Geçmişi geleceğe bağlayan köprü
“Zeugma antik kenti Büyük İskender’in generallerinden Selevkos I. Nikator tarafından M.Ö. 300’de kuruldu.” Bu bilgiyi her kaynakta bulabilirsiniz.
Ancak bu antik kenti ve müzesini görmeden hissedemeyeceğiniz bir şey var: Zeugma hayata geri dönmüş. Gidip ziyaret ettiğinizde Anadolu tarihinin uyanmasına tanıklık etmenin mutluluğu ve gururunu paylaşacaksınız.
Mozaik
Farklı renklerde küçük taş, cam ve ahşap parçalarının (tessera) birleşmesiyle oluşuyor mozaik. Tarih öncesi çağlarda bile tercih edilen bir teknik olmuş. Tercih sebeplerinin arasında neden derin bir felsefe de olmasın diye düşünüyor insan; tek başlarına bir ‘hiç’ olan parçalar bir araya geldiklerinde ‘çok şey’ ifade ediyorlar.
Biliminsanları mozaiğe ilk olarak M.Ö. 3000’lerde bir Sümer tapınağında rastlandığını söylüyor. Mozaik sanatı gelişmek ve günümüz insanını bile kendine hayran bırakacak eserler vermek için M.Ö. II. yüzyılı beklemiş. İlk dönemlerde sadece geometrik desenler kullanılırken Anadolu’da ve Yunanistan’da sanatçılar mitolojik, dini ve toplumsal olayları betimleyecek kadar ustalaşmışlar. Aslına bakarsanız mozaik taban, döşemesi olarak yapılmış. Amaç, özellikle havuzlardaki suyun toprağa karışmasını engellemekmiş. Bu kadar sade bir hedefle yola çıkmış insanoğlu ama sonuçta muhteşem eserler yaratılmış. Kısaca insanın kendini anlatma ve statüsünü belli etme dürtüleri bu kez güzelliklere vesile olmuş.
Çingene kızı
Karanlık bir labirentten ilerliyor ve ışığın sadece o tanıdık yüze değdiği karanlık bir odaya varıyorsunuz. Müzeyi bizimle beraber tüm dünyaya tanıtan bu başyapıta ‘Zeugmalı Çingene Kız’ adı takılmış. Aslında kim olduğu, cinsiyeti gibi detaylar üzerine tartışmalar hâlâ sürüyor. Hayalinizde çok büyük bir mozaik canlandırmayın, çünkü değil. Ancak hiçbir şey mozaiğin bir başyapıt olmasını engelleyemiyor. Kullanılan renkler ve yüzdeki canlılık bir yana asıl etkileyici kısım gözler. Her bakan farklı duygular görebiliyor bu gözlerde. Korku diyen de var, merak diyen de. Ben tedirgin bir bekleyişin izlerini gördüm. Bakalım size neler anlatacak?
Zeugma Mozaik Müzesi
30 bin metrekarelik devasa bir alan üzerine kurulmuş müze. Sadece bir müze olarak düşünmeyin burayı. Kendinizi mozaik müzesi, arkeoloji müzesi, açık eser sergileme alanı ile sergi ve konferans merkezini de kapsayan büyük bir bilim ve kültür kompleksinin içinde bulacaksınız. Burası aynı zamanda son teknolojinin kullanıldığı ‘akıllı bir bina’. Müzeye girerken Zeugma Antik Kenti’ndeki bir tapınağa ait olduğu düşünülen Athena heykeli karşılıyor sizi. Bu aynı zamanda içeride mozaikten daha fazlasının olduğunun da ilk habercisi.
İçeriye girişte Zeugma’nın anlatıldığı 3 boyutlu kısa filmi seyredebilirsiniz. Antik bir şehrin içinde yürümek isteyenlerin ve özellikle de ilk kez gelenlerin mutlaka izlemesini öneririm. Bir diğer sürpriz de sergilenen mozaiklerden beşinin yere yansıtılan hologramı. Üzerinde yürümek ve balıkları kaçırmak en çok çocukların hoşuna gidiyor.
Sergilenen eserler bir zaman tüneli algısı oluşturacak şekilde düzenlenmiş. Gezerken, en alt kattaki Roma hamamlarından başlayıp tepedeki evlere doğru yavaşça tırmandığınızı hissediyorsunuz. Girişe yerleştirilen Kommagene stelleri de Zeugma’nın aslında bir Kommagene kenti olduğunu hatırlatma görevini üstlenmişler.
