Gabriel’in bisikletiyle Main kıyısından Frankfurt
Frankfurt’un şubattaki karnavaldan sonra en büyük açık hava festivali bu hafta sonunda düzenleniyor. Main Nehri’nin Müzeler Sahili’nde üç günde 300’e yakın etkinlik gerçekleştirilecek. Klasikten reggae’ye konserler, nehirde havai fişek gösterileri ücretsiz, müzelerdeki özel sergiler indirimli. Gastronomi etkinlikleri dünya mutfağını Main kıyısına taşıyacak. Üç hafta önce sıcak bir pazar ikindisinde Müzeler Sahili’ni, Frankfurt’lu Gabriel’in bisikletiyle, Kennedy Köşkü’nden Goethe Evi’ne turladım. Gabriel “Kenti keşfetmenin en keyifli yöntemi Main kıyısında bisiklet turudur” diyordu. Ona hak verdim.
Gabriel Saponago, 30 yaşında, esprili bir Frankfurt’lu. Yumurta görünümlü üç tekerlekli bisikletiyle dört yıldır kent merkezinde turist gezdiriyor. Çift kişilik koltuğunda bir saatlik turun ücreti 33 Euro...YouTube’daki videolara bakılırsa, şehrin en popüler bisikletli taksicisi. Annesi, babası İtalyan. “Biri Floransa’dan diğeri Sicilya’dan. Burada tanışıp evlenmişler, ortaya ben çıkmışım” diyor gülerek. Bir saatlik turun öncesinde, otele dönüştürülen asırlık Villa Kennedy’nin bahçesinde sohbet ediyoruz... Yazın para biriktirdiğini, kışın Almanya’nın soğuğundan kaçıp Latin Amerika’ya tatile gittiğini anlatıyor.
Akdenizli samimiyeti ve ölçülü bir üslupla çevreyi tanıtıyor. Ezberini bozmak için araya giriyorum: “Bruce Willis önceki yıl bu otelde duş yaparken suyun sıcaklığından yangın alarmı devreye girmiş, itfaiye gelmiş, duydun mu?” Muzip bir ifadeyle cevaplıyor: “Bende başka ne hikayeler var, atla gidelim...”
Gabriel’in çevre dostu bisikleti elektrikli motor destekli. Hızlanmak istediğinde ya da yokuşa geldiğinde sağ frenin yanındaki siyah tuşa dokunuyor. 150 Watt’lık motor devreye giriyor. Öyle sessiz ki motoru, yolcu hep pedal gücüyle gittiğini sanıyor.
Friedens Köprüsü’nden nehir kıyısına çıkıp, doğuya, tarihi merkeze dönüyoruz. Maine’e paralel bisiklet yolu iki yanındaki çınarlarla gölgelenmiş. Solumuzda, yaklaşık beş metre aşağıdan nehir boyunca uzanan parkı kuşbakışı görüyoruz. Burası Franfurt’un ünlü Müzeler Sahili. Sağımızdaki Schaumainkai Caddesi’nde, yaklaşık 1,5 kilometrelik güzergaha resim, heykel koleksiyonlarıyla ünlü 6 müze, galeri sıralanmış.
NE BEYAZ NE DE KIRMIZI RENGİ GRİ VE SUYU SOĞUK
Temmuzun sıcak pazar ikindisinde park cıvıl cıvıl. Çimde güneşlenip kitap okuyanlar, koşuya çıkanlar, bisikletle turlayanlar, ayağını suya sallandırıp karşı kıyıdaki bankalar mahallesinin gökdelenlerini seyredenler... Nehir de epeyce hareketli. Kanocular, kürekçiler, turna balığı gibi uzun yük gemileri...
Main, Almanya’nın en uzun nehirlerinden. Suyu kurşuni gri - kahverengi. Dağlardan beslendiği için yaz ortasında bile sıcaklığı 15-16 dereceden fazla ısınmıyor. Uzun yolculuğu Bavyera’nın kuzeydoğusundaki Fichtel Dağları’ndan başlıyor. “Beyaz Main” kıvrımlar çizerek batıya ilerliyor. Franken Dağları’ndan çıkan “Kırmızı Main”le birleşip güçleniyor. Baden-Württemberg Eyaleti’ni geçip, 524 kilometre sonra, Hesse Eyaleti’nde Ren’e dökülüyor. En önemli özelliği, 20 yıl önce açılan kanalla Ren’i Tuna’ya bağlaması. Bu sayede Kuzey Denizi’nden Karadeniz’e uzanan kesintisiz 3500 kilometrelik su yolunun en önemli geçit kısmını oluşturuyor. Üstünde sefer yapan gemilerin uzunluğu 120 metre civarında. Fakat çoğunun genişliği standart. Bunun nedeni Main - Tuna Kanalı’ndaki 16 seviye havuzunun 12 metre genişlikte olması...
