en önemli limanı. 13’üncü yüzyılda Venedik, Avrupa’nın en zengin şehriymiş. En kuvvetli olduğu dönemlerde 3300 gemisi 36 bin denizcisi varmış. Sonraları Lizbon bu onuru almış.
Her sarayın bir öyküsü var
Venedik sarayları diğer İtalyan şehirlerindeki saraylardan farklı. Venedikli asilzadeler paralarını topraktan değil, deniz ticaretinden kazanmış, o yüzden de sarayları sadece ev değil işyeri olarak da kullanmış. Su kenarındaki sarayın ilk katına mallar indirilirmiş. Girişte iş görüşmelerinin yapıldığı bir salon, iki yanda ofisler ve malların depolandığı odalar olurmuş. Mutfak genelde arkadaymış. Ailenin yaşam alanı ikinci kattaymış. Geç gotik mimarisi tarzında yapılmış Ca’ Foscari Sarayı da bu yaşam tarzının bir örneği. Palazzo Grassi, Venedik klasik stilde inşa edilmiş bir 18’inci yüzyıl sarayı. Bugün Fransız işadamı Francois Pinault’a ait olan bu sarayda 2009’da Pinnault’un oğlu ve Salma Hayek evlilik yeminlerini tazelemiş.
ASALET UNVANINI OSMANLI’YA BORÇLU
18’inci yüzyıl sanatını sergileyen mermer saray Ca’ Rezzonico, bir önceki yüzyılda yapılmaya başlanmış. Mimar Longhena’nın ölümü, mal sahibinin iflası nedeniyle tamamlanması uzun sürmüş. Rezzonico Ailesi, 17’nci yüzyılın ortalarından soylu sıfatını bakın nasıl almış! Türklerle savaşan Venedik’in hazinesi boşalınca, büyük bağışlar karşılığında soyluluk unvanı satmaya başlamış, Venedik Cumhuriyeti. Rezzonico’lar da bundan faydalanmış. Eh saraylarını da inşa ettirince her şey tamam olmuş. Şans bir kere yürü ya kulum demiş ya, oğulları 1758’de 13’üncü Clement adıyla papa seçilmiş.
İnşası bitirilememiş Palazzo Venier dei Leoni ise babası Titanik kazasında ölen zengin sanat koleksiyoncusu Amerikalı bayan Peggy Guggenheim’ın evi. Bohem bir yaşamı seçen ve biyografisine göre bin kişiyle beraber olan Guggenheim’ın biriktirdiği modern sanat eserleri evinde sergileniyor. 1487’de yapılmış lanetli olduğu söylenen Palazzo Dario sarayı 15’inci yüzyılda Osmanlı diplomatlara kiraya verilirmiş. Monet bu sarayın resmini 1908’de yapmış. 12-18. yüzyıldan kalma 100 kadar sarayın yanında Kazanova, Verdi ve Mozart’ın evlerini görüyorum. Ama benim en ilgimi çeken elbette ki Fondaco dei Turchi. Venedik-Bizans mimarisi karışımında yapılmış en önemli eserlerden biri ve bir zamanlar Türkler tarafından ambar olarak kullanılmış, bugünse Doğal Tarih Müzesi.
Suyla başı dertte
Venedik’in civarında 20’nci yüzyıl başlarında artezyenler açılınca Venedik batmaya başlamış. 1960’larda yasaklanmış bu uygulama. Şehir 1900’den beri 23 santimetre batmış. Venedik’in her yeri kanal olunca elbette zaman zaman sel de oluyor. Bugünlerde yolları sel basınca San Marco Meydanı’na Ytong üstüne tahta koyup turistlerin geçişini kolaylaştırıyorlar. Yaya trafiğini kolaylaştırmak için bir de başına polis dikiyorlar. Ama tarihde courtesan’lar hem sel hem de yollardaki çamurdan korunmak için nerdeyse 50-60 santimetrelik topukları olan ayakkabılar giyermiş. Bugün bu ayakkabıları müzede görmek mümkün.