GeriSeyahat ‘Hayat Suyu’nun peşinde
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
‘Hayat Suyu’nun peşinde

‘Hayat Suyu’nun peşinde

Kastamonu'dan sonra yolum bir başka yeşil cennete, İskoçya'ya düştü. Viskinin anavatanında hem dünyanın en lezzetli viskilerinin tadına baktım hem de gözümü ve ruhumu yeşilin tonlarıyla yıkadım.Kastamonu'dan İskoçya'nın en kuzeyine, Inverness'e uçuverdim. Yeşilden yemyeşile yani. Etli ekmeği geride bırakıp, viskinin peşine düştüm şimdi de... Inverness havaalanından kalacağım küçük şatoya giderken, pencereden akıp giden manzaralara daldım. Kuzeyde bulutlar yere daha yakın ve daha beyaz. Pamuk kümeleri uçuşuyormuş gibi. Beni davet eden Famous Grouse'un yetkilisi, minik şişedeki viskiyi uzattı. Reddetmedim. İlk yudumda boğazımdan mideme doğru bir alev uzandı. Lezzetli bir yangın... İkinci, üçüncü yudum derken görüntüler daha da güzelleşti.İskoçya sisli vadilerin, zirvelere oturmuş beyaz bulutların, nefes kesici görüntülerin, romantik şato ve kalelerin, ‘Cesur Yüreklilerin’ ülkesi... Her gördüğümde biraz daha seviyorum bu ülkeyi. Geçen yıl bıraktığım yeşil tarlalar yerli yerinde duruyor. Metrekareler hiç eksilmemiş... Araya karışan sapsarı tarlalara ne demeli. Bir çeşit yağ çıkartılan sarı çiçekler, yeşille ne kadar da uyum içinde. Birisi eline fırçayı alıp boyamış sanki. Arabanın radyosundan bir piyano konçertosu süzülüyor. Sanırım Beethoven. Bu sessizliğe başkası yakışmazdı zaten. Gökyüzünün ve yeşilliğin sonsuzluğunda bakışım boğuldu gitti. Doğanın bir büyücü olduğuna bir kez daha inandım.500 YILLIK İÇKİBuraya dünyanın en lezzetli viskilerini tatmaya geldim. Çeşitli yıllarda damıtılan Macallan'lar, Highland Park'lar, Famous Grouse'lar. Hepsinin tadını biliyorum. Kaç kere kokladığımı, kehribar renklerini kaç kere uzun uzun seyrettiğimi, küçük yudumları dilimle damağım arasında kaç kere hapsettiğimi unuttum. Bir kez daha aynı şeyleri yapacağım için pişman değilim. Gözüm, burnum ve damağım yine bayram edecek.Viski bu topraklarda 500 yıldan beri içiliyor. Belki de daha fazla. Viski adına ilk kez papaz John Corr'un cenaze defterinde rastlanmış. Papaz cenaze masraflarını yazdığı listeye, viski yapılmak için kullanılan 508 kilo maltı da yazmış. Ölüm kokan bir listede, ‘hayat suyu’nun ne işi var?.. Bunun yanıtı yok. Viski sözcüğü, İskoçlar'ın eskiden konuştuğu ‘Gaelic’ dilinde ‘Hayat Suyu’ anlamına gelen ‘Uisge Beatha’ sözcüğünden türemiş. Uisge Beatha önce ‘Uisge’ diye kısaltılmış, geçen yıllarla birlikte bu kelime de ‘Whisky’e dönüşmüş.Küçük bir kasabanın kıyısındaki küçük şatoya geldiğimde, dördüncü minik Famous Grouse şişesini de bitirmiştim. Şato futbol sahası büyüklüğündeki çimenliğin bitimindeydi. Ön yüzünü sarmaşıklar kucaklamıştı. Çisil çisil bir yağmur yağıyordu. Ulu bir ağacın altında birisi gayda çalıyordu. Otele dönüştürülmüş şato eski kokuyordu. Gıcırdayan merdivenlerden çıkıp, bahçe manzaralı odama girdim. Krallara layık