GeriSeyahat Ejderhanın denize indiği körfez
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Ejderhanın denize indiği körfez

Ejderhanın denize indiği körfez

Adı yıllarca karmaşa, acı, kıyım ve savaşla anıldı. Günümüzdeyse sakinliği ve ressamlara ilham veren doğal güzelliğiyle şaşırtıyor Vietnam. Bunun önemli bir parçası olan Ha Long Körfezi’yse, 450 kilometreye yayılan üç bin adası ve dev mağaralarıyla dikkat çekiyor. Seyahat’in 10’uncu yıl yarışmasında ikincilik ödülü alan okurumuz Şenay Lüle gitti, gördü, yazdı.

Vietnam! Savaşın simgesi olmuş uzaklardaki ülke. Radyodan savaş haberlerini pür dikkat dinleyen babamın takındığı yüz ifadesi. Hemen herkesin ağzında bir Vietnam Savaşı. Çocukluğumun çirkin rüyası. Televizyonun daha çok kullanılmaya başladığı yıllarda da en çok izlenen Amerikan filmleri... Her zaman Amerika’nın kutsandığı, olduğu gibi değil de olması gerektiği gibi işlenmiş filmler... Yine Vietnam Savaşı. Yıllar sonra Vietnam’a gideceğimi hiç tahmin etmiyordum doğrusu. Savaşın ülkesine gidiyordum ve onu çok merak ediyordum: Yakın tarihin, acının, direnişin ve dirilişin, konik şapkalıların ülkesinde kim bilir neler değişmişti? Veya neler değişmemişti?
Saatler süren yolculuktan sonra Hanoi’ye ulaşmanın heyecanı, bu güzel şehrin tarihiyle, müzeleriyle, doğal güzellikleriyle, pagodaları ve tapınaklarıyla artsa da; asıl heyecan Ha Long Körfezi’ne giderken başladı.

KÜREĞİN UCUNDAKİ SU ŞIPIRTISI

Ha Long Körfezi’ne varmadan önce uğranması gereken bir yer vardır listede: 10’uncu yüzyılda Vietnam’ın başkenti olan Hua Lu. 1478’de inşa edilen Bich Dong pagodalarının (Yeşil İnci Mağarası Tapınağı) dingin atmosferinde soluklanabilirsiniz. Ama daha sonra yapacağınız tekne yolculuğunun ömrünüze ömür katacağından kuşkunuz olmasın.
Pagoda ziyaretinden sonra Vietnam’ın en görülesi yerlerinden Ninh Binh kasabasında bizi kayıklar bekliyordu. Bindik saçtan yapılmış kayığa. Yemyeşil pirinç tarlalarının arasından kıvrılarak akan dereciğin üzerinde kayıyor, kayıyoruz... Müthiş bir sessizlik! Sessizliği bozan tek şey, küreğin ucundaki su şıpırtıları... Bir de kuş cıvıltıları. Acaba bir Monet tablosunun içinde küçüçük nokta mıydım, yoksa bir fırça darbesi mi? Bir tiyatro sahnesinin mi içindeydim? Derenin her kıvrımında farklı şekillere benzettiğim dimdik dağlar, ayna görevi yapan dingin derecikte çoğalan görüntüler, bulutlar ve dağlar... Bir de suyun yüzeyini kaplayan tabak gibi nilüfer yaprakları ve onların zarif pembe çiçekleri... Nasıl anlatılır bilmem ki?

