Eski zaman bahçeleri
Bir zamanlar şehir baştan başa bahçeydi.
O bahçelerden geriye çok azı kaldı: Fethipaşa, Mihrábád, Yıldız ve Emirgán koruları gibi. Wolkwagen Magazin dergisinde yer alan haberi yayımlıyoruz.
Kentin içindesiniz.... ‘‘Yaprak kıpırdamıyor’’ denen bir yaz günüyse, tazecik çam kozalaklarının sıcakta kavruluşlarının sesini duyarsınız; çıtırdarlar. Mevsim sonbaharsa rengárenk yapraklar toprağı örter, ayaklarınızın altında hışırdarlar. Karlı bir kış günü, durup sessizliğin sesini dinleyebilirsiniz. İlkbaharda kuş cıvıltılarına kulak verip doğanın tazelenişine tanıklık edebilirsiniz; evet, kentin içinde! Çünkü etrafı yüksek duvarlarla çevrili korular, kentin vahalarıdır. Çünkü burası İstanbul'dur ve değil asırlar öncesinde, 1930'lu yıllarda bile bahçesiz evin olmadığı bu şehirde, gün içinde ıhlamurlarla, akçaağaçlarla, göknarlar, serviler, erguvanlar, çitlembiklerle sarılıp sarmalanmak isteyenlerin tek şansıdır korular.
Dünyanın en ünlü mimar ve kent planlamacılarından biri; İsviçreli Le Corbusier, 1920'li yıllarda ziyaret ettiği İstanbul için ‘‘bahçe-şehir’’ tanımlamasını yapmış. Yalnız o mu? Bir zamanlar bu şehre ‘‘bakan’’, bu şehri ‘‘gören’’ herkes aynı kanıdaymış. ‘‘Yeni İstanbul’’ gazetesinin 1968 yılında verdiği ‘‘Tarihi İstanbul’’ ekinde şöyle yazıyor: ‘‘Günümüzde olduğu gibi beton yığınlarıyla dolu olmayan eski İstanbul'un en göze çarpan yanı, bahçeler ve mesireler şehri olması, yapılan konutların tabiatın bütünlüğünü hiçbir şekilde bozmaması idi. Bilákis, yalı olsun kasır olsun tabiatın içinde eriyecek, onu tamamlayacak şekilde inşa edilirdi.’’
Şimdi biz en iyisi kuş olup uçalım, İstanbul'un dört bir yanına dağılmış korularda soluklana soluklana yeşile doyuralım gözlerimizi...
Çubuklu'da bülbüller
Kanlıca tepelerinde ‘‘büyük çiçekli herdemyeşil Manolya’’ya konalım önce... Çubuklu'dayız. Bir zamanlar ilkbaharda ‘‘zevk ehli’’nin kayıklarla meşhur bülbüllerini dinlemeye geldiği Çubuklu Korusu'nda hálá bülbüller var. Nisan ve mayıs aylarında, erkek bülbüllerin dişilere serenadını dinleyebilirsiniz. İsterseniz Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa'nın yaptırdığı kasrın hikáyesini de anlatırlar size: Binanın planları hazırlanırken Paşa, Eyfel'e nazire olarak 304 basamak yüksekliğinde bir kule istemiş. Gelgelelim devrin hafiyeleri durumu Sultan II. Abdülhamit'e jurnallemişler. ‘‘Şehirde cami minarelerinden daha yüksek bir kulenin inşaasının İslam alemini gücendirebileceğini’’ söyleyen Hünkár, 152 basamakla yetinilmesini istemiş, dediği gibi de olmuş. Bir zamanlar padışahların av mahalli olan ve 1930'lara kadar Hidiv'in ailesinin kullandığı bu kızılcık ağaçlarıyla meşhur korunun güney yamaçları inşaata açılmış. Bugün korunun doğal karakteri bozulmuşsa da hem karşı kıyıdan bakması, hem içinde olması büyük keyif.
