GeriSeyahat En yeniler
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
En yeniler

En yeniler

Röportaj
Bavulumda söyleşiler
Sayım Çınar
Profil Kitap

‘Kitap’ mevzubahis olduğunda Sayım Çınar ismi her yerde karşınıza çıkabilir. Her yer derken, işin mutfağından itibaren bütün aşamalarından söz ediyorum. Okurluktan elinde bavulla kitap satmaya, yazar temsilciliğinden kitap yazıları yazmaya, kitap yayımlatmadan neredeyse dağıtıma kadar her yerde en az bir kere bulunmuştur. Özetle bir kitap emekçisidir. ‘Bavulumda Söyleşiler’ böyle bir kitap emekçisinin kitabı. Çınar, yazar, televizyoncu, gazeteci, oyuncu, işletmeciden oluşan geniş bir ‘profil’ yelpazesinden insanlarla yaptığı söyleşileri bir araya getirmiş kitabında. Nilgün Belgün’ün ‘Hayat... Sen Benimsin’ kitabı dolayısıyla yaptığı söyleşiyle başlıyor kitap, 10 yazar ve 10 kitapla ilgili konuştuktan sonra sahneden veya beyazperdeden hayranı olduğumuz oyuncuları alıyor karşısına. Gazetecileri de televizyoncuları da açıkça konuşturuyor Çınar. Öyle soğuk terler döktüren sorular değiller ama konuştuğu herkes içindekileri söyleyiveriyor bir çırpıda. Kimisi aşklarını, kimisi hırslarını, kimisi kursağında kalan heveslerini, kimisi kalp kırıklıklarını açıkça söyleyivermiş. Bazı isimler var ki, Sayım Çınar onları çok iyi tanıyor. Haliyle kimsenin soramayacağı şeyleri sorup onların cevabını alıyor. Durum böyle olunca başka yerde okuyamayacağınız itiraflar da yer alıyor kitapta.

Eleştiri
Rus Edebiyatı Dersleri
Vladimir Nabokov Çev.: Fatih Özgüven, Yiğit Yavuz, Ayşe Nihal Akbulut
İletişim Yayınları

Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Turgenyev ve Gorki gibi Rus edebiyatının büyük isimlerini, en az onlar kadar büyük bir ismin, Nabokov’un okulda ders olarak anlattığını düşünün. Ne yalan söyleyeyim girmek için her şeyi yapabileceğim tek ders o olurdu! Nabokov’un kitabının adı ‘Rus Edebiyatı Dersleri’ olsa da kimsenin aklına tepemizde mırıl mırıl konuşan sıkıcı bir öğretmen olduğunu sanmasın kimse. Başta Rus edebiyatı olmak üzere, bütün dünya edebiyatına bir hizmette bulunuyor aslında. Üstelik ‘anıt’ denebilecek bir kitapla. Kitap Amerika’da verdiği Rus edebiyatı derslerinden oluşsa da aslında çok şey söylüyor Nabokov. Sansürden bahsediyor örneğin. Edebiyattan anlamayan ‘sersem’ sansürcü zihniyeti alaşağı ediyor. Devrim öncesi, devrim esnası ve devrimden sonraki Rus edebiyatının seyrini aktarıp iktidarın edebiyata nasıl müdahale ettiğini anlatıyor. Sonra birçoğumuzun okuduğu, birçoğumuzun okumuş gibi yaptığı, birçoğumuzun hâlâ okuyamadığı büyük ustaların neden ‘çok daha büyük’ olduklarını aktarıyor. Tolstoy hakkında şimdiye kadar yazılmış onlarca kitabı bir çırpıda alt edecek bir tespitle hem yazarı hem de yazarın ölümsüz eserlerini izah ediyor. Kimi roman kahramanlarının kıyafetlerini bile çiziyor Nabokov, öğrencilerine göstermek için. O çizimler de yer alıyor kitapta. Nabokov, ustaları hakkındaki fikirlerini paylaşıyor bizimle. Büyük kitaplara geri dönme zamanı.

Kitap
Ekmeğimiz
Predrag Matvejevic
Çev.: Meryem Mine Çilingiroğlu
YKY

Daha önce ‘Akdeniz’in Kitabı’ ve ‘Öteki Venedik’i okuduğumuz, ikisini de başucu kitabı yaptığımız Predrag Matvejevic’in bu kitabını her elinize aldığınızda üç kere öpüp başınıza koyacaksınız. Zira Matvejevic ‘Ekmeğimiz’ isimli büyüleyici kitabında ‘ekmek’ten bahsediyor! Çünkü bu memlekette, ekmek yere düştüğünde veya yerde görüldüğü takdirde, genç-yaşlı herkes tarafından üç kere öpülüp başa konduktan sonra ezilmeyeceği yükseklikte bir yere konur. Aç için de tok için de nimettir ekmek! Üstelik bunun İslam diniyle alakalı bir izahı da yoktur. Çünkü ‘Anadolu’da ve diğer bütün toplumlarda ekmek her zaman dini açıdan kutsal addedilmiştir. Hititlere kadar uzanan. İnanmayan, ekmek ile ilgili sözlerimizin ne kadar eskilere dayandığını bir araştırsın. Hemen sıralayalım Matvejevic’in neler yaptığını. Ekmeğin tarihini anlatırken, mitoloji, dünya tarihi, antik dönem imparatorlukları, destanlar, dinler tarihi, mağara dönemi, sanat tarihini dinliyoruz ondan. Matvejevic ‘Ekmeğimiz’ kitabında insanlık tarihini anlatıyor aslında. Ama özellikle harika bir etimoloji, ‘dil felsefesi’ kitabına, sanat ve dillerde gizli simgesel kullanımları izah eden başyapıta imza atıyor.

