Gezgin
Kıskandıran koylar
Kaz Dağları diye yola çıktım. Ama her zamanki gibi yine dümdüz gidemedim.
Aslında Kapıdağı aklımda hiç yoktu. Bandırma'ya giden feribotta, yol haritasını incelerken gözüme çarptı. Tam yolumun üstündeydi. Bugüne kadar görmediğim bu coğrafya parçasını keşfedebilmek için önüme çıkan bu şansı değerlendirmeliydim.
Yanıma aldığım harita oldukça yeni tarihliydi. Burada belirtildiğine göre yol Erdek'te bitiyordu. Oradan öte köy yolu dahi görünmüyordu. Erdek'te hiç oyalanmadım. Kent görünümüne bürünmüş bu kasabayı, bir baştan diğer başa hızla geçtim. 'Ocaklar, Narlı' yazılı tabelanın gösterdiği istikamete doğru gaza bastım.
Güzel bir yoldu. İki tarafta kah zeytin, kah meyve ağaçları yer alıyordu. Bazen de asırlık çınarlar, yolun üstünde ağaçtan tüneller oluşturuyordu. Yer yer bozuk olmasına rağmen kendi çapında asfalt bir yoldu. Denizle kolkola ilerliyordu. Elimdeki haritaya inansaydım, bu güzelim yolu, hep yok sayacaktım.
YAZ HAZIRLIĞINDA
Bir süre sonra, deniz kıyısında sakin bir belde çıktı karşıma; Ocaklar. Köyün meydanına indim. Hummalı bir faaliyet vardı. Kayıklar kıyıya çekilmiş boyanıyor, iskele üstünde balıkçılar yırtık ağlarını tamir ediyorlar, pansiyoncular ve kıyıdaki restoranlar, kısa bir süre sonra başlayacak mevsim için yerlerini hazırlıyorlardı.
Ocaklar'ı anlatabilmek için şu tanımlamaları kullanabiliriz: Pencerelerin önü, tenekelerin içine dikilmiş rengarenk sardunyalarla süslüydü.. Kadınlar kapı önlerinde oturmuş, bir yandan çeyiz için dantel örerken bir yandan da sohbet ediyorlardı.. Erkek çocuklar, kırık dökük bisikletleri ile dar sokaklarda pedal basıyor, kız çocuklar ise bir kolu bir bacağı eksik 'Cindy' bebekleri ile evcilik oynuyorlardı.. Köyün köpekleri, bazen bisiklet arkasından koşturuyor, bazen de kızların 'evcilik evleri'nin kapısında uyuyorlardı.. Ve erkekler.. Onlar aslında değişik bir şey yapmıyorlardı.. Kahvede, dışarıya atılmış masalarda konuşuyorlar (mutlaka siyaset) veya konuşmadan saatlerce oturma becerisini gösterebiliyorlardı.
Uzunca bir tanımlama oldu ama, bu tanımlamayı bundan sonra yoluma çıkacak olan Narlı, İlhanlar, Büyükova, Doğanlar ve Turan köyleri için de kullanacağım için mazur görülebilir.
DENİZE ZEYTİN DALI
Ocaklar köyünde ilk kez, zeytin ağacının dallarının denizin dalgaları ile oynaştığını gördüm. Zeytin ağaçları burada, Salkım Söğüt'ün suyla olan aşkına özenmişçesine denize dal uzatmışlardı. Nasıl uzatmasınlar ki.. Deniz, turkuvaz rengi ile, sanki 'gel beni iç' dercesine berrak, temiz ve güzeldi.
Ocaklar'dan sonra yol, biraz virajlandı, biraz tepelere çıktı ama hiç deniz kıyısını terk etmedi. Şimdi, tepelerin görüntüsüne 'pastoral' bir anlatım getireceğim. Bu anlatım, tüm Kapıdağı Yarımadası'nın denize bakan yamaçlarını tarif etmekte geçerli olacaktır.
Yamaçlar sanırsınız ki, çiçeklerle süslenmek için bir peyzaj mimarına emanet edilmiş. Sarı katırtırnakları, kırmızı gelincikler, beyaz yapraklı sarı ortalı klasik papatyalar, ortası da yaprakları da sapsarı olan papatyalar, mor çiçek açmış bayır dikenleri, pembe çiçeklere gebe öbek öbek çalılar.. Bunca renk öylesine ahenkli yerleştirilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Bu tepeleri tüm peyzaj mimarlarına, doğal staj yeri olarak öneriyorum. Tüm bu 'renkahenge' bir de kuşların seranadını eklemenizi önereceğim..
RENK CÜMBÜŞÜ
Ocaklar'dan sonra Narlı Köyü'ne vardım. Köy görünmeden önce bir tilki fırladı önümden. Ardından bir yılan, toprak yoldan aşağıya kaydı. Köyün içinde de iki kaplumbağa'nın yolu geçmesini bekledim. Ama öylesine yavaş hareket ediyorlardı ki, dayanamadım, arabadan inip, onları gidecekleri istikamete taşıdım.
Her virajdan, her tepe tırmanışından sonra bir başka güzellik karşıma çıkıyordu. Arabamın hızı bu yüzden, biraz evvel karşıma çıkan kaplumbağalar pek farklı değildi. Her manzarayı görüntülemek niyetindeydim. Bu renk cümbüşünü, sanki bir daha görmeyecekmişim gibi filim karelerinde dondurup, saklamak istiyordum.
