Son Güncelleme:
Fidel’in ülkesini boydan boya geçtim
Devrim adası Küba son yıllarda Karayipler’e giden Türk gezginlerin başlıca uğrak noktalarından. Bozulmamış doğası, rengarenk kültürü, uygun fiyatlarıyla gezginleri cezbeden ülke çoğunlukla Havana ve Santiago şehirleriyle anılıyor. Oysa iki kentin arasında keşfedecek birçok yerleşim var. Gezgin Attila Atasoy nisanda iki kentin arasında otobüs yolculuğu yaptı, izlenimlerini Hürriyet Seyahat okurları için yazdı.
Küba, 1940’larda Karayipler’in fuhuş, kumar, kaçakçı adasıydı. Ünlü yazar Hemingway bile ucuz kaçak içki için adaya gelmiş, bir ev almıştı. Şair Jose Marti’nin genç kuşağa bağımsızlık ilhamı veren fikirleriyle yola çıkan gözükara gençler, Che Guevara, Fidel ve Raul Castro liderliğinde 1959’da General Batista’yı devirip yepyeni bir ülke kurdu. Adayı ortak bilinç, dayanışma, kanaat gibi bugün unuttuğumuz kavramların yaşatıldığı bir “rengahenk” ülkesine dönüştürdüler. Bugün Küba’da eğitim, sağlık hizmetleri ücretsiz, ortalama ömür 75 yıl, okuryazar oranı yüzde 97... Un, ekmek gibi temel ihtiyaç maddeleri bakkallardan karneyle, ücretsiz alınıyor. Diğer ihtiyaçlar marketlerden karşılanıyor.
Küba, 70’lerde anayasasını yenilemiş. Tarım üretimi ve turizmini dozunda geliştirmiş. 50 yıldır katı Amerikan ambargosu soluğunu kesse de, en büyük destekçisi Sovyetler Birliği 1993’te yıkılsa da o ayakta kalmayı başarmış. Çin, Venezuella gibi ülkelerin petrol yardımının, İspanya, Kanada, Hollanda’yla ticaretin bunda önemli payı var.
11 milyonluk ada, kuzeybatı ucundaki doğal cennet Pinar Del Rio’dan en güneydeki Santiago’ya kadar gezginlere çok sayıda güzellik sunuyor: Uçsuz bucaksız kumsallar, dağlar, nehirler, göller, sömürge mimarisinin güzel örnekleri, canlı bar, restoran atmosferi, Afrika ve Karayip harmanından oluşan etkileyici müzik, dans... Bu zenginliğe bir de şeker kamışından yaptıkları ünlü içkileri rom (mojito, pinnacollada) eklenince Küba’yı keşfetmek başlıbaşına bir zevke dönüşüyor...
CHE’NİN DİŞÇİ MALZEMELERİ
Küba’da turistler şehirlerarası yolculuklarda klimalı, tuvaletli özel otobüslerle gezdiriliyor. Bunlara yerliler zaman zaman binebiliyor, ancak turistin halk otobüslerine alınması yasak. Havana’dan kuzeybatıdaki Pinar del Rio’ya uzanan asfalt yol boyunca kral palmiyeleri dikilmiş. Yolculuk iki saat sürüyor. Küba’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren yedi kültür, iki doğa alanı bulunuyor. Pinar del Rio’daki Vinales Vadisi bunlardan biri. Vadide 160 milyon yıllık dev kalker kayaları (mogote) doğadan adeta fışkırıyor. Benzerlerini Güney Çin ve Kuzey Vietnam’da görmek mümkün. Vinales’teki yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki bir kayaya ünlü Meksikalı ressam Diego Morales’in öğrencisi dev bir resim yapmış. Resim evrim sürecini betimliyor. Vadide bufaloları, sadece bu bölgede yaşayan 21 çeşit kuşu görmek mümkün.