İlk kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen ekmeğin hikâyesine pagan toplumlarından başlayıp, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet hatta ilk tarih kayıtları ve mitolojik anlatılarda karşımıza çıkan ‘nimet’i anlatıyor. Nasıl İsa Mesih’in bedenine evrildiğini, hangi yollardan dünyaya dağılıp kimi yerlerde nasıl 72 çeşit olabildiğini, ekmek bulamıyorsa pasta yenmesi söylenenlerin dünyayı neden değiştirdiğini anlatıyor. Öyle bir etimolojik inceleme yapıyor ki birbirinden tamamen farklı birçok dildeki ortaklığını gösteriyor ekmeğin. Örneğin Mısır’da uzun süre ‘korunabilen’ ekmek yapımında kullanılan mısır ununun adı olan ‘botet’ kelimesinin Babilcedeki ‘bututu’yla aynı olduğunu, Sanskritçe ‘pâti’nin, Latince ‘pater’in ve ‘panis’in, daha sonra ‘pastör’, Hırvatça ‘Pastwa’nın, Rusça ‘pisce’nın nihayet ‘pita’ ve ‘pide’nin aynı kökten geldiğini anlatıyor. Tıpkı koruyucu baba/Tanrı anlamlarına da gelen ‘father’, ‘peder’le aynı kökten olduğu gibi... Sonra sanat tarihine ve savaş yıllarında ekmeğin nasıl kullanıldığını okuyoruz. Bir dönem ekmeği karneyle almış bir memleket olarak, ‘çile’ ekmeğinin hikâyesini görüyoruz. Savaş yıllarında, esarette bir dilim ekmek yiyemediği için ölenlerin olduğu bir aileden geldiğini söyleyen Predrag Matvejevic bir dilim ekmeğin bizi biz yapmasının romanını yazıyor.


Roman
Kutsal Mavi
Christopher Moore
Çev.: Esat Ören
Altın Kitaplar

Eğer bir okulda sanat tarihi dersi veriyor olsaydım, ilk derste bütün öğrencilerime önce ‘Kutsal Mavi’ romanını okumaları gerektiğini söylerdim. Çünkü bir rengin romanı ancak böyle yazılabilir. Christopher Moore’un, Van Gogh ve Toulouse-Lautrec üzerinden sanat tarihinin bu ‘en renkli’ dönemini ve dehalarını anlatıp, aynı zamanda bir rengin tarihini yazdığı ‘Kutsal Mavi’ romanı ihmal edilmemesi gereken romanlardan. Önce gerçek Kutsal Mavi’nin ne olduğunu anlatmalı: Tarihte bir dönem sanatçılar arasında ‘en doğru mavi’ olarak adlandırılan renk. Bu doğru rengin yapılması ise oldukça pahalıya mal oluyordu. Çünkü uzun yıllar boya, kimya deneylerine taş çıkarır bir üretim sürecinden geçerek hazırlanıyordu ve bunun için boya hazırlayanlar bulunuyordu. Bunu elde etmek için lapis lazuli taşına ihtiyaç vardı ve o da Afganistan’dan Avrupa’ya geliyordu. Haliyle ateş pahasıydı! Yani birçok tablo aslında -en azından maliyet olarak- çok değerliydi. Bu ‘en doğru mavi’ sadece lapis taşından elde edilebilen mükemmel bir lacivert renkti. Üzerinden yıllar geçse de solmayan bir mavi ışık huzmesi! En çok Meryem Ana’nın üzerindeki kıyafetlerde kullanılması (Venedik Okulu’nun da etkisiyle) onun Kutsal Mavi olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. İşte bu rengin ressamların hayatındaki önemine, ‘belki de’ Van Gogh’un ölümünün arkasındaki rolüne, bir o  kadar tarihine dair mükemmel bir roman.

Tarih
New York - Bir Kentin Tarihi
François Weil
Çev.: Neslişah Başaran
Kitap Yayınevi


Başrollerini Daniel Day-Lewis ve Leonardo DiCaprio’nun oynadığı New York Çeteleri (Gangs Of New York) filminin etkileyici sahnelerindendir. DiCaprio’nun Day-Lewis’le tanıştığı ilk sahnede, Lewis ismini sorar DiCaprio’nun. Cevap “Amsterdam” olur. Day-Lewis, yani filmdeki adıyla Bill ‘The Butcher’ Cutting, “New York’a hoş geldin” diyerek kendisinin New York olduğunu ifade eder! Gerçekten de insanı parçalarına ayıran bir şehirdir o sırada New York. François Weil’in ‘New York - Bir Kent Tarihi’ kitabı bu günümüz Babil’inin hikâyesini anlatıyor. I. Dünya Savaşı’nda rüştünü ispat eden, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ‘büyük birader’ görevini İngiltere’den devralan Amerika’yla beraber New York da dünyanın merkezi oluverir. Adeta vaat edilmiş topraklar gibidir. Onlarca dilin konuşulup, onlarca insanın yaşadığı hâlâ umutlar şehri. Işıklarından caz müziğine, sanatçılarından çetelerine, zenginlerinden hijyenine, şehirde yaşanan meşhur hadiselerden meydanlarına ve parklarına, kültür tarihindeki yerinden siyasi ve sosyal tarihteki yerine kadar köşe bucak New York tarihi. Filmle girdik konuya, filmle bitirelim. Giuseppe Tornatore’nin ‘1900 Efsanesi’ isimli filmde, Amerika’ya gelen göçmenler arasında karayı ilk görenin gözüne yansır Özgürlük Heykeli. Göçmen bağırır “Amerika!” New York aslında Amerika Birleşik Devletleri’nin de hikâyesini barındırıyor içinde. Weil onu da anlatıyor.

 

 

 

 

 

 

False