Bir başka tepede, üstünde, İngilizce aşk sloganları ve çiçekler çizili fener binalarını geçtikten sonra İlhanlar köyüne indim. Öğle olmuştu. Yemeği burada yemeyi planlıyordum. İskelede bir kaç kare fotoğraf çekip, deniz kıyısındaki bir restorana oturdum.
SARDALYA ZİYAFETİ
Balıkçılar sabah sardalya çekmişler.. Tek müşteri olmanın bütün avantajlarını kullanıp, mangalı masanın yanına istedim. Kahvenin çardağından topladığım asma yapraklarının arasına sardalyaları yerleştirip, ızgaranın üstüne dizdim. Garson çocuğu, biraz önce önünden geçtiğim tarlaya gönderip, körpelerinden 5-10 tane taze soğan söktürdüm. Bir de fırından yeni çıkmış, kabuğu sert içi pamuk gibi yumuşak ekmekten bir kaç dilim doğrattım..Yolcu olduğum için bu lezzetlerle birlikte sadece soğuk su içmek zorunda kaldım.
Daha sonra sırasıyla Büyükova, Doğanlar, Turan köylerine uğradım. Buralarda gördüğüm güzellikler de, yukarıda anlattıklarımın aynısıydı. Amacım, yarımadayı tam olarak dolaşıp, diğer uçtan Bandırma'ya çıkmaktı. Ama olmadı. Turan köyünde kime sorduysam yola devam etmemem konusunda beni uyardı. Ben de buradan, yarımada'nın tam ortasından geçip Erdek'e ulaşan yola sapıp, yarım da olsa turu tamamladım. Ama aklım, gezemediğim bölgelerde kaldı. İlk fırsatta o gidilmeyen yolları da aşmak istiyorum.
Yeni ve güzel coğrafya parçalarıyla karşılaşmak istiyorsanız, Kapıdağı Yarımadası'nı öneririm.
MİNİ REHBER
NASIL GİDİLİR: İstanbul'dan gidecek olanlar için Bandırma feribotu ideal çözüm. Sabah 07.30'da kalkan feribot 09.15'te Bandırma'da oluyor. Yarımada turuna bir bütün gün ayırıp, akşam 21.00 feribotu ile dönebilirsiniz. Haftasonunu geçirmek isteyenler bir gece Erdek'te kalabilirler. Feribot için rezervasyon yaptırmakta yarar var.
REZERVASYON: 0 (216) 464 3827 0 (266) 715 0444
YOL DURUMU: Yolun büyük bir bölümü toprak ama düzgün. Binek aracınızla rahatlıkla yolculuk edebilirsiniz.
YEME-İÇME: Bahsettiğim köylerde restoran var. Her türlü yemeği bulmanız mümkün. Ama ben balık yemenizi öneririm.
HATIRLATMA: Fotoğraf makinenizi, video çekicinizi ve mayonuzu yanınıza almayı unutmayın.
Emanet Çeyiz
Eğer yaz okumaları için kitap arayışı içindeyseniz, Kemal Yalçın'ın 'Emanet Çeyiz' adlı eserini hararetle öneririm. Yalçın, 1998 Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü ve Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödüllerini kazanan kitabında Türkiye'den Yunanistan'a gönderilen Rumlarla, Yunanistan'dan gelen Türkler'in anılarını anlatıyor. Ayancıklı Baba Yorgo, şu sözleriyle kitabın anafikrini özetliyor: 'Bak şu bahçenin güzelliğine.. Şu şeftaliye, şu eriğe, şu çiçeklere bak!.. Hepsi birlikte güzel.. Bir ülkenin içinde ne kadar din, dil, ırk, varsa o kadar zenginliktir bu.. Budur sana, Sinoplulara, Ayancıklılara ve Türklere son sözüm: Tek meyveyle güzel bahçe olmaz..'
Nevşehirli demirci Yanni'nin, İstanbullu Hristo Samoğlu'nun, Kayserili Karabaş'ın, Çirkinceli Angela Katrini'nin, Vrasnolu Muhittin Yavuz ve diğerlerinin düşündüren öyküleri.. Kimbilir bu yaz, bu romanda adı geçen yörelere yolunuz düşüverir. O zaman virane evlere, dar sokaklara başka bir gözle bakarsınız..
En büyük serüven bu kez tekerleksiz
Camel Trophy benim için özel bir önem taşır. Bu büyük serüvenin bir çok finaline katılıp, dünyanın çeşitli ülkesinde hoş maceralar yaşadım. Camel Trophy'e bu yıl ara verildi. 2000 yılında 20. uluslararası serüvenle yeniden yarışmacılarla birlikte olacak. Yalnız gelecek yıl yapılacak trophy'de dört çekerli Land Rover jipler kullanılmayacak.
Worldwide Brands'ın Türkiye temsilcisi Okan Çam, Camel Trophy ile özdeşleşen Land Rover'ların yerini gelecek yıl kayaking, dağ bisikleti, tüplü dalış, rüzgar sörfü ve yön bulma gibi çeşitli aktivitelerin alacağını söyledi. Okan Çam'ın verdiği müjdeye göre, gelecek yılki trophy Fiji, Tonga, Cook, Samoa gibi doğaüstü güzelliklerin bulunduğu Güney Pasifik Adaları'nda yapılacakmış.
Büyük Serüven'in başlamasını diğer maceraseverler gibi ben de sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü trophy jübilemi yapmak için Pasifik Adaları'nda daha iyi bir mekan bulacağımı sanmıyorum.
Daha fazla bilgi almak isteyenler için: www.cameltrophy.com.