Her daim sıcak ve portakal kokulu kent: Valensiya
Barcelona’ya 360 km uzaklıkta olan, her mevsim güneşi ile içinizi ısıtan sımsıcak bir kent Valensiya… İspanya’nın üçüncü büyük şehridir. Limon ve portakal bahçeleri, çılgın festivalleri, içten insanları, doğal parkları, müzeleri ve kendine has yaşam tarzıyla hemen kendini sevdiriverir.
Romalılar tarafından kurulan şehir yüzyıllar boyunca birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmıştır. O yıllarda bölgeye Romalılar, Vizigotlar, Berberiler, Endülüs Emevileri ve Aragonlar göç etmiş ve şehir gerek ekonomik, gerekse kültürel açıdan fazlasıyla zenginleşmiştir. Kent Akdeniz kıyıları boyunca, özellikle 15. ve 16.yüzyıllarda önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Bu dönem ise Valensiya şehri için altın dönem olmuş, Ausias March, Roig de Corella, Jordi de Sant Jordi ve Jaume Roig gibi sanatkârlar tam da bu döneme damgalarını vurmuşlardır. Uzun dönem süren savaşlar sonrasında demokrasinin yeniden yapılandırıldığı süreçte ise kültürel ve ekonomik alandaki başarılarıyla gözde kentlerden biri olarak üst sıralarda yer almıştır.
Akdeniz’in kıyısında kurulmuş olan Valensiya, denizi, tarihi ve fütüristtik mimariyi ender olarak görebileceğiniz şehirlerden birisidir. Eski şehirde bulunan görkemli katedral ve her iki tarafında bulunan ‘ La Plaza de la Reina’ ile ‘La Plaza de la Virgen’ meydanları baştan çıkarıcı bir güzelliğe sahiptir. Zorlu bir yolculuktan sonra katedralin tepesine çıkıp, şehrin manzarası muhakkak izlenmelidir. La Plaza de la Virgen‘den ilerlerler ilerlemez kentin en önemli merkezlerinden biri olan El Carmen‘e ulaşırsınız. Sanatın adeta duvarlara işlendiği daracık sokaklar arasında sayısız bar, restoran bulabilmek mümkün. Fazlasıyla özgür hissettiğiniz bu bölgede farklı kesimlere ve zevklere hitap edecek birçok mekân vardır. Bölgede barların yoğunlaştığı yerler La Plaza del Negrito ve Baja Sokağı. UNESCO Kültür Mirasları Listesi’nde bulunan ve Orta Çağ Avrupa mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan İpek Marketi Llotja de la Seda ve İspanya’nın en büyük kapalı marketlerinden biri olan ‘Mercado Central’ kentin mutfağı hakkında geniş bir fikre sahip olmak için ideal. Ciudad de las Artes y las Ciencias (Bilim ve Sanat Şehri) 5 ana büyük binadan oluşmuş ve adeta bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibidir. Şehrin yenilikçi vizyonu açısından da oldukça nemlidir. Bu kompleks için en az bir gün ayırmalısınız.
Spor, sanat ve moda organizasyonlarının düzenlendiği Agora, opera ve tiyatroların yapıldığı Palau de les Arts Reina Sofia, kocaman ekranlarda IMAX sinema gösterimlerinin yapıldığı, kimi zaman gece kulübüne de dönüştürülen Hemisfèric, dinazorlardan, uzay bilimi, botanik gibi farklı konularda interaktif, eğlenceli ve eğitici ögelerin bulunduğu Prince Felipe Science Museum ve Avrupa’nın en büyük akvaryumu olan L’Oceanografic ve 17.500 metrekarelik Umbracle. Ayrıca 1957 tarihinde Turia nehrinin taşması sonucu nehrin yönü değiştirilen, şehir projesiyle büyük bir park alanına dönüştürülen Jardines del Turia (Turia Bahçeleri) ve hayvanların kendi yaşam alanlarında kafessiz özgürce dolaşabildikleri Bioparc muhakkak görülmeli.
Kent ayrıca, Dünyaca ünlü pirinci ve bu pirinçten yapılan Paella’sı ile meşhurdur. Eğer gerçek bir Paella yemek istiyorsanız, Valensiya bunun için en ideal yerdir. Bu pilav tavuk veya tavşan etinden ve yeşil mevsim sebzelerinden yapılabildiği gibi deniz ürünlerinden de (ıstakoz, midye ve kalamar gibi) yapılabilmektedir. Valensiyanaca’da geniş tava anlamına gelmektedir ‘Paella’ kelimesi. 2 kişilik yapılabildiği gibi,10 kişilik büyük ve geniş sac tavalarda da yapılabilir. Renginin sarılığı ise içine katılan safrandan gelir.
Festival ‘Las Fallas’
Kent alevler içinde… Kent şenlik havasında... Bir haftalığına zakkum, manolya ağaçları ve begonyalarla süslenen Valensiya, her yıl Mart ayında 1 milyondan fazla turist çekiyor ‘Las fallas’ festivalinde.
Hikâyesi de bir o kadar Güzel. Sanatkâr ustaların kenti, Valensiya’nın fakir mahallesinde iyi kalpli bir marangoz yaşarmış. Jose adlı bu marangoz çocukları çok mu çok severmiş, ne yazık ki hiç çocuğu olmamış. Çalışırken, sokaktan gelen çocuk çığlıklarını şarkı gibi dinler ve onların sesleriyle hep mutlu olurmuş. Oynamaları için dükkânının yanına tahta oyuncaklardan koyarmış. Geleneklere göre, marangozlar dükkânda ısınmak için biriktirdikleri talaş ve atık parçaları bahar gelince bir meydanda şarkılar eşliğinde yakarmış. Bu ateş baharı müjdelermiş. Jose ise geleneğe uymak için, talaşla birlikte, dükkâna sığdıramadığı oyuncakları yakmak zorunda kalmış. Çocukları ise “Üzülmeyin, size daha güzellerini yapacağım” diyerek avuturmuş. Her yıl bir öncekinden güzel oyuncaklar yaparmış. Bir 19 Mart gecesi marangoz Jose, aziz mertebesine yukselerek göçüp gitmiş bu dünyadan... Marangoz arkadaşları hem oyuncaksız kalan çocukları avutmak hem de Aziz Jose’nin anısını yaşatmak için boş zamanlarında atık tahtalardan oyuncak yapmayı ve her 19 Mart gecesi bunları yakmayı geleneğe dönüştürmüş. Gelenek yüzyıllar içinde marangozların ve Valensiya’nın koruyucu azizi San Jose’yi anma şenlikleri haline gelmiş ve sürüp gitmiş. Her yerin cıvıl cıvıl olduğu bu festival yaşanmaya değer…
İspanya hakkında daha fazla bilgi ve turlar için www.olaspain.com linkine tıklayınız.