koca yatağın üstüne uzanıp, bir süreliğine yaşamdan çekildim.YEMYEŞİL DEV BİR BAHÇEFularıma uygun bir mendili cebimden sarkıtıp, aynada son rötuşları yaptıktan sonra şömineli bara indim. Beni orada bekliyorlardı. Hoş beşten sonra, üstü viski şişeleriyle kaplanmış masaya yöneldim. İşe is kokanlardan başladım. Önce Bruichladdich'in deniz çağrıştıran kokusunu koklayıp, damağımdan kaydırdım. Sonra Ardbeg'i işaret ettim. İçerken tuzlu okyanusun, adanın kıyılarını döven dalgalarının seslerini duyar gibi oldum. En son, favorim olan 18 yıllık Highland Park'a göz kırptım. Bu viskiyle birkaç yıl önce, İngiltere'nin en kuzeyindeki küçük bir adada, Orkney'de tanışmıştım. Damıtım evini gezmiş, tadımlara katılmış ve 18 yıllık için ‘işte benim viskim’ yakıştırmasını yapmıştım. Küçük şatonun şömineli barında Highland Park'ı yudumlarken, o ıssız adadaki güzel günleri düşledim. 50 derece olan 25 yıllık Highland Park'ı ise yemek sonrasına, hazım için ayırdım.Ertesi gün viski üretiminin kalbi olan Speyside'a doğru giderken kafam kazan gibiydi. Arabanın penceresinden akıp giden yeşilin huzurlu görüntüsüne teslim oldum. 77 bin metrekarelik dev bir bahçedeydim. Uçsuz bucaksız tarlaların ortasında ağaçlar, gölgeleriyle birlikte yapayalnızdı. Islak bulutların arasından süzülen huzmeler, spot ışıklarına benziyordu. Bir sahneyi aydınlatıyorlardı sanki. Oyuncuları insan olmayan bir sahneyi... İskoçya benim için kesinlikle bir sığınaktı. Sıkıntılarımdan arınacağım bir sığınak... Huzurun bu yemyeşil örtülerin altında olduğunu biliyordum. KRALLAR YAN YANABir süre sonra yüksek ağaçların arasından Spey Nehri'ni gördüm. Viskiye tadını veren bu soğuk sularla daha önce tanışmıştım. Kasık çizmelerini giymiş, elime bir bardak Macalan viskisi almış, nehrin ortasında oltama büyükçe bir somonun takılmasını boşuna beklemiştim. Aslında somon koca bir bahaneydi.Ağaçların arasından büyüklü küçüklü birçok damıtım evinin çatısı ve bacası görünüyordu. Malt viskinin tüm kralları bu nehrin etrafını mekan tutmuşlardı: Macalan, Glenlivet, Knockando, Glenfarclas, Glenfiddich, Convalmore... Dcraigellachie'deki 300 yıllık beyaz evi bu ikinci ziyaretimdi. Malt viskilerin ‘Cadillac’ı sayılan Macalan bu evde doğmuş ve asırlar boyu bu evden yönetilmişti. Yemek öncesi 12, 18, 25 yıllık viskilerle dostluğumu tazeledim. Yemekten sonra sherry fıçılarında dinlendirilen Grand Reserva'nın karmaşık ve zengin karakterli tadıyla bir kez daha kendimden geçtim. Viskiyi yudumlarken dinlediğim Bölge Direktörü John F. McDermot'tan ilginç şeyler öğrendim: Örneğin 60 yıllık bir şişe The Macalan geçen yıl 35 bin 500 dolara satılmıştı. İspanyol sherry fıçılarında olgunlaştırılan tek malt viskiydi. Fıçı yapımında kullanılan meşeler, İspanya'daki ormanlardan teker teker seçilmekteydi. Dinlendirme sırasında her fıçıdan yılda yüzde 2,5 oranında viski buharlaşıp havaya karışıyor, buna ‘meleklerin payı’ deniyordu. Yani her yıl 4.2 milyon şişe meleklere sunuluyordu. 