En Avrupalı en romantik Viking Kopenhag!
Soğuk ve sert görünüşüne aldanmayın. Kopenhag aşkın, romantizmin ve özgürlüğün kenti. Bir sevgili gibi...Bu kenti bir kez ziyaret ettiniz mi bilin ki oradan onu bir daha görmek üzere ayrılıyorsunuz
Kendisi de biliyor, o hem bir Viking güzeli hem de Avrupalı, bu yüzden biraz kibirli fakat o bile yakışıyor! Kopenhag, daha adım atar atmaz içinizi açan, ferah, en tembel gezgine bile uzun uzun yürümek hevesi veren geniş kaldırım ve tamamen araçsız yaya caddelerinde (Gåsegate) sere serpe dolaşılan, birbirine yanlışlıkla çarpanların özür dilediği, sokaklarında gülümsemenin yanlış anlaşılmadığı, havasında özgürlük elementi bulunan, insana insan değeri verildiğini hissettiren bir şehir.
Kopenhag’dasınız: Taksi, otobüs, metroyu unutun! Kopenhag; ya bisiklet ya yürüyüş ya da feribot demek. Bisiklet kiralayın, yürüyün, çimenlere yayılıp sokak müzisyenlerini dinleyin ve mutlaka tekne turu yapın. Yemyeşil bir şehirdesiniz; ağaçların, parkların, denizin (Baltık), hatta bir efsane olmadığına bizzat şahitlik edebileceğiniz gibi, önünde trafiğin onlar için durduğu ‘yavrularıyla caddeyi geçen kaz ailesi’nin dolaştığı bir başkenttesiniz.
Soğuk lezzet diyarı
Avrupa kıtasındasınız ama sonuçta hâlâ İskandinavya kültüründesiniz yani taze deniz ürünlerinden yapılmış ve bütçenizi sarsmayacak o muhteşem ‘yüzü açık sandviçlerden (open face sandwich) yiyeceksiniz. Adına İngilizce böyle diyorlar ama Dancası, ‘smørrebrød’ (smörbrö okunuyor) yani yağlı ekmek! Ben çok severim, çünkü İskandinav sandviçinin üstü açıktır ve böylece fazladan ekmek yemek zorunda kalmazsınız. Bir dilim ekmeğin üzerine konmuş füme somondan taze karidese, yumurtalı avokado ezmesinden haklı üne sahip müthiş kuzey peynirlerine kadar bu soğuk lezzetlerin tiryakisi olacaksınız. Tabii filtre kahve konusunda iddialı olan Danlar’ın kahveyle yedikleri dünyaca meşhur Danimarka pasta ve çöreklerinden (Danish pastry) bahsetmeme gerek yok, daha havalimanı veya tren istasyonundan şehre ayak bastığınızda tarçın kokusuyla büyüleneceksiniz.
Ben bir gezginim, gittiğim yerlerde halkın hayatını izler, daha çok sokak yemeklerini denerim. Kopenhag sokaklarında küçük arabalarda seyyar satıcılardan yiyecek alabilirsiniz, güvenilir ve temizdir, denedim. Ama bir yandan da tescilli(!) bir ‘şehir romantiği’yim ya, elbette sevdiğinizle, eğer sevgiliniz yoksa sakın dertlenmeyin; dostlarınızla veya kız kıza keyifli bir akşam yemeği için bazı ipuçlarım da mevcut. Gezginler, müzikli barların bir şehrin gece yüzü olduğunu düşünürler.
Kopenhag’da benim ilk tercihim The Standard. Adını Gershwin’in bestesinden alan The Standard, Nvhavn rıhtımındaki güzel manzarasından içindeki Almanak lokantasının sunduğu modern Dan mutfağına, binasının Art Deco mimarisinden canlı caz dinleyeceğiniz barlarına kadar ‘yaşanması iyi gelecek’ bir Kopenhag deneyimidir. Evet, sofistike, şık ve kültürlüdür ama buraya kadar gelmişken, İskandinavya’nın bu yüzünü de tanımayı ve böyle bir akşamı hak etmiyor musunuz? Ama eğer paranız yetmezse -ki, ben çoğunlukla sırt çantamla ve az parayla gezdiğim için bunu anlarım- o zaman The Standard’da bir bira ya da soda ile caz dinlemek de mümkün.
Aşk için ölmeli...
İskandinavlar romantik görünmekten çekinirler ama romantikdirler. Yoksa aşkı uğruna bir çift bacakla değiştirdiği sesini de tamamen kaybeden ‘Küçük Denizkızı’ nın (Den Lille Havfrue) sevdiği prens onu tanımayınca denize atlayıp, köpüğe dönüştüğü yere neden onun heykelini diksinler ki? 1913’te heykeltıraş Edvard Eriksen’in yaptığı ‘Küçük Denizkızı’ heykeli, biliyorsunuz hırsızların çok sevdiği bir eser! Kafası zaman zaman çalınan bu heykeli ziyaret etmeye eliniz mahkûm, çünkü o küçük heykel artık Kopenhag’ın dünyaca ünlü sembollerinden biri. Çocukluğunda peri masallarına inanmış bütün gezgin ve turistlere hüzünlü bir gülümsemeyle bakan Küçük Denizkızı masalının yazarı da aynı şehirde doğup büyümüş ünlü yazar Hans Christian Andersen’dir ve onun heykeli de meraklısını ziyarete beklemektedir. Masalların babası Andersen’le bir özçekiminiz, Instagram veya Twitter’a yakışır!
Fantaziyle karışık eğlence
Kopenhag’a gidip de Tivoli Bahçeleri’ni görmeden dönerseniz, olmaz! Çünkü şehrin ruhunu, fanteziyle eğlencenin karıştığı bu müthiş parkta solumak gerekir. 1843’ten beri her yıl yenilenen Tivoli Bahçeleri (8 hektarlık) isteyenin tek başına veya sevgilisiyle romantik, isteyenin de çoluk çocuğuyla eğlenceli zaman geçireceği tılsımlı bir parktır. Her yıl 5 milyon insanın gezdiği Tivoli bir sihirdir! Danlar’ın, yeşile, ağaca, tabiata, (400.000 çiçekli) toprağa duydukları saygı ve sevgi sizi kıskandıracak, benden söylemesi.
Kopenhag’ı gezmeye iki gün yetmez. Ama belki bir şehri ilk kez ziyaret etmenin en güzel yanı, oradan onu bir daha görmeye gelmek üzere ayrılmaktır. Tıpkı bir sevgili gibi. Çünkü hepsini insanların kurduğu her şehrin bir karakteri vardır ve bizler kendimize benzeyen şehirleri bu yüzden daha çok severiz. Kopenhag baharda ve yazın sevilesi bir şehir.
Kopenhag için son not: Bizim gibi Doğu Akdenizli bir kültürde yetişmiş insanlar, karanlık ile soğuk arasındaki farkı ancak kuzey ülkelerinde uzun zaman yaşayınca kavrayabiliyor. Bu yüzden, kuzey seyahatlerinizi yaza yakın baharda ve özellikle ‘Beyaz Geceler’ dönemine denk düşürün. Kopenhag gibi Kuzey şehirlerinde hayat akşam erkenden biter, dükkânlar ve lokantalar erken kapanır, şaşırmayın, tedarikli olun.