Ege’nin iki yakası: Ayvalık ve Midilli
Türkiye ve Yunanistan arasındaki sınır, Ayvalık ve Midilli’yi birbirinden ayıran boğaz boyunca zigzaklar halinde ilerliyor. Ama doğal yapı, yaşam tarzları ve mimari, karşılıklı derin bir sevginin yanı sıra yüzlerce yıla dayanan ortak bir tarihin ve geleneğin hikâyesini anlatıyor. Ayvalık ve Midilli'ye ister günü birlik turlarla gidin, ister Ege'nin şirin otellerinde konaklayın bu yazı Ayvalık ve Midilli geziniz için ilham olacak.
İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner, Ege’nin iki yakasındaki Ayvalık ve Midilli’yi Hürriyet Seyahat okurları için yazdı.
Kilisenin taş duvarları güneşte altın ışıklar saçıyor. Gölgeli bir sırakemerin altında, bir kapının aralığından ürkütücü bir müzik süzülüyor. İçerideyse, azizlerin resimleri büyük yarım kubbeden düşünceli bir ifadeyle aşağıyı izliyor.
İki kilometre ötede, havlu ve deniz malzemelerini taşıyan büyükanne ve babalarıyla birlikte, parke taşlı caddede gezinen çocuklu iki Türk ailesi, yerli zeytin ürünleri satan dükkânları incelemek için duraklıyor.
Aynı zamanda 16’ncı Yüzyıl’dan kalma Rum Ortodoks Kilisesi Taksiyarhis’e ev sahipliği yapan Türk tatil beldesi Ayvalık’a ve Türk turistlerin yerel ekonomiyi güçlendirdiği Yunan adası Lesbos, yani Türkçe adıyla Midilli’deki Molyvos beldesine hoş geldiniz.
BÜYÜLEYİCİ MÜZİK
Cem Tolunay, Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nde lisansüstü eğitimini yapan Mersinli bir müzik öğrencisi. Çaldığı müzik bir parça rahatsızlık verici olmakla birlikte tam anlamıyla büyüleyici: Türk besteci Mehmet Can Özer tarafından 2015’de yazılmış ‘Kontrbas Solo Çalışması’... Cem, gözalıcı bir restorasyondan geçen ve aslında kilise olan Ayvalık’taki Taksiyarhis Müzesi’nde vereceğe konsere hazırlanıyor.
Etrafta Rum stili taş evlerle dolu dar sokaklar oldukça hareketli limana uzanıyor. Çok sayıda satılık ya da restorasyon aşamasındaki ev ve bina ise Ayvalık’a gelişmekte olan bir yer görünümü veriyor.
Hemen yakındaki Alibey (yani Cunda) Adası, Ayvalık’ın en fazla ışık saçan mücevheri konumunda. Deniz kenarı, çoğunlukla Türk tatilcilerle dolup taşan restorantlar, cafeler ve dondurmacılarla süslenmiş bir keyif kordonu halinde uzanıyor. İskelede yer alan Teo’nun lokantasında çeşitli otlar zeytinyağıyla pişirilen ahtapotun ardından tatlı olarak limonlu ve şeftalili dondurma yiyebilir ya da yakındaki bir tatlıcıda geleneksel ’lokma’yı tadabilirsiniz.
AYVALIK CUNDA ADASI
Cunda Adası da kültürel miras açısından oldukça zengin. Sarı Taksiyarkhis Kilisesi, 1873’te , o zamanlar nüfusu 8-10 bin civarında olan Rum Ortodoks cemaati tarafından yaptırılmış. Şimdiyse aileler için bir çekim merkezi: 2014’te binanın restorasyonunu gerçekleştiren Rahmi M. Koç Müzesi’nde çocuklar için çok sayıda oyuncak barındıran bütün bir kat var. Diğer ziyaretçiler ise, buraya faytonlar, dalış takımları ve antika lokomotif modelleri için geliyor.
