GeriSeyahat Gül renkli kayalar, taşa oyulmuş mabetler ülkesi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gül renkli kayalar, taşa oyulmuş mabetler ülkesi

Gül renkli kayalar, taşa oyulmuş mabetler ülkesi

Ürdün, batıda Filistin, doğuda Irak ve kuzeyde Suriye ile çevrili. Yani Ortadoğu’daki ateş çemberinin ortasında. Buna karşın son derece sakin, huzurlu ve güvenli. Çölün ortasında taşa oyulmuş büyüleyici yapıları, gül renkli tuz kayalarıyla dünyanın sekizinci harikası Petra, sessizliğin hüküm sürdüğü Wadi Rum görülmeye değer yerler. Yazın sıcaktan kavrulan Ürdün’de ekim ayında sıcaklık ortalaması 24 derece. Sonbaharda kültür ağırlıklı bir keşif turuna çıkmak istiyorsanız, Ürdün aklınızda olsun.

"Ürdün’den başka gidecek yer mi bulamadın" sorularına rağmen yola koyulduk. Yaklaşık üç yıldır çeşitli sebeplerle ertelenen bu seyahatte yolculuğumuz uzundu. Önce Suriye’ye başkent Şam’a gittik, oradan kiraladığımız otomobille Ürdün’e ulaştık. Vizemizi ülkeye girişte aldık. Artık Ceraş’ta 2000 yıl öncesine yolculuk yapmaya, Petra’yı keşfetmeye ve Wadi Rum’ın sessizliğinde kendimizi bulmaya hazırdık.

Ülkeye girince sarı-kızıl kum çölüyle karşılaşmayı bekliyordum. Yağmurla yeşeren tarlalar, zeytinlikler çıktı karşımıza. Sınırdan yaklaşık iki saat sonra Amman’a ulaştık. Modernlikle gecekondu kültürü arasında gidip geliyor Amman. Sanki Ürdün’ün 5,5 milyon nüfusunun tamamı Amman’da...

SOKAKTA KADINA PEK RASTLANMIYOR

Antik Tiyatro, Herkül Anıtı, Osmanlı stilinde inşa edilen Ulu Hüseyin Cami başkentte ziyaret edilecek mekanlar. Cami sadece ibadete açık, turist ziyareti hoş karşılanmıyor. Kadınlarsa ancak kendilerine ayrılan küçük bir kısmı kullanabiliyor. Sokaklarda kadın neredeyse yok denecek kadar az. İlk gün üşenmeden kadın şoförleri saydık. Tüm gün direksiyon başında sadece yedi kadına rastladık. Bu arada bizi de aşırı ilgiyle izliyorlardı. Rahatsız olduğunuzu göstermeniz bile işe yaramadı. Ürdün’ün sosyal yaşamıyla diğer Arap ülkelerinden çok farklı olduğunu söyleyemeyiz, ancak kurallar daha çok Amerikan sisteminin etkisinde şekillenmiş.

Şehir turundan sonra Ürdün lezzetlerini tanıma turumuz başladı. Ürdün mutfağı yoğun baharatlı ve tuzlu yemekleri sevenler için cazip seçenekler sunuyor. Piliç çevirme ve künefe dükkanları oldukça yaygın. McDonalds, KFC, Pizza Hut gibi Amerikan fast-food zincirleri de köşebaşlarında yerlerini almış.

CERAŞ’TA 2000 YIL ÖNCESİNE

Ceraş (Jerash) antik kenti, Amman’ın 50 kilometre uzağında. Otoban kenarında mırra satıcıları dikkatimizi çekiyor, yerel Starbuckslar yani. Kahve molası için 10 yaşlarında bir çocuğun önünde duruyoruz. Kahve makinesinden dumanlar tütüyor...
/images/100/0x0/55eb3f70f018fbb8f8b4da7d


Amman’da olduğu gibi Ceraş’ta da camiler, kiliseler iç içe. Şehir bizi 2000 yıl öncesine götürüyor. Ortadoğu’da, hatta dünyada en iyi korunmuş Roma kentlerinden biri. Hadrian Kapısı, hipodromu, sütunlu yolları, oval meydanı, çeşmeleri, tiyatro ve tapınakları ile Roma mimarisinin tüm özelliklerini sunuyor. Ayrıca o dönemki yaşam tarzı hakkında çok ciddi ipuçları veriyor.

Şehrin hemen girişindeki hipodromda, günde iki defa Roma dönemi kıyafetlerini giymiş, silahlı askerler gösteri gerçekleştiriyor. Biz maalesef sonuna yetişebildik. Askerler, kıyafetleri ve duruşlarıyla çok ihtişamlıydı. Taa ki fotoğraf çektirmek için iki Ürdün Dinarı talep ettikleri ana kadar...

Tanıştığımız bir minibüs şoförü birer kahve ısmarlamak için epeyce ısrar ediyor. Davetini kırmıyoruz ve Ceraş’ın girişinde bir acı kahvesini içiyoruz. Yaklaşık 10 yıl önce bir ay Antakya’da kalmış ve Türkiye’yi ne kadar sevdiğini anlatıyor. Bu arada Türkiye’ye döndüğümüzün akşamında bizi arayıp halimizi hatırımızı sormayı ihmal etmiyor.