/images/100/0x0/55eb1d61f018fbb8f8ac125e

RAMBO FİLMLERİ YALAN SÖYLEMİŞ

Sessizlikte ilerlerken birkaç gündür gezdiğim bu ülkenin sokak, tapınak ve insanlarını düşündüm. Evet! Vietnam, rengarenk ‘ao dai’lerin (Vietnam yerel giysisi), şarkı söyler gibi konuşan güleryüzlü narin insanların ülkesiydi. Yerden fışkıran dağların, rengarenk çiçeklerin, tropik bitkilerin gözalabildiğine uzandığı yeşillikler diyarıydı. Sazdan yapılmış konik şapkaların, pirinç tarlalarının, rızkını çamurdan ve balçıktan çıkaran çalışkan insanların yurduydu. Amerikan  filmlerindeki ‘Rambo’ düşmanı savaşçıların ülkesi değildi!...
Düşüncelerime, güneşi saklayan bulutlar ve çiseleyen yağmur nokta koydu. Bu nehir yolculuğu hiç bitmesin, bu gündüz düşü devam etsin, diye dualar etmeme rağmen zaman aktı gitti...
Yemyeşil tarlalarının arasından yılankavi bir nehir üzerinde, nilüfer çiçeklerinin arasından sadece sessizliğin sesini duyarak bir buçuk saat yolculuk yaptık. Kâh çiseleyen yağmur damlalarıyla ıslanmış kâh yüzünü gösteren güneşle ısınmış haldeyken, gökkuşağının dağlar arasındaki görüntüsüne şaşırdık. Aniden karşımızda beliriveren ‘Tam Coc’ mağaralarının sarkıt ve dikitleri arasında küçük bir el fenerinin yardımıyla dağı delen bu nehirde yolculuk yapmanın keyfini
sürdük.

Dalgalar heykeltraş gibi şekillendirdi

Ha Long Körfezi, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş bir doğa harikası. Denize saçılmış inci taneleri. Sanki bir baş yapıt. Bir cevher! Düşünüyorum da, denizden fışkıran bu binlerce kireçtaşı adaları nasıl oluşmuştu acaba? Üç bin adacıktan meydana gelen bu körfez, dağların hakimi ‘ejderha Tanrı’nın kuyruğunu yanlışlıkla dağa çarpması sonucu mu oluşmuştu? Yoksa 250 milyon yıl önce bu katmanların oluşumuna denizin hareketleri ve gelgitleri mi yardım etmişti? Sorunun cevabı ister mitolojik bir yanıt olsun isterse bilimsel bir çözüm, karşımda sanki bana başka bir dünyada olduğumu hissettiren bir manzara duruyordu. Ve bu bana yetiyordu.
Tonkin Körfezi’ndeki 450 kilometreye yayılan denizden 90 derecelik açıyla fışkıran bu adacıklara ulaşmak için teknemize binerken, hava perspektifiyle oluşmuş bir tabloyla karşılaştım. İşte yeşilin, mavinin, sarının, turuncunun muazzam uyumu! En canlı renklerden en pasteline kadar kademeli bir sıralama. Tablonon sağ alt köşesindeyse mütevazi, minicik bir imza: Doğa. Karşısında saygıyla eğildim. Bir ressam için en büyük hocanın doğa olduğunu burada bir kez daha kavradım.
Turuncu yelkenlerini körfezin rüzgarıyla şişiren teknemiz hareket etmeye başladığında ağzım kulaklarımda etrafımı seyrediyordum. Doğa, kendi sanat eserini yaratmıştı. Nihayet, bindiğimiz ‘junk’ (eski tip Çin teknesi) bu adaların birinde demirledi. Birçok basamakla yukarı çıkıp tekrar aşağıya indikten sonra yüzlerce kaya oluşumu, sarkıt ve dikitin bulunduğu dev bir mağarada buldum kendimi. Biraz daha devam etsem, dünyanın merkezine ulaşacakmışım gibi hissettim. Benim için soyut heykelleri andıran bu sarkıt ve dikitler galerisi, Budist Vietnamlıların da kâbesi kabul edilirmiş.Sürprizlerle dolu bu adaların kimi güzel plajlara sahip. Kimi en lezzetli yumuşakça ve balıkları çevresinde barındırıyor, kimisi de balıkçılıkla uğraşan yüzen köyün sakinlerini fırtına ve rüzgârlardan koruyup doğal liman vazifesi görüyordu. Dönüş yolculuğunda, kocaman bir tepsiyi andıran güneşi adaların arkasında batırırken, ülkemden binlerce kilometre uzaktaki bu yerleri görebildiğim için şükretmekten başka bir şey gelmiyordu elimden...

False