Filmlerle başlayan, kendisiyle devam eden Paris aşkı
Jean Reno ve Michael Youn’un oyunculuklarıyla herkesi kendine hayran bırakan Daniel Cohen imzalı ‘Şeflerin Savaşı’nı bilmeyeniniz yoktur. Peki, Woody Allen’ın, Hemingway’den Picasso’ya kadar unutulmazları bize anlattığı ‘Paris’te Gece Yarısı’ filmini... Ya da Nicole Kidman ve Ewan McGregor’un oyunculuklarıyla Paris’in bohem yanlarını fark etmemizi sağlayan ‘Moulin Rouge’unu... İşte benim Paris yolculuğum da bu başucu filmleriyle başladı.
Paris tamamen simetri üzerine kurulmuş bir şehir. Dönemin valisinin hastalıklı yapısından dolayı tüm sokaklar, binalar ve meydanlar tamamen birbirine simetrik bir şekilde inşa edilmiş. Bu kurallar o kadar güçlü ki o gün bugündür binalarda asla değişiklik yapılamıyor.
Avenue des Champs-Élysées bizlerin bildiği ismiyle Şanzelize Caddesi, Paris’in en önemli uğrak noktalarından. Bir ucunda Concorde Meydanı ve Dikilitaş, diğer ucunda Meçhul Asker Anıtı’na sahip Zafer Takı’nın yer aldığı Şanzelize hem alışveriş yapabileceğiniz hem de şık kafelerinde vakit geçirebileceğiniz bölgelerin başında geliyor.
Ve tabii ki Paris’in ikonu haline gelen Eyfel Kulesi. Paris’in asıl yerlileri bu kuleyi hiçbir zaman benimsememişler. Hatta ünlü yazar Guy de Maupassant öğle yemeklerini kuledeki restoranda yermiş. Sebebini ise “Burası Paris’te kulenin görünmediği tek yer” olarak açıklarmış. Şehrin en önemli ressamları bile tuvallerini kuleyi arkalarına alarak yaparlarmış. Benim gibi panoramik bir Paris görüntüsü istiyorsanız biraz sıra bekledikten sonra bu devasa kulede ziyaretçiler arasındaki yerinizi alın.
Paris’in ilham kaynaklarının başında ise ‘Montmartre Tepesi’ geliyor. Paris’in en ünlü ressamları buradan çıkmış. Hikâyesi de bir o kadar ilginç. Bu tepede yaşayan sanatçılar sadece karın tokluğu için restoranlara resim yaparlarmış. Günün birinde bu restoranlardaki resimlerin fark edilmesiyle birlikte ressamlar da büyük bir üne kavuşmuş. Tepenin büyüsüne inanan ve keşfedilmeyi bekleyen birbirinden yetenekli ressamlar bu efsaneyi hâlâ turistlere resimler çizerek devam ettiriyor. Bu tepenin en önemli figürü ise Sacre Coeur Kilisesi. Buraya uzun merdivenlerle ya da teleferikle çıkmak mümkün... Kırmızı değirmeniyle tanınan ‘Moulin Rouge’ da bu bölgede yer alıyor.
Hazır Paris’e gelmişken Seine Nehri’nde bir tekne turu yapmadan olmaz. Paris’in en önemli simgelerini görebileceğiniz bu turun en çekici yanı ise Pont Alexandre III Köprüsü. Bu köprü adını Rus Çarı III. Alexandre’dan almış. Bir sanat eserinden farksız olan bu köprünün her iki girişinde altın sarısı heykeller bulunuyor.
Paris’te çok gezdim çok yoruldum, artık biraz huzur diyorsanız soluğu mutlaka ‘Luxemburg Bahçeleri’nde almalısınız. Birbirinden güzel bahçelere sahip bu alandaki ağaçlar da tıpkı Paris gibi ‘simetrik’. Sadece bir sandalyeye oturup tarihi binaları, sanat eserlerini ve yeşili gün boyu izleyebilirsiniz.
GİDİLESİ YERLERİ
Louvre Müzesi, Orsay Müzesi, Notre Dame Katedrali, Sacre Coeur Kilisesi, Moulin Rouge, Lido Show, St. Germen Caddesi, St. Michel Caddesi.
PARİS’TE KONAKLAMA
Regina Hotel, Melia Hotel.