Güneydoğu’ya doğru yolumuza devam ediyoruz. İlk durağımız, Che’nin şehri Santa Clara. İlk savaşını verdiği şehre anıtı dikilmiş, bir de müze açılmış. Düzgün asfaltta ilerlerken şiddetli yağışa yakalanıyoruz. Köprü altında tıkanan yola alternatif arayan şoförümüz bir saatlik tur atınca, yolculuk süresi dört saate çıkıyor. Nihayet müzeye varıyoruz. Che, bu kasabada grayderle demiryolunu bozup, durdurduğu trendekileri esir almış; adadaki ayaklanmayı başlatmış. Trenin vagonları müzeye dönüştürülmüş. Bir tepedeki heykelde Che ve arkadaşlarının anısı yaşatılıyor. Hemen arkasındaki müzede, doktor olan Che’nin dişhekimliği malzemeleri dahil özel eşyaları sergileniyor.
KRAL YENGEÇLERİNİ KURTARAMADIK
Santa Clara’dan Meksika Körfezi’ne bakan kıyıdaki şeker ticareti merkezi Cienfuegos’a yolculuğumuz iki saat sürüyor. Otoyol muz ağaçları, şeker kamışı tarlalarıyla süslü. Göç telaşındaki kırmızı kral yengeçlerine rastlıyoruz. Yılda bir kez yaşadıkları mağaradan çıkıp, otoyolu aşıp, deniz kıyısına yumurtlamaya gidiyorlar. Çoğu hızla geçen araçların kurbanı oluyor. Karşılaştıklarımızı kurtarmaya çalışsak da nafile...
Cienfuegos’da neoklasik sömürge mimarisinin en güzel örnekleri bulunuyor. Şehirdeki Tomas Terry Tiyatrosu, Valle Sarayı görülmeye değer. Sarayın terasında piyanist şarkıcı eşliğinde denize karşı mojitomuzu yudumluyoruz. Deniz körfeze incecik bir boğazdan giriyor, içeride haliçler oluşturuyor. Körfez yapay gölü andırıyor. Göz alabildiğine uzanan kumsallar kışkırtıcı. Denize açılan boğazda bir tatil köyüne yerleşip, geç saatte denize koşuyoruz. Dönüşte havlularımızın yerinde yeller esiyor. Mesai saatlerinin dışında otelin sahilinde gözcü yokmuş... Ayrılırken havlular için yüksek bir fiyat ödüyoruz.
INGENIOS VADİSİ’NDE TRENLE NOSTALJİ TURU
Güneye doğru ilerliyoruz. Adanın ortalarındaki Ingenios Vadisi verimli topraklara sahip. Zamanında Afrikalı kölelerin gücüyle burada dev şeker kamışı tarlaları, tütün ve muz bahçeleri kurulmuş. Vadi, 1988’de Trinidat kentiyle birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklenmiş. Sömürge mimarisinin güzel örneklerini gördüğümüz Trinidat’tan vadiye buharlı trenle nostaljik turlar yapılıyor. Küçük kentin parke taş kaplı sokaklarında gündüz gezinirken seramik atölyelerini, papağanını havalandıran küçük kızı, korsanlara karşı yapılan tarihi gözcü kulelerini, kilise ve müzeleri görüyoruz. Ah bir de şu bayıltan sıcak olmasa... Sığındığımız kafe, bar ve lokantalarda günün her saatinde yerel gruplar bizi müzikleriyle serinletiyor, şenlendiriyor. Akustik müzik yapıyorlar. Konser sonrası CD’lerini satıp, bahşiş topluyorlar.
Sancti Spiritus (Kutsal Ruh), kutu gibi, derli toplu, küçük bir kasaba. Küba’nın en büyük milli parkına bekçilik yapıyor. Tarihi köprüsü ve karakteristik kilisesinin yanı sıra modern alışveriş sokağı göz dolduruyor. Trinidat’tan otobüsle iki saatte geldiğimiz kasabadan yüzölçümü en büyük ile gitmek için 3 saat yolumuz var... Camaguey, sığır çiftlikleri ve şeker kamışı tarlalarıyla ünlü. Güzel meydanları, cana yakın halkı, UNESCO listesine giren tarihi bölgesiyle bizden bütün puanları alıyor. Yorgunluğumuzu sömürge çağından kalma otelimizde giderirken, gürültülü sağanaklarla serinliyoruz.