KAYIP KENT PETRA

Ertesi günkü hedefimiz Petra... Hani şu Indiana Jones filminin üçüncüsünün çekildiği ünlü kaya kent. Amman’dan üç saat süren yolda tek gördüğümüz, sarı kum, sarı-gri kayalar, keçili bedevi çobanlar. Bedeviler sadece çobanlık yapmıyor. Turistik yörelerde akıcı sayılabilecek İngilizceleri ile turizmden para kazanıyor, at, deve, fayton sürücüsü olarak karşınıza çıkıyor.

Bu gizemli kenti yürüyerek keşfetmeyi tercih ettik. Bab as-Siq, yani Sig Kapısı’ndan yürüyüşe başlıyoruz. Petra’yı dış dünyaya bağlayan vadi çökmelerle oluşmuş. Pembe-kızıl kaya duvarları nedeniyle Gül Şehri de denilen bu kayıp şehir büyüleyici güzellikte. Kimi yerde yol o kadar daralıyor ki gün ışığı bile giremiyor. Kıvrılarak ilerleyen ve yüksekliği 80 metreyi bulan kaya duvarların sonunda aniden nefesinizi kesen güzelliğiyle Hazine (Al-Khazneh) binası beliriyor. Nebati Kralı III Aretas için mezar olarak inşa edilen bina, define avcılarından payını almış. Yine de 100 kilometrekarelik alana yayılan Petra’daki tek tahribatın doğa tarafından yapıldığını söylemek mümkün. İnsan eliyle verilmiş zarar neredeyse yok.

Bir Arap hanedanı olan Nebatiler tarafından kurulan Petra, Romalılar ve Bizanslılara da ev sahipliği yapmış. Kumtaşından oyularak yapılan yaşam alanları, kaya mezarlar, tapınaklar, türbeler ve 3000 kişilik Antik Tiyatro çok etkileyici. Petra’nın son sürprizi, 800 basamakla ulaşılan Manastır oluyor.
/images/100/0x0/55eb3f70f018fbb8f8b4da7f


WADİ RUM’DA CİP SAFARİSİ

Dünyanın 8. harikası olan ve UNESCO tarafından koruma altına alınan Petra’dan ayrılıp Kral Yolu’nu izleyerek Wadi Rum yani Ay Vadisi’ne doğru yola koyulduk. Rüzgarın savurduğu çöl kumu nedeniyle neredeyse göz gözü görmüyor.

Bedevi çobanları, çadırları, "deve çıkabilir" trafik uyarı tabelaları eşliğinde Wadi Rum girişine ulaşıyoruz. Solumuzda Tarih derslerinden bildiğimiz Hicaz Demiryolu uzanıyor. Anadolu ile aynı tarihte oluşan Wadi Rum da koruma altında. Her yıl binlerce kişi kızıl kumlarda Arabistanlı Lawrence’ın ayak izlerini aramak üzere buraya geliyor.

Diğer Arap ülkelerinden farklı olarak petrol geliri olmayan Ürdün’de turizm ve turistik aktiviteler yine diğer Arap ülkelerine göre oldukça gelişmiş durumda. Özellikle Wadi Rum’da deve, at veya jip safariden kaya tırmanışlarına, Bedevi çadırında konaklamadan balon seyahatine kadar çok çeşitli atraksiyonlar sunuluyor.

Müzeler ve turistik aktiviteler gibi Wadi Rum’da da fiyatlar yüksek... 30 dakikalık jip safarisi 50 YTL. Çölün girişindeki Rum köyüne kendi aracımızla gidip, bu turu yürüyerek yapmayı planlıyoruz. Bedevi rehber Ahmed, 30 dakika fiyatına iki saatlik tur teklif ediyor. Böylece biz de kızıl kumlarla kaplı çölü, Lawrence’ın pınarını, Arabistan’a geçişinde konakladığı (şimdi harabe durumda) evi, Nebati Tapınağı’nı, kaya köprüleri ve 2500 yıllık kaya resimlerini görme şansını yakalıyoruz. Develerin resmedildiği kaya resimleri o dönemde kervanlara yol göstermek amacıyla çizilmiş.

Küçük bir kanyonu gezdikten sonra Ahmed, bize Bedevi çadırında tarçınlı çay ikram ediyor. Odun ateşinde, dev çaydanlıkta hazırlanan çayı vermeden önce soruyorlar: "Hamile misiniz?" Hamilelere iyi gelmiyormuş.

