Hasret ve çile şehri: Kudüs
Meryem filmini izlediğimden beri merak ettiğim, gitmeyi arzuladığım bir yerdi Kudüs. Son zamanlarda enerji, nefes, terapi, huzur adına kurulan onca cümle. Buraya adım attığım anda asıl enerjinin ne olduğunu anladım. Diriliş, yükseliş, af, kendinle baş başa kalma, hesaplaşma, arınma. Bu topraklarda öylesine var ve öylesine yaşıyorsunuz ki anlatılmaz yaşanır cümlesinin yakıştığı yerlerden birisi Kudüs. İşte size Kudüs gezi rehberi...
Kudüs'e dair ön araştırma yaptığımda iki kitap çıktı karşıma; Talha Uğurluel'in "Arzın Kapısı" ile Pelin Çiftçi ve Prof. Dr. Ömer Faruk Harman'nın "Gizemli Tarihi" gideceğiniz yerlere hazırlıklı gitmek, tıpkı bir film senaryonu okumak gibi... Orada olduğunuzda da oyuncu olarak dolaşıyorsunuz sokaklarda. Hz. Muhammed'in Miraca yükseldiği, Hz. İsa'nın Göğe yükseldiği yerdeyiz, hem de Miraç kandilinde...
Son zamanlarda enerji, nefes, terapi, huzur adına kurulan onca cümle. Buraya adım attığım anda asıl enerjinin ne olduğunu anladım... Diriliş, yükseliş, af, kendinle baş başa kalma, hesaplaşma, arınma... Bu topraklarda öylesine var ve öylesine yaşıyorsunuz ki anlatılmaz yaşanır cümlesinin yakıştığı yerlerden birisi. Ve burası sadece kutsal sayılmanın ötesinde, geçmiş İslam mutasavvıflarının ilham kaynağı olmuş, birçok âlim, yazar düşünürün ilham alarak eserlerini ortaya çıkarmasını sağlayan yer olmuştur.
Akşam Thy'nin tarifeli uçağıyla Tel Aviv'e iniyoruz. Tur organizasyonunu yapan Kudüs Platformun başındaki Belkıs İbrahim Hakkıoğlu, bizi her türlü, aksilik ve yaşanabilecek olumsuz durumlara karşı hazırlıyor. Gittiğimiz topraklar da bizim kutsal toprağımız, vatanımız diyor. Kontrolleri rahatlıkla geçiyoruz ve geçmişteki zorluklar biraz daha normalleşmiş gibi görünüyor. Ve birazda kimse gelmesin diye bombalar patlıyor deniliyor, ama gördük ki her şey normalleşmiş...
Tel Aviv'den Kudüs'e geçiyoruz. Bir saatlik yolculuk ile ulaşıyoruz. O gece önemli hepimiz için "Yükseliş Gecesi" Mescidi Aksa'ya giriyoruz. Adım attığımız anda içimizde garip bir duygu. Hz. Muhammed'in Medine'den Burak atıyla buraya gelip Kubbeyi Sahra'dan (Kaya kubbesi ) yükseldiği yerdeyiz. 400 yıllık Osmanlı'nın izleri en çok dikkat çekenler arasında; şadırvanlar, kuyular ve bunların dışında putperestlerin yaptığı heykeller. Burak mescidinin hemen arkasında "Ağlama Duvarı" yer alıyor. Rum mimarisi ile yapılmış Kubbeyi Sahra, Ürdün Krallığı’nın bir vakfı tarafından yenileniyor. Ve yine "Tika" tarafından yenilenen Şadırvanlar. Hz. Adem’den başlayan tarihi ile tüm dinlere ev sahipliği yapmış bu kutsal topraklar, tam bir barış kenti olmalıyken, savaşa tanıklık eden hasret ve çile şehri olmuştu. Hz. Ali'nin Hz. Ömer'e "O topraklar sıradan yerler değil, bunun için git ki; Müslümanlar o toprakların kıymet ve şerefini unutmasınlar" demesi ile fethi gerçekleşir.
Hz. Ömer ahlakıyla her yerde iz bırakmış. Hz. Ömer, Patrik Sophroninos’a namazı nerde kılayım diye sorar. Olduğunuz yerde kılabilirsiniz cevabını alınca "Hayır! Ben sizin İbadethanenizde namaz kılarsam, benim ümmetim burayı kutsal sayar" der ve namazı dışarıda kılarak dinine saygı gösterir. Bu olay üzerine kiliselerin karşısında bulunan camilere Hz. Ömer Camii ismi verilir. Biz böyle bir anlayıştan gelirken, dini kullanarak savaş çıkaran silah tüccarlarına, içimden hiç iyi şeyler geçirmiyorum. Orada yer alan bir bahçeden içeri girerken bizi zeytin ağaçları, kuş sesleri ve kediler karşılıyor. Rabbin yarattığı tüm canlılar orada sanki. Endonezyalı, Türk, Malezyalı ve Filistinli Müslümanların ziyaretiyle dolup taşmıştı Kubbeyi Sahra ve Cuma camisi.
Yürüyüş esnasında ayakkabılarımdan "tık tık" sesler geliyor. Yanıma yaklaşan bir bey "Ablacım, burada hayat öyle sessiz ve öyle hızlı geçiyor ki ayak sesleriniz bu sessizliği bozuyor" diyor. Bunun üzerine ben de saygımdan ayakuçlarımda yürüyerek adeta bir balerin gibi etrafta gezinmeye başlıyorum. Edep yahu diye boşuna denilmemiş değil mi dedim kendime. Kendini bilmeli insan ama düşünememiştim işte. Diğer günler spor ayakkabımla devam ediyorum hicretime. Kudüs, yıllar önce Hz. Meryem'in Hayatını izlediğimde gitmeyi çok istediğim bir yerdi.