Batıya doğru yolculuğunda bağlardan, şatolardan, Nürnberg, Bamberg, Würzburg, Hannau gibi yerleşimlerden geçen serin Main, Mainz’de Ren’e katılmadan Almanya’nın 680 bin nüfuslu beşinci büyük şehrine hayat, güzellik katıyor...
NEDEN BU KADAR BÜYÜK
Bir yandan pedal çeviren Gabriel, diğer yandan karşı kıyıdaki önemli yapıları gösteriyor... Bankaların, otomotiv firmalarının güç gösterisi olarak diktikleri gökdelenler, doğuya doğru nehir boyunca sıralanan Innenstadt, Bahnfofsviertel, Westend-Süd semtlerinde yoğunlaşmış: Ülkenin en yüksek yapısı 337 metrelik Europaturm anten kulesi, 259 metrelik Commerzbank Tower, 20 yıl öncesine kadar ülkenin en yüksek binası olan 166 metrelik Silberturm, Avrupa Merkez Bankası’nın 148 metrelik Eurotower’ı... Ve doğu ufkunda inşaatı süren 185 metrelik yeni Avrupa Merkez Bankası binası... “Neden bu kadar büyük, duydun mu” diye soruyor Gabriel muzip bir ifadeyle. Cevabı kendisi veriyor: “Global krizde ortaya çıkan eksi Euro’ları sığdırmak için! Geçen yıl inşaat başladığından bu yana şehrin en popüler esprisi bu...”
Frankfurt’un kule sevdası 1970’lerin sonunda başlamış. 1980 ve 1990’ların sonunda iki dalga daha gelmiş. Bugün 13’ü 150 metreden yüksek toplam 294 gökdelen var. 72 yeni yapı inşa halinde... Kısacası Frankfurt, Almanya’nın gökdelen rekortmeni. Bu unvanı bırakmaya da niyeti yok.
Bir pazar günü, gökdelenlerin gölgesinde, Main kıyısındaki hayata gelince... Bence New York’tan daha huzurlu, Londra’nın merkezindeki Thames kıyısından daha renkli. Belki Köln’deki gibi çıplaklar kampı, nehirden eksilmeyen tur gemileri, adım başı sokak sanatçısı yok etrafta ama bunların yerine nehrin tadını çıkaran şehirliler var... Antika avcılarının gözdesi, Almanya’nın en büyük bitpazarlarından biri, ayda üç kez bu sahile kuruluyor. Nehir ağustosta Müzeler Sahili Festivali’yle şenleniyor.
Gabriel ani bir manevrayla sola dönüp parktan aşağıya, nehir kıyısındaki yola iniyor. Yüzlerinde geniş bir tebessümle yokuştan ağır ağır çıkan, şortlu iki erkek geçiyor yanımızdan. Ellerinde iki çiftli yarış teknesi. Ahşap tekne en az 30 yıllık. Kürekçiler ise 70’in üstünde. Böyle bir şehirde yaşlanmak ne büyük şans...
Nehir kıyısında huzur hakim. Çocuk, genç, yaşlı yanyana. Herkes kendi dünyasında. Etrafta ne çığlık atan çocuklar var ne de onların peşindeki feryat figan ebeveynler. Mangalcılar, çevreye aldırmadan şut çeken amatör futbolcular, tasmasız gezinen pitbull’lar bu şehrin parklarına yabancı...
MECZUP DEĞİL, ANTRENÖR
Londra’daki Milenyum köprüsünü andıran Holbeinsteg, dört şeritli Untermain, gotik Epiphany Kilisesi geride kalıyor... 613 yıllık, görkemli Alte Köprüsü’nden kuzey yakasına geçiyoruz. Frankfurt Katedrali’ni yapan taş ustası Gerthner’in çıraklık işinden bugün beş şeritli otoyol akıyor. Köprünün ortasında durup, ikikıyıyı, altımızdan geçen yük gemisini seyrediyoruz. Gemi öyle uzun ki bitmek bilmiyor. Kilisenin önünde sapsarı, Volkswagen görünümlü su bisikletinde iki kişi gayretle akıntıya karşı pedal çeviriyor. Biraz önce nehrin yukarı bölümünde rastladığım, sörf tahtası üstünde ayakta kürek çeken meczup görünümlü erkeğin kano antrenörü olduğu çıkıyor ortaya. Çevresindeki dört kanocuya talimat veriyor...