10 bin şişeden oluşan Macalan koleksiyonunun fiyatı 24 milyon dolar tutuyordu...YEŞİL DALGALI DENİZYemekten sonra üstümde tatlı bir rehavet, gözlerimde uyku ağırlığı ile Perth yakınlarındaki Drumkilbo malikanesine doğru hareket ettim. Gözlerimin yeşile doyduğunu hissediyordum. Bu doygunluk beni uzun süre oyalardı. Kuzey denizinden kopup gelen tuzlu rüzgar, henüz başak vermemiş arpaları savurup dalgalandırıyordu. Tarlalar yeşil bir denize benziyordu. Malikaneye ormanların arasından girdik. Önce bir tavşan, ardından da bir sincap kaçtı. Etrafı çiçeklerle, ağaçlarla sarılmış bembeyaz bir binanın önünde durduk. Yine gıcırtılı merdivenlerden tırmanıp, yine eski kokan bir odaya vardım. Pencerem sonsuz bir yeşilliğe açılıyordu. Üç gün boyunca, ağaçların arasında yürüdüm, çimenlere uzanıp beyaz bulutların oynaşmasını seyrettim, sayısız kuşun körpe gırtlağından kopan cümbüşü dinledim... Tabii ki yedim ve içtim. Buradaki viskilerde ağırlık Famous Grouse'daydı. Karışımında Macalan ve Highland Park gibi nadide maltların kullanıldığı bu viskiyle de yıllar önce tanışmıştım. Barda çeşit boldu. Onun için her zaman içtiğim normal Famous Grouse'a pek yüz vermedim. Port şarabı fıçısında dinlendirilmiş olanın, tatlımsı tadını damağımda dolaştırıp durdum. İs kokanı ise ilk kez burada gördüm. Sadece malt viskilerle harmanlanmış olan The Famous Vintage Malt'ı ise favorilerimin arasına soktum.Son gece Bölge Direktörü John F. McDermot'un hoş bir sürpriz yapıp bir şişe 1946 Macalan açmasıyla, lezzetin doruklarına ulaştım. Ertesi gün gezinin son durağı Edinburgh'a doğru giderken aklımın, fikrimin ve damağımın benimle gelmediğini, onların Drumkilbo malikanesinde kaldığını hissettim.BENİM ŞEHRİMEdinburgh'a dördüncü gelişimdi. Burası ‘Benim Şehirlerim’in en baş köşesinde yer alıyordu. Kentin zirvesine doğru çıkan Royal Mile'da (yeni adı High Street), anılarımı tazelemeye çalıştım. Birbirine yaslanmış asırlık taş binalar, kalabalıkları başka caddelere aktaran daracık sokaklar, asırlık publar... Bu kentte nedense geçmiş zamanlara düştüğüm hissine kapılıyordum hep... Eski hayvan pazarı Grassmarket, kale, viski müzesi derken gezmekten yorgun düştüm. Eskiden darağaçlarının bulunduğu meydanın bir köşesindeki Fiddlers Arms'ın, karanlık masalarından birine oturdum. Bir zamanlar müzisyenlerin ve müzik aleti tamircilerinin demlendiği pubda önce, en sevdiğim biralardan biri olan Marston's Pedigree istedim. Barmen, İskoçya'da bir İngiliz Ale'i istememe aldırmadı. Arkadan Mc Ewan's 80 söyledim. Bardağın üstünde biriken iki parmak kalınlığındaki köpüğe, parmağımın ucuyla adımın baş harfini yazdım. Finalde küçük bir bardak Kilkenny ısmarladım. Bu İrlanda Ale'ini oldum olası çok severdim.Havaalanına gitmeden önce Princes Parkı'nda, çimenlerin üstüne uzanıp beş günden beri tanıştığım tatları hatırlamaya çalıştım. Bu yeşile boyanmış cennet topraklara kim bilir bir daha ne zaman gelecektim?..
False