Antik kent kazılarında ortaya çıkan Poseidon ve Euphrates (Fırat) villalarına ait mozaikler müzenin göz alıcı parçaları. Mozaikler kullanılan renklerin çeşitliliği ve tesseraların küçüklüğü nedeniyle arkeolojik açıdan çok değerli kabul ediliyor. Eserler ait oldukları villalar canlandırılarak sergilenmiş. Bu yöntem sayesinde ziyaretçiler Zeugma’daki yaşamla ilgili ipuçları edinme imkânını da yakalıyor. Sergide gördüğünüz her bir parça bir hikâyeyi anlatıyor. Mitolojik hikâyelerin ve o günkü inanışların betimlendiği mozaiklerdeki öyküler zamanının magazini sanki. Anlatılanlar arasında neler yok ki? Dionisos’un Düğünü, Zeus’un Antiope’ye olan aşkı, Girit Kralı Minos’un karısı Pasiphae’nin yasak aşkı ve daha niceleri.
Zeugma kazıları
Büyük İskender’in en güçlü generali olan I. Selevkos Nikator M.Ö. 300’lü yıllarda kurmuş Selevkeya Euphrates kentini. Daha sonraları Kommagene Krallığı’na katılan şehrin adı Romalıların yönetimine girdiğinde ‘Zeugma’ olarak değiştirilmiş. Adının anlamı ‘köprü, geçit’. Şehir özellikle Romalılar devrinde altın çağını yaşamış. 20 bin dönümlük arazisi ve 80 bini bulan nüfusu ile bir ticaret merkezi haline gelmiş. Kendi parasını basabilen birkaç Roma kentinden biri olması bize şehrin önemini daha iyi anlatıyor. Bu durum M.S. 250’li yılların başındaki Sasani saldırılarına kadar devam etmiş. Savaşçı bir millet olan Sasaniler şehri yakıp yıkmış. Adı 16. yüzyıldan itibaren ‘Belkıs’ olarak anılmaya başlanmış. Belkıs’ın aslında antik Zeugma kenti olduğunu 20. yüzyılda Alman tarihçi Wagner dillendirmiş. 1987 yılında başlamış kazılar. Birecik Barajı’nın su tutması ile bir kısmının su altında kalacak olması çalışmaların hızlanmasına ve ele geçen eserlerin müzeye aktarılmasına neden olmuş. Zeugma’nın kaderi Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin özel bir müze yapılmasına karar vermesiyle bir kez daha değişmiş. Bugünse antik kentin açık hava müzesine dönüşmesi çalışmaları yürütülüyor. Çalışmalar bittiğinde tarihseverler Zeugma villalarını gezebilecek ve kentin sokaklarında yürüyebilecekler.
Mars heykeli
Bir zamanlar şehir merkezinde durduğu sanılıyor. Eski görkemli günlerinin hatırına yaklaşık 7 metrelik bir sütunun üzerine yerleştirilmiş. O nedenle de müzenin bazı yerlerinden bakıldığında havada duruyormuş hissini veriyor. Bir elinde kılıcı bir elinde çiçek dalıyla hem savaşı hem de baharı temsil eden heykel kusursuz anatomik oranları sayesinde boyutlarını aşan bir görkemde algılanıyor. Günümüze kadar ulaşabilen en eski tunç heykellerden biri . Tunç heykeller daha sonraki yıllarda genellikle eritilerek kapkacak yapımında kullanılırken bu heykelin bir şekilde dikkatlerden kaçması mucize gibi geliyor insana. Mars heykelinin gözleri altın ve gümüşten yapılmış.
Renkler, tatlar ve Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi Gaziantep’i müzeler şehrine dönüştürmeye kararlı. Kente yolunuz düşerse müzeleri gezdikten sonra mutlaka yerel lezzetlerini de tadın.
Saffet Emre Tonguç
Nerede kalınır?
Kale Evi Butik Otel: Kültür Yolu üzerindeki yapı anlatıldığına göre 20. yüzyılın başlarında yapılmış. İlk zamanlar alt katında değirmen, üst katında ise kahve varmış. Sonraki yıllarda konut olarak kullanılan bina kaleye bitişik. 2007 yılından itibaren butik otel olarak hizmet veren Kale Evi otantik bir ortamda Gaziantep mutfağının keyfini yaşamak isteyenler için de ideal. (Tel: 0342 231 41 42; www.kaleevi.com).
Anadolu Evleri Butik Oteli: Şehrin tarihi merkezi olan Kültür Yolu üzerinde geleneksel mimariyi başarıyla yaşatıyor. 2 evden oluşuyor otel. 11 oda ve 3 süitin hepsinde banyo bulunuyor. Odaların dışında oturma salonları ve avlunun da keyfini sürme imkânınız var. Zeugma Müzesi’ne, kaleye, çarşı ve hanlarla tarihi camilere yürüme mesafesinde. (Tel: 0342 220 95 25;www.anadoluevleri.com).