Tepenin biraz ilerisindeki Agios Yannis Kilisesi ve değirmen de Rahmi M. Koç Müzesi tarafından restore edilmiş. Kilise, değerli Sevim ve Necdet Kent kütüphanesine evsahipliği yapıyor: Vitraylı pencerelerden sızan güneşin parlak ışık havuzları oluşturduğu, insanı derin düşüncelere götüren huzurlu bir mekân. Kitaplıkların üst kısmındaki büyük tahta balık sürüsü, Hristiyanlık’ın ilk dönemlerindeki sembolizmi anımsatıyor.
Bu, çok güzel ve zamanın bulunmadığı bir yer. Necdet Kent, ileri yaşından dolayı görme yetisini kaybetmeye başlayınca şöyle demiş: “Göremediğime yanmıyorum da, okuyamadığıma çok yanıyorum.”
AYVALIK'TAN MİDİLLİ ADASINA FERİBOT YOLCULUĞU
Dışarıda, terasta yer alan kafe eşsiz bir manzara ve limonata sunuyor. Gözünüzün uzandığı her iki yönde de silüetleri harabe haline gelmiş kiliselerle bölünen ıssız adalar var. Ayvalık’tan Yunanistan’ın Midilli adasına kısa bir feribot yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. Adadaki Mytilini Limanı’nın girişi ise devasa bir taş kale ile kendini gösteriyor. Kalenin duvarları Bizans, Ceneviz ve Osmanlı izleri taşıyor.
Ayvalık gibi, Midilli de kadim bir yer. Homeros’un İlyada’sında Priamos Krallığı’nın bir parçası olarak bahsedilen bu ada, 1462’de Osmanlı’lar tarafından fethedilmeden önce Bizanslıların ve ardından da Cenevizlilerin yönetimindeymiş. 1912’de ise Yunanistan’ın bir parçası olmuş.
Midilli’nin doğası ve mimarisi Ayvalık ya da Cunda Adası’nınkileri andırıyor. Keçiler, zeytin ağaçları arasında otlanıyor. Taş evler, sokakta üçgen alınlıklar oluşturuyor. Sarmaşıkların kapladığı bir minare gövdesi, günümüzde kültür merkezi olarak kullanılan bir Osmanlı binasının yanında dikiliyor.
“TÜRKLER ÇOK TATLI İNSANLAR”
“1923’teki mübadele öncesinde Molyvos’un nüfusunun yüzde 30’u Müslümandı” diyor Molyvos’da doğup büyümüş olan Stratis Krallis ve ekliyor; “Yüzlerce yıl hiç sorunsuz yaşadık.” Midilli’nin kumsallarında ve restorantlarında, Flemenkçe, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca’nın yanı sıra Türkçe’yi de çok duyuyorum. Tablovari güzellikteki Petra tatil beldesindeki bir kafede garson bana büyük bir heyecanla adaya daha fazla Türk turist getirmesi beklenen ve planlama aşamasındaki yeni feribot seferinden bahsediyor.
Etkileşimi görmek hiç de zor değil. Midilli, Roma dönemi kalıntılarını, modern turistik tesislerle, bir tablo kadar güzel limanlarla ve her ne kadar pek çok açıdan Türkiye’ye benzese de hafiften farklı bir doğa içerisinde kristal berraklığındaki denizlerle birleştirmiş. Midilli’deki hediyelik eşya dükkânlarında, Osmanlı döneminde şu anda Türkiye olan topraklarda doğmuş Karagiozis, yani Türkçe adıyla Karagöz kuklaları satılıyor. Baklava, kahve, ahtapot ve zeytinyağı benzer görünebilir, ama aslında hiç de aynı değiller.
Bazı açılardan bakıldığında Yunanistan ve Türkiye sadece iki ülkeyi ayırmakla kalmayıp aynı zamanda Avrupa Birliği’nin sınırlarını da çizen bir sınırla ikiye bölünmüş. Diğer açılardansa sınırın iki tarafında yaşayan insanlar sanki hiç ayrılmamışlar gibi.
Molyvos’daki Nana Kralli, “Türkler çok tatlı insanlar” diyor. “Sıcakkanlılar ve çok da cana yakınlar. Umarım adamızı daha çok ziyaret ederler...”