Kuzey kıyısındaki yolculuğumuz kısa sürüyor. Tur teknelerinin iskelesini geçip, sağa dönüyoruz. Kentin tarihi merkezindeki (Altstadt), Roma Meydanı’ndayız (Römerberg). Gabriel, ortadaki heykelin çevresinde dönüp turunu tamamlıyor. Güneş batmak üzere. Günün son ışıkları meydanın doğusundaki altı “tüccar evi”ni altın sarısına boyamış. Bu evler ortaçağ atmosferini yaşatan meydanın en güzel yapıları. Sivri çatılı, zemin katları kemerli evlerin tümü İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış. Arazi 1980’lere kadar otopark olarak kullanılmış. Sonra binaların replikaları inşa edilmiş. Alt katlarındaki restoranlar masalarını meydana yaymış. Evlerin sağındaki Schirn, açık pazardan dönüştürülen ünlü sanat galerisi. 1994’teki 40 milyon Euro’luk soygunla tarihe geçmiş. Çalınan üç başyapıtın bulunması 8 yıl sürmüş.
NEFRET EDİLEN ZARİF BİNA
Kenti Romalılar 8’inci yüzyılda bu meydanın çevresine kurmuş. Çevredeki yegane Roma kalıntısı 1970’lerde tesadüfen ortaya çıkan hamam ve şapel. Frankfurt’un ayakta kalan en eski yapısı, 1180 yıllık Justinus Kilisesi de bu kalıntıların yanıbaşında. Roma Meydanı’nın batı cephesinde tarihi belediye binası yer alıyor. 600 yıllık yapı bugün nüfus idaresi ve düğün salonu. Balkonuna şehrin ünlü sporcuları büyük başarı kazandıklarında çıkıyor, halkı selamlıyor. Arka bölümü ise şehrin nefret edilen yegane yapısı: Vergi Dairesi. Vergi mükellefleri binayı, yolun karşı tarafında, veznenin bulunduğu yapılara bağlayan Venedik usulü zarif koridora tuhaf bir isim vermiş: “Ah Çekme Köprüsü!”
Kasımda, Frankfurt’un meşhur Noel pazarı kurulduğunda kalabalıklarla donanan Roma Meydanı, bu sıcak pazar akşamında epeyce tenha. Meydana geldiğimde restoranların önünde Mozart çalan viyolacı, turumu tamamladığımda bansuri’ye (flüt) geçmiş. New age çalıyor. Bu terapik müzik bile dinleyici toplamayınca tezgahını kapatıyor. Gitmeye hazırlanırken yanına yaklaşıp bir CD’sini alıyorum: “Busker’s Delight.” Bach, Brahms, Schubert... Ne ararsan var içinde. Bedeli 10 Euro. Sokak çalgıcıları CD koleksiyonuma bir yenisi ekleniyor. Litvanyalı müzikçinin ağzı kulaklarında. Günün tek müşterisi ben olmalıyım. Tam üç kez ardı ardına teşekkür ediyor. Keşke mutluluğu satın almak ya da dağıtmak hep bu kadar kolay olsa...
TURİSTLERE FESTİVAL SÜRPRİZİ
Frankfurt’ta yıl boyunca 15’e yakın büyük etkinlik düzenleniyor. Müzeler Sahili Festivali, Avrupa’nın en renkli açık hava kültür etkinliklerinden biri. Her yıl üç milyon kişinin izlediği üç günlük festival boyunca müzeler, sanat galerileri, kültür merkezleri, kiliseler alternatif sanat gösterilerine sahne oluyor. Her gün punk, elektonik müzik, caz ve blues, klasik, rock kategorilerinde 20’şer konser düzenleniyor. Müzelerde özel koleksiyonlardan sergiler açılıyor. Nehirde dragon tekne yarışı, kapanışta müzik eşliğinde görkemli bir havai fişek gösterisi yapılıyor. Dans meraklıları tango, salsa akşamlarında buluşuyor. Bu yılın konuğu Yeni Zelanda. Festivalde bu ülkenin kültürünü sinemasından edebiyatına tanıtan özel etkinlikler yer alıyor. Ayrıca yerel ve dünya mutfağının tanıtıldığı gastronomi etkinlikleri düzenleniyor. Turizm ofisi festival için şehir dışından geleceklere sürpriz bir konaklama paketi hazırlamış. İstediğiniz otelde bir gece konaklama, kahvaltı, tüm müzelere ücretsiz giriş kartı, iki günlük sınırsız toplu ulaşım kartı dahil 55 Euro. (www.museumsuferfest.de)
REHBERLİ, FIÇI BİRALI BİSİKLET TURLARI
Franfurt’u bisiklet kiralayıp, pedal çevirerek gezebilirsiniz. Turizm ofisinin şehrin tüm noktalarından erişilebilecek 770 bisikleti var. (www.callabike-interaktiv.de) İsterseniz bir telefonla bisiklet ayağınıza geliyor. (www.callabike-interaktiv.de) İçinde sürücüsü olan bisikletleri Vello Taxi kiralıyor. Telefonla istediğiniz adrese, hatta İngilizce bilen rehber bisikletçiyle gönderiyor. (frankfurt.velotaxi.de) Bir başka seçenek bira bisikleti. Gezer bar şeklindeki Bierbike altı yolcuyu bir fıçı bira eşliğinde şehri gezdiriyor. (www.bierbike.com)
GOETHE’NİN GİNKO’SU VE BİR ŞAŞKIN OKUR
Bu güzel günü tamamlamadan üç isteğim var: Goethe’nin evine uğrayıp kitaplığını, ginko yapraklı şiirinin orijinalini görmek. Hızlı bir akşam yemeği ve Main kıyısında gece yürüyüşü...