Zeynep Hanım Konağı: Tarihi Bey Mahallesi’nde yaklaşık 100 yıllık bir konak otele dönüştürülmüş. Kayanın içine oyulmuş mahzeni bugün restoran ve şarap evi olarak kullanılıyor. Otantik bir atmosferde konaklamak isteyenler için bir Gaziantep klasiği (Tel:+342 232 02 07; www.zeynephanimkonagi.com).
Antik Belkıs Han: Sıra dışı mekân arayanlar için avlulu eski bir Antep evi şık bir butik otel haline getirilmiş (Tel:+342 231 10 84; www.belkishan.com).
Tuğcan Otel: Şehre iş için gelenlerin konaklamak için tercih ettiği yerlerden biri. Konumu merkezi, çalışanlar güler yüzlü, odalar temiz ve ferah. (Tel: +342 220 43 23; www.tugcanhotel.com) .
Gaziantep mutfağı
Tarih boyunca farklı medeniyetlerin geçiş yolu üzerinde olması mutfağının çeşitliliğinin de başlıca nedeni. Sakın şehirde “yemekleriniz neler?” diye sormayın, saymaya zaman yetmez, yüzlerce var. Ülkemizde yemek çeşidi en fazla olan mutfak burada. Özellikle kebap ve et yemekleri ile tatlıları çok meşhur. Ancak bunlarla sınırlı kalmayın; yoğurtlu dövme çorbası, katmer, muhammara, yuvalama, içli köfte, pide ve börek çeşitleri, ekmek aşı, pancar kavurma gibi lezzetleri de deneyin.
Yemekleri ve mutfak kültürü konusunda çok hassas Gaziantepliler, kuşaklar arası aktarımı sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Belki de bu yüzden Türkiye’deki ilk mutfak müzesi bu şehirde açılmış. Emine Göğüş Mutfak Müzesi, kentin zengin mutfak tarihini ve kültürünü gözler önüne seriyor. Mutfak malzemeleri, kullanım şekilleri detaylı olarak anlatılıyor. 1909 yılında yapılan Göğüş Konağı, 2008 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Misafir ağırlama gelenekleri, sofra düzeni, özel gün yemekleri mankenlerle canlandırılarak anlatılıyor.
Nerede yenir?
Bayaz Han: 1909 yılında inşa edilen Bayaz Han şehrin sürprizlerinden biri. Halepli mimar ve taş ustalarının maharetli dokunuşları bugün bile herkesi kendine hayran bırakıyor. 2009 yılındaki başarılı restorasyonla yeniden hayata dönmüş. 800 metrekarelik bir avlunun etrafında her zevke hitap edebilecek farklı tarz ve mönüleriyle restoran, bar, ocakbaşı ve kafe bulunuyor. Terasının keyfini sürmeyi, yöresel ürünlerin satıldığı dükkânları gezmeyi unutmayın.
İmam Çağdaş Et Lokantası: Türkiye’nin yüz akı olan kebapçılardan. 120 yıldır kapıları lezzet düşkünlerine açık. Masaya önce küffan ekmeği ile birlikte, biber, limon ve maydanoz geliyor, yanında da bir tas içinde ayran. Patlıcan ezmeli lahmacunu, kebap öncesi deneyebilirsiniz. Yemeği güzel bir baklavayla bitirin (Tel: 0342 231 26 78, 0342 220 45 45).
Şirvan Et Lokantası: Mekân mütevazı. Zaten gösterişe de ihtiyacı yok çünkü hem yemek çeşitleri hem de tatlıları akılları baştan alacak lezzette (Tel: 0342 324 25 26).
Halil Usta: Zeugma Mozaik Müzesi’nin birkaç sokak arkasında. Dikkat edin, kebapları alışkanlık yapıyor. (Tel: 0342 323 161 16).
Üçler Kebap: Küçük, gösterişsiz bir mekân. Lahmacunu ile ünlü. Temizliği ve sıcakkanlı çalışanları sayesinde lezzetli yemekleri tadıyor ve kendinizi evinizde hissediyorsunuz (Tel: 0342 3381828).
Çavuşoğlu Et Lokantası: 1958’den beri hizmet veriyor. Kaliteden ödün vermeden kebap ve tatlı çeşitleri sunmaya devam ediyor (Tel: 0342 338 18 28).