MARADONA’NIN BAĞIMLILIK TEDAVİSİ GÖRDÜĞÜ KASABA
Holguin, bira fabrikaları ve dünya çapındaki sağlık merkezleriyle ünlü. Şimdilerde efsanevi futbolcu Maradona’nın kokain tedavisi olduğu yer olarak anılıyor. Kente birkaç saatte varıp, dünyada nadir bulunan mekanik org fabrikalarından birinde aldık soluğu. Sonra kent dışında öğle yemeği yedik. Yollarda halkın kullandığı at arabaları dikkat çekiyordu. Sonra yine yola düştük. Kasırgalarıyla ünlü nehir şehri Bayamo’ya iki saatte vardık. Kentin en büyük meydanına, Küba milli marşı bestecisinin heykeli yerleştirilmişti. Bu şehirde doğmuş besteci. Sokaklarda gruplar neşeli şarkılar çalıyordu.
Güneye doğru şehirler birbirine benzemeye başlarken, iklim değişiyor. Sıcak, nem artıyor, bitki örtüsü gürleşiyor. Tropikal kuşaktayız artık. Boğucu nem yüzünden geçtiğimiz şehirleri klimalı otobüsün camlarının ardından seyretmeyi tercih ediyoruz. Bu sayede hızlanıyoruz. Ve yolculuğumuz adanın en güneyinde noktalanıyor, Afrikalı kölelerinin adaya çıkarıldığı, genç avukat Fidel Castro’nun silahlı mücadeleyi başlattığı liman şehri Santiago de Cuba’dayız...
KÜBA NOTLARI
* Kıyılar, bataklık ve mercan kayalıklarıyla çevrili. Siyah mercandan objeler en popüler hediyelik eşyalar. * Ovalar 200 küçük ırmak, binlerce dereyle sulanıyor. En büyük ırmak 370 kilometre uzunluğundaki Cauto. * Ünlü atletler yetiştiren ülkede spor profesyonelliğe kapalı. * Ülkede okuma yazma bilmeyen kadın yok. * Sanayi gelişmemiş. * Puro yapımı uzun ve zorlu bir süreç. Tütünün tarladan toplanıp havalandırılması, kurutulup, fermantasyondan geçirilmesi, elle sarılması yaklaşık dört yıl alıyor. * Ada ülkesi olmasına karşın ulaşımda ağırlık karayolu ve demiryolunda.
Küba, 70’lerde anayasasını yenilemiş. Tarım üretimi ve turizmini dozunda geliştirmiş. 50 yıldır katı Amerikan ambargosu soluğunu kesse de, en büyük destekçisi Sovyetler Birliği 1993’te yıkılsa da o ayakta kalmayı başarmış. Çin, Venezuella gibi ülkelerin petrol yardımının, İspanya, Kanada, Hollanda’yla ticaretin bunda önemli payı var.
11 milyonluk ada, kuzeybatı ucundaki doğal cennet Pinar Del Rio’dan en güneydeki Santiago’ya kadar gezginlere çok sayıda güzellik sunuyor: Uçsuz bucaksız kumsallar, dağlar, nehirler, göller, sömürge mimarisinin güzel örnekleri, canlı bar, restoran atmosferi, Afrika ve Karayip harmanından oluşan etkileyici müzik, dans... Bu zenginliğe bir de şeker kamışından yaptıkları ünlü içkileri rom (mojito, pinnacollada) eklenince Küba’yı keşfetmek başlıbaşına bir zevke dönüşüyor...