Meydandan Goethe Evi beş dakika mesafede. Ama kapanmasına 15 dakika var. Telaşla girip zeminden başlıyorum gezmeye. Doğduğu evde, hayatının ilk 26 yılını geçirmiş Goethe. Faust’un ilk versiyonunu, onu şöhrete kavuşturan ilk önemli eseri Genç Werther’in Acıları’nı yazmış. Zemindeki mutfakta, ocaktaki tavaların üstündeki nota bakılırsa, Frankfurt için önemli bir olay yaşanmış burada. Goethe’nin annesi meşhur yeşil sosu icat etmiş. Lop yumurta, sirke, yağ, dereotu, melisa kimi zaman ıspanakla yapılıyor yeşil sos. Frankfurt’un gurur kaynağı... Öylesine önemseniyor ki 2007’de Oberrad semtine “yeşil sos anıtı” dikilmiş!
İlk kattaki antre, salonun yanı sıra bir de müzik odası yer alıyor. Babası lut, kardeşi piyano çalarmış. Goethe ise enstrüman yerine kitapları tercih etmiş. Buna karşın şiirleri Beethoven’den Schubert’e, Brahms’tan Mahler’e pek çok besteciye ilham vermiş.
İkinci kat evin en önemli bölümü. Doğduğu odadaki portresinin yanında, kendi el yazısıyla doğum tarihi yazıyor. Karşıdaki oda ise Goethe’yi yaratan kütüphane. Babasının 2500 nadide kitabından bugüne 500’ü ulaşabilmiş sadece. Üçüncü katta ise çalışma odası, dört yaşında hediye edilen kukla tiyatrosunun bulunduğu oda, resim koleksiyonunun sergilendiği salon yer alıyor.
Goethe’nin 1815’te Bayan Willemer’e yazdığı, altına iki yaprak yapıştırdığı Gingo biloba şiiri ise ortada yok. Oysa Doğu Batı Divanı’ndaki şiirin orijinal versiyonunun burada sergilendiğini okumuştum. Yanılmışım. Giririşteki görevliye sordum. “Düsseldorf’taki müzede” dedi üzgün bir ifadeyle. Girişte ginko desenli çantalar, not defterleri satılıyordu. Bugünlük bunlarla yetinmek gerekiyordu...
MÜZELER SAHİLİ’NİN MÜCEVHERLERİ
Städel: Almanya’nın en büyük koleksiyonlarından birine sahip. 600 heykel, 2700 resim, 100 bin gravür, 100 bin nadide kitaptan oluşan koleksiyonun önemli bölümü 4 dekarlık salonlarda sergileniyor. Ayrıca bahçesinde, çimler arasına gömülmüş bir galeri bulunuyor. Resim koleksiyonunda Botticelli’den Eyck’a, Bosch’tan Rembrandt’a, Fransız izlenimcilere kadar farklı dönemlerin eserlerini bulmak mümkün. (www.staedelmuseum.de)
Museum Giersch: Rıhtımda savaşta yıkılmaktan kurtulan birkaç tarihi villadan biri. Asırlık binadaki Giersch Müzesi 12 yıl önce açıldı. Resim, heykel koleksiyonunun yanı sıra iddialı sergiler düzenleniyor. 26 Ağustos’a kadar Ren-Main bölgesinden Darmstadt akımına katılan sanatçıların resim, heykel, fotoğrafları sergileniyor. Ardından 19’uncu yüzyılın en önemli Alman sanat koleksiyonerlerinden Heinrich Von Liebieg’in koleksiyonu sanatseverlere sunulacak. (www.museum-giersch.de)
Liebieghaus: Almanya’nın önemli heykel müzelerinden biri. Antik Yunan’dan klasiklere, Mısır’dan Uzakdoğu’ya geniş bir koleksiyona sahip. 23 Eylül’e kadar Amerikan çağdaş sanatçılardan Jeff Koons’un eserleri sergileniyor. (www.liebieghaus.de)