Kanlıca'ya kanat çırpıyoruz sonra... Adını, şimdi yıkılmış olan Mihrábád Kasrı'ndan alan ve artık sahibi Orman Bakanlığı olan bu koruda defne rayihasını içimize çekip ayrılıveriyoruz hemen. Oysa burada anıtsal boyuta ulaşmış serviler ve halka açık rekreasyon alanları var.
Pırlanta zarlar Anadoluhisarı'nda konaklamıyoruz: 1699'da inşa edilen, Boğaziçi'nin en eski yalısı; Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın arkasındaki korunun keyfini ‘‘kuşbakışı’’ çıkarıp Kandilli tepelerine yöneliyoruz. İçinde geniş açık alanlar olan Cemil Filmer Korusu'nda değil de, Akıntı Burnu'nun sırtındaki düzlükte II. Mahmud'un kızı Adile Sultan için yaptırdığı sarayın içinde yer aldığı koruda soluklanıyoruz. Uğrayacağımız bu kadar çok yer olmasa, Beykoz Kasrı'nın koruluğundaki nadide Zekkova crenata'nın ya da anıtsal niteliğe ulaşmış Himalaya sedirlerinin dallarından başlardık hikáyeyi anlatmaya. Sahilin ta öte ucundan yani... Ama Beykoz Abraham Paşa Korusu'nun hikáyesine değinmeden geçmemeli. Kendisine paşalık rütbesi vermesine duyduğu şükranla Sultan Abdülaziz'e hediye ettiği pırlanta zarlı, fildişi ve zümrütlü tavlayla başlıyor hikáye. Dostlukları ilerliyor ve Abraham Paşa, Beykoz kazasında Rıdvan deresine kadar olan sahadaki çiftlikleri birer birer tavlada kazanıyor.
Evvel eski, ne Çin bahçesi gibi doğayı taklit eden, ne de Fransız bahçesi gibi geometrik çizgiler taşıyan; güzellikle faydayı bir arada düşünen bir tarzda oluşturulmuş Türk bahçeleri... Boğaziçi'ne bakan vadilerde sunilik yaratılmaz, setler ve sofralar oluşturulur, gölge veren ağaçlar, meyve ağaçları, köprüler, patika yollar, sarmaşıklı, salkımlı çardaklar, tek renk öbeklenerek halılar kadar güzel motifler oluşturan çiçekler, kokusu için gül, karanfil, şebboy vs. ve en önemlisi su! Sesi ve serinliği için su, Türk bahçelerinin olmazsa olmaz parçası olmuş hep: Havuzlar, çeşmeler, fıskiyeler, ağzından su akan aslanlar, sel-sebiller.... Ama Abraham Paşa, Fransız bahçe mimarı Fove'ye düzenletmiş bahçesini... Hayvan parkları, havuzlar, başka iklimlerden gelme ağaç, çiçek ve kuşlar, hatta gölü andıran havuzun etrafındaki suni bir sazlığa kadar, bambaşka bir bahçe yaratılmış burada bir zamanlar. Ama yolumuz çok uzun, sözü uzatmayalım. Artık ne Vaniköy Rasathane Korusu'na uğrayacak vakit kaldı ne de aynı semtteki Eski Papaz Korusu'na... Halbuki korunun arkasındaki havası ve manzarasıyla pek tanınan İcadiye tepesine uçacaktık birlikte...
Kuzguncuk'ta Fethi Paşa Korusu'nun 1960'tan 80'lere kadar çalılar, böğürtlenlerle sarılmış, gezilemez hale geldiğini, sonra da koşu parkurları, spor sahaları, kafeterya, oto ve gezinti yollarıyla ‘‘mamur’’ hale gelmekle birlikte, korunun Boğaziçi'ne hakim tepesinden aşağı blok taşlar arasından dolandırılarak akıtılan kaskatlı havuzun 1987'de gördüğü ‘‘restorasyon’’ sonrası ilginç olmaktan çıktığını söylemeli ve Anadolu yakasını terk edip suyun öteki yanına geçmeli artık.