CHE’NİN DİŞÇİ MALZEMELERİ
Küba’da turistler şehirlerarası yolculuklarda klimalı, tuvaletli özel otobüslerle gezdiriliyor. Bunlara yerliler zaman zaman binebiliyor, ancak turistin halk otobüslerine alınması yasak. Havana’dan kuzeybatıdaki Pinar del Rio’ya uzanan asfalt yol boyunca kral palmiyeleri dikilmiş. Yolculuk iki saat sürüyor. Küba’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren yedi kültür, iki doğa alanı bulunuyor. Pinar del Rio’daki Vinales Vadisi bunlardan biri. Vadide 160 milyon yıllık dev kalker kayaları (mogote) doğadan adeta fışkırıyor. Benzerlerini Güney Çin ve Kuzey Vietnam’da görmek mümkün. Vinales’teki yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki bir kayaya ünlü Meksikalı ressam Diego Morales’in öğrencisi dev bir resim yapmış. Resim evrim sürecini betimliyor. Vadide bufaloları, sadece bu bölgede yaşayan 21 çeşit kuşu görmek mümkün.
Güneydoğu’ya doğru yolumuza devam ediyoruz. İlk durağımız, Che’nin şehri Santa Clara. İlk savaşını verdiği şehre anıtı dikilmiş, bir de müze açılmış. Düzgün asfaltta ilerlerken şiddetli yağışa yakalanıyoruz. Köprü altında tıkanan yola alternatif arayan şoförümüz bir saatlik tur atınca, yolculuk süresi dört saate çıkıyor. Nihayet müzeye varıyoruz. Che, bu kasabada grayderle demiryolunu bozup, durdurduğu trendekileri esir almış; adadaki ayaklanmayı başlatmış. Trenin vagonları müzeye dönüştürülmüş. Bir tepedeki heykelde Che ve arkadaşlarının anısı yaşatılıyor. Hemen arkasındaki müzede, doktor olan Che’nin dişhekimliği malzemeleri dahil özel eşyaları sergileniyor.
KRAL YENGEÇLERİNİ KURTARAMADIK
Santa Clara’dan Meksika Körfezi’ne bakan kıyıdaki şeker ticareti merkezi Cienfuegos’a yolculuğumuz iki saat sürüyor. Otoyol muz ağaçları, şeker kamışı tarlalarıyla süslü. Göç telaşındaki kırmızı kral yengeçlerine rastlıyoruz. Yılda bir kez yaşadıkları mağaradan çıkıp, otoyolu aşıp, deniz kıyısına yumurtlamaya gidiyorlar. Çoğu hızla geçen araçların kurbanı oluyor. Karşılaştıklarımızı kurtarmaya çalışsak da nafile...
Cienfuegos’da neoklasik sömürge mimarisinin en güzel örnekleri bulunuyor. Şehirdeki Tomas Terry Tiyatrosu, Valle Sarayı görülmeye değer. Sarayın terasında piyanist şarkıcı eşliğinde denize karşı mojitomuzu yudumluyoruz. Deniz körfeze incecik bir boğazdan giriyor, içeride haliçler oluşturuyor. Körfez yapay gölü andırıyor. Göz alabildiğine uzanan kumsallar kışkırtıcı. Denize açılan boğazda bir tatil köyüne yerleşip, geç saatte denize koşuyoruz. Dönüşte havlularımızın yerinde yeller esiyor. Mesai saatlerinin dışında otelin sahilinde gözcü yokmuş... Ayrılırken havlular için yüksek bir fiyat ödüyoruz.