Kızıl kumların ortasında aniden yükselen, bazen oturmuş bir deveye benzeyen bu dev kaya kütleleri gizemli bir gezegende seyahat ettiğiniz hissettiriyor. Bu kızıl çöldeki her şey bu dünyaya ait değilmiş hissi yaratıyor. Wadi Rum’da mutlak dinginlik ve sessizlik hakim. Tıpkı Lawrence’ın tarif ettiği gibi "Uçsuz bucaksız, sonsuza yankılanan ve tanrısal... Hayal gücünden daha yüce bir meydan okuma..."
/images/100/0x0/55eb3f70f018fbb8f8b4da81

Ziyaretimiz Rum köyünde sona eriyor. Köyde yerleşik yaşama da geçilmiş ancak her kerpiç evin yanında bir de keçi kılından Bedevi çadırı yer alıyor. Bin yılların çadır kültürünü bırakmak zor görünüyor. Ahmed’in söylediğine göre Wadi Rum’da tek bir Bedevi aşireti yaşıyor, yani hepsi birbiriyle akraba. Bir sorun olduğunda ise polis bile Aşiret Reisi’nin çözmesi için başvuruyormuş.

İSMİ TÜRK KAHVESİ İÇİMİ FARKLI

Zorlukla ayrıldığımız Wadi Rum’dan sonra rotamızı Ürdün’ün tek liman kenti Akabe’ye çeviriyoruz. 400 yıl Osmanlı’nın yönettiği Ürdün’deki tek Osmanlı izi, bu kentteki Osmanlı Kalesi... Her lokantanın mönüsünde "Türk Kahvesi", otel tabelalarında "Türk Hamamı" duyuruları dikkat çekici. Fakat kahveleri bizimkinden farklı: İri öğütülmüş, kakule ile tatlandırılmış.

Kızıl Deniz kıyısındaki Akabe, gezginlere mercanları ve binbir renkli balıkları ile keyifli saatler sunuyor. Biz Ürdün’deki son durağımız olan Akabe’de çok da fazla yorulmadan otelin iskelesinden kırmızı, mavi, turuncu renkli balıkları izledik.

Türkiye’ye her gelişi olay olan Kral Abdullah ve Kraliçe Rania, tüm vatandaşları tarafından çok seviliyor. Bütün mağazalar, lokantalar, uluslararası fast food zincirleri, resmi daireler, fotoğraflarıyla donatılmış. Küçük bir trafik kazası sonrası uğradığımız küçük karakolun girişinde tam dokuz farklı fotoğraflarını gördük. Karakol amiri "Kralımızı çok seviyoruz" diyerek görüntüyü tasdik etti. Bu arada adaletli davranıp, kazadaki suç oranını yarı yarıya belirtip, buna göre ceza kesti.

Ülkede polis ve askerlerin tümü iyi görünümlü ve turistlere her zaman yardıma hazır. Siz yine de Ürdün’de otobandaki hız tabelalarına çok dikkat edin. Polis özellikle Akabe giriş ve çıkışında 20 kilometrede bir hız kontrolü yapıyor. Yerleşime yakın yerde 80 kilometre olan hız sınırını aşanlara yaklaşık 100 YTL ceza kesiyor. Üstelik cezayı Ürdün Dinarı ile ödemek zorundasınız. Başka para birimi kabul edilmiyor.

ÖLÜ DENİZ’DE DENİZ YATAĞINA İHTİYAÇ YOK

Ölü Deniz ya da Lut Gölü, deniz seviyesinden 400 metre aşağıda ve tuzlu, mineralli yapısıyla dünyada tek. İçinde hiçbir canlı yaşamadığı için bu isimle anılıyor. Su, içeriğindeki mineral ve tuzlar nedeniyle o kadar yoğun ki yüzmesi
/images/100/0x0/55eb3f70f018fbb8f8b4da83
neredeyse imkansız, boşuna denemeyin. Ama gölde sırtüstü uzanıp kitabınızı okuyabilirsiniz.

Ölü Deniz’in suyu, neredeyse kış aylarında bile ılık. Rusya ve Avrupa’dan turistler fırsatı değerlendirip, suyun keyfini çıkarıyor. Ölü Deniz’de sudan çıktıktan sonra duş almazsanız bembeyaz bir tabaka teninizi kaplıyor. Suyu ve çamuru cilde gerçekten iyi geliyor. Gölün etrafında birkaç uluslararası otel zinciri var. Çoğu SPA oteli. Uzun zaman önceden rezervasyon yaptırmadıysanız yer bulmak neredeyse imkansız. Nitekim biz de buradaki otellerde yer bulamadığımız için Filistin’in bahtsız topraklarına batan güneşi izleyip Amman’a yola çıktık. Güneşin batışını izlemek her yerde çok keyiflidir ama buradaki renk cümbüşü de ayrıca görülmeye değer güzellikte.

Ceraş ve Ölü Deniz bölgelerinde Nuh Peygamber’den Musa ve Lut Peygamberler’e kadar pek çok peygamberin izi bulunuyor. 1946’da bu bölgedeki Kumran Köyü’nde bir çobanın mağarada bulduğu papirüs tomarı, dinler tarihinde dönüm noktası oluşturdu. "Ölü Deniz Tomarları" adı verilen belgelerde, Hıristiyanlığın doğuşu, kutsal kitaplarda geçen öyküler hakkında birçok ipucu bulunuyordu.

False