400 yaşındalar
Beşiktaş'ta, Yıldız Korusu'ndayız şimdi. Aslında Çırağan Sarayı'nın kara tarafındaki korusu imiş buralar... III. Selim hayran olduğu koruya annesi Mihrişah Sultan için kasır yaptırıp adını da ‘‘Yıldız’’ koymuş. Yüksek duvarlarla çevrilip emniyetinin sağlanışı ise II. Abdülhamit zamanında... Çoğu egzotik 120'den fazla ağaç ve çalı türü var burada. Ama asıl önemlisi içlerinden bazılarının 400 yaşında olması. Havuzlarında ise vaktiyle kuğu, kaz ve rengárenk ördekler gezer, sandal gezintileri yapılırmış.
Ortaköy-Kuruçeşme arasındaki Naile Sultan Korusu'nda iki katlı köşk ve villalar var artık. II. Abdülhamit'in kızı Naile Sultan'ın görkemli köşkü ise restore edilmiş durumda. Unutmadan... Evet, orada hálá manolya ağaçları var. Abdülmecit'in torunu Naciye Sultan'ın adını taşıyan koruda da şimdi pek çok iki katlı köşk var ama artık anıtsal boyutlara erişmiş yaşlı sakızağacı ve yaşlı alevağacı hálá orada.
Şeyhülislam Cemaleddin Efendi Korusu Kuruçeşme'de Vakıf Korusu'nun hemen bitişiğinde. Korunun Kuruçeşme tarafındaki büyük giriş kapısının solunda, ön cephe taşının üstünde tuğra ve eski Türkçe kabartma yazılar bulunan süslü ve görkemli bir kuru çeşme varmış, biz görmedik, görüp anlatanların yalancısıyız. Fransız Yetimhanesi Korusu'nun 1900'lü yılların başında çilek tarlaları satın alınarak genişletildiğini biliyor muydunuz? Bu koru aslında Bebek sırtlarındaki Kortel, İpar korularının bir devamı; gümüşi ıhlamurlar, kestaneler, dişbudaklar, sakızağaçları, karaağaçlar, yaşlı serviler...
Bugün Boğaziçi Üniversitesi Korusu olarak bilinen 23 hektarlık alan, 17. yüzyılda Kaptan-ı Derya deli Hüseyin Paşa Bağı olarak bilinirmiş. Biz Amerikan orijinli dev sahil sekoyası Duglaz Göknarı'nın tepesinden etrafa bakınıyor ve sonra yolumuza devam ediyoruz. Asıl molayı Emirgán Korusu'nda vereceğiz çünkü...
(...) 1960'lardan bu yana koruda düzenlenen ‘‘lale bayramı’’, ‘ödenek yokluğundan’’ geçtiğimiz mayıs ayında gerçekleştirilemedi. Ama ne gam, biz zaten görkemli çınarları için gelmiştik Emirgan korusu'na. Kimi zaman klasik müzik konserleri izleme ve her zaman çay, kahve keyifleri yapma imkanı veren Sarı, Pembe ve Beyaz köşklerinin çatıları üzerinden bir uçuşla sünger taklidi taşla yapılmış büyük havuz ile üst kenarındaki grotto'ların (suni mağara) koruyu nasıl da süslediğini görüp buradan da ayrılıyoruz.
Tarabya'daki sahil yolunda beyaz çiçekli bir atkestanesine konalım önce; burası Fransa Elçiliği Korusu. İstesek, az berideki İngiltere Elçiliği Korusu'nun acemdutuna da konardık. Biraz ileride de Alman Elçiliği'nin korusundaki I. Dünya Savaşı şehitleri için yaptırılan mezardaki anıtsal büyüklükteki fıstıkçamları.... Bu yol boyu Huber Korusu, İspanya, Rusya elçilikleri koruları, Ayazağa Korusu -ki içinde eşsiz dişbudaklar var- bize kona göçe bu Boğaziçi korular seyahatini tamamlama imkanı veriyor. Dahası da yok değil ama, ‘‘kuş uçuşu’’yla bile dünyanın en eski yerleşim alanlarından ve en büyük şehirlerinden birini bir solukta gezmenin imkánı yok ki...