INGENIOS VADİSİ’NDE TRENLE NOSTALJİ TURU
Güneye doğru ilerliyoruz. Adanın ortalarındaki Ingenios Vadisi verimli topraklara sahip. Zamanında Afrikalı kölelerin gücüyle burada dev şeker kamışı tarlaları, tütün ve muz bahçeleri kurulmuş. Vadi, 1988’de Trinidat kentiyle birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklenmiş. Sömürge mimarisinin güzel örneklerini gördüğümüz Trinidat’tan vadiye buharlı trenle nostaljik turlar yapılıyor. Küçük kentin parke taş kaplı sokaklarında gündüz gezinirken seramik atölyelerini, papağanını havalandıran küçük kızı, korsanlara karşı yapılan tarihi gözcü kulelerini, kilise ve müzeleri görüyoruz. Ah bir de şu bayıltan sıcak olmasa... Sığındığımız kafe, bar ve lokantalarda günün her saatinde yerel gruplar bizi müzikleriyle serinletiyor, şenlendiriyor. Akustik müzik yapıyorlar. Konser sonrası CD’lerini satıp, bahşiş topluyorlar.
Sancti Spiritus (Kutsal Ruh), kutu gibi, derli toplu, küçük bir kasaba. Küba’nın en büyük milli parkına bekçilik yapıyor. Tarihi köprüsü ve karakteristik kilisesinin yanı sıra modern alışveriş sokağı göz dolduruyor. Trinidat’tan otobüsle iki saatte geldiğimiz kasabadan yüzölçümü en büyük ile gitmek için 3 saat yolumuz var... Camaguey, sığır çiftlikleri ve şeker kamışı tarlalarıyla ünlü. Güzel meydanları, cana yakın halkı, UNESCO listesine giren tarihi bölgesiyle bizden bütün puanları alıyor. Yorgunluğumuzu sömürge çağından kalma otelimizde giderirken, gürültülü sağanaklarla serinliyoruz.
MARADONA’NIN BAĞIMLILIK TEDAVİSİ GÖRDÜĞÜ KASABA
Holguin, bira fabrikaları ve dünya çapındaki sağlık merkezleriyle ünlü. Şimdilerde efsanevi futbolcu Maradona’nın kokain tedavisi olduğu yer olarak anılıyor. Kente birkaç saatte varıp, dünyada nadir bulunan mekanik org fabrikalarından birinde aldık soluğu. Sonra kent dışında öğle yemeği yedik. Yollarda halkın kullandığı at arabaları dikkat çekiyordu. Sonra yine yola düştük. Kasırgalarıyla ünlü nehir şehri Bayamo’ya iki saatte vardık. Kentin en büyük meydanına, Küba milli marşı bestecisinin heykeli yerleştirilmişti. Bu şehirde doğmuş besteci. Sokaklarda gruplar neşeli şarkılar çalıyordu.
Güneye doğru şehirler birbirine benzemeye başlarken, iklim değişiyor. Sıcak, nem artıyor, bitki örtüsü gürleşiyor. Tropikal kuşaktayız artık. Boğucu nem yüzünden geçtiğimiz şehirleri klimalı otobüsün camlarının ardından seyretmeyi tercih ediyoruz. Bu sayede hızlanıyoruz. Ve yolculuğumuz adanın en güneyinde noktalanıyor, Afrikalı kölelerinin adaya çıkarıldığı, genç avukat Fidel Castro’nun silahlı mücadeleyi başlattığı liman şehri Santiago de Cuba’dayız...
KÜBA NOTLARI
* Kıyılar, bataklık ve mercan kayalıklarıyla çevrili. Siyah mercandan objeler en popüler hediyelik eşyalar. * Ovalar 200 küçük ırmak, binlerce dereyle sulanıyor. En büyük ırmak 370 kilometre uzunluğundaki Cauto. * Ünlü atletler yetiştiren ülkede spor profesyonelliğe kapalı. * Ülkede okuma yazma bilmeyen kadın yok. * Sanayi gelişmemiş. * Puro yapımı uzun ve zorlu bir süreç. Tütünün tarladan toplanıp havalandırılması, kurutulup, fermantasyondan geçirilmesi, elle sarılması yaklaşık dört yıl alıyor. * Ada ülkesi olmasına karşın ulaşımda ağırlık karayolu ve demiryolunda.