Kudüs'ün sokaklarından geçerken bir başka burukluğu daha yaşadım; aklıma yok olan Halep geldi. Sokaklar, çocuklar, şam tatlısı satan tezgâhtarlar... Durakta, sokakta, El Halil kapısında, kısaca her yerde İsrailli askerler çıkıyor karşıma. Hatta Mescid-i Aksa kapsında bile. Bütün bunlar, İsrail Hükümetinin halkına güven de olduğunu hissettirmek içinmiş. Başkasını öldüren, başkasına yaşam hakkı tanımayan bir anlayışın neresindedir Adalet? Nerdeyse her evde bir şehit ya da bir tutuklu var. Türkleri sokakta gören halk, kucaklaşmak ve sarılmak istiyor. Müslümanlar için Mescid-i Aksa’yı koruyan, Filistin halkıydı.
Ve bizim bu topraklar için daha çok şey yapmamız gerekiyor. En azından yılda bir kez ziyarette etmek, burayı yalnız bırakmamak, buradaki çocuk ve gençler için projeler geliştirmek gerekiyor. Bunun yanında dilenen Müslümanlar da samimi gelmiyor bana. İnanışımızda dilenmek yok, caba göstermek var.
Beni en çok duygulandıran şey, yolda yürüyen Filistinlilerle konuşarak yardımda bulunan hanımların haliydi. İşte böyle olmalı dedim kendi kendime.
El Halil'e çok şanslı bir günde gelmişiz aslında. Miraç Kandili dolayısıyla ziyarete açılmış olan Hz İbrahim, Hz. Yakup, Hz. İsak türbeleri ile Hz Yusuf'un tıpkı kuyuda kaldığı zamanlardaki gibi tek başına kaldığı türbesini geziyoruz. Cami 1900 yılına kadar Müslümanların denetimindeyken kötü bir olay sonucunda Müslümanların elinden alınır. O sene Yahudi ve Müslümanların dini bayramı çakışır. 25 Şubat'ta 'Baruch Goldstein' isimli Amerikalı Yahudi, namaz kılan insanlara ateş açar ve 29 kişinin ölümüne sebep olur, İsrail bu durumu lehine çevirerek o tarihten buyana hem camiye hem de şehre el koymuştur.
El Halil iki dilde de dostluk demek. Umarım ismi gibi dostluğa dönüşür, barış içinde herkesin kendi dinini yaşayabileceği, ziyaretini yapabileceği yerlere kolaylıklar sağlanır... Prof. Dr. Cengiz Tomar'a eski bir kilisenin yeri için bilir kişiliğinden Osmanlı arşivlerine bakması için destek İstemişler ve onun yardımlarıyla hükümetler arasındaki sorun çözülmüş. Osmanlı arşivinin önemini anladım bir kez daha.
Dünyanın çukuru olarak bilinen Eriha da diğer yerler gibi hikayelerini dinleyince başka bir ruh ve gözle baktığınız, hissettiğiniz bir yer. Kapalı Çarşı ve geleneksel, renkli Ortadoğu Çarşıları gibi buradaki sokaklar. Sokaklarda asma yaprakları, nane, maydanoz gibi yeşillikler en organik haliyle tezgâhlarda. Her adım başı karşınıza çıkan şekerlemeciler, okul çıkışında çocukların uğrak yeri olmuş. Ve tabi meşhur Şam tatlısı her köşe başında rahatlıkla bulabileceğiniz bir tatlı. Renkli 'peygamber şekeri' olarak ad verdikleri şekerlerden sadece bir parça alabiliyorum, bu kadar tatlı sever birisi olarak bu tatlıyı fazla iddialı buldum. Humus en sevdiğim yiyeceklerdendir ve burada da her öğünde bulabilirsiniz. Felafel ikram eden sokak satıcısına teşekkür ederek ayrılıyoruz Beytülhalim'den.
Gezimize panoramik Kudüs manzarasına sahip olan Zeytindağı'nda son veriyoruz. Yahudilerin kutsallarından olan bu yerde hüküm günü diriliş meydana geleceğinden buraya ölülerinin gömülmesini istiyorlarmış. Zeytin dalı barışın simgesiyken, Allah bu mimari konumda hepimizin birlikte yaşayabileceğini göstermişken, Müslümanlar kubbeyi Sahra'da ibadet edip Burak Mescidinde dua ederken, duvarın arkasında Yahudiler gözyaşlarını bırakırken, Hristiyanlar Kıyamet Kilisesinde ayinlerini yaparken, kısaca herkes aynı anda kendi dinini yaşayabiliyorken burası daha da bir güzelleşiyor. Yaşamanın bir örneği gibiydi Kudüs benim için.
Yılda mutlaka bir kez gitmenizi tavsiye eder, bu maneviyat dolu atmosferi yaşayıp, deşarj olmanızı, yenilenmenizi öneririm. Tel Aviv sokaklarında duruyoruz. Burnum da memleketim Akdeniz'in kokusu, deniz ve maki ile yine beni çocukluğuma götürüyor. Gece hayatının çok canlı ve kalabalık olduğu bir caddede girdiğim plak evinde Türk müzisyenlerle karşılaşıyorum, bir caz albümü alırken. Kudüs izlenimlerim bu kadar. Umarım bu güzel ve eşsiz topraklara bir gün tekrar gelebilirim. Kudüs'e giderken, mutlaka okuyarak hazırlıklı gidin, yaşamak o anlara dönmek başka bir duygu...