Dünyanın merkezi: New York
Dünyanın merkezi olduğuna inandığım yerdeyim! New York'a geldim. Eğlenmeye, beslenmeye, iPhone gibi ayarlarımı yenileyip update olmaya, yeni sürümüme kavuşmaya...
Aslında ilgi çekmeye çalışan çocuklar gibi, ben de bir karaciğeri avuçlarımın arasına alıp öperken poz vermeyi düşündüm. Zira çinli akapunkturcum “anger liver”, yani öfkeli karaciğer sendromum olduğu teşhisini koydu. Daha iğneleri vücuduma batırırken, Dostoyevskyi'nin meşhur kitabı aklıma geldi. 'Yeraltından Notlar'ın ilk satırları; “Ben hasta bir adamım, ben öfkeli bir adamım ve ben çekici olmayan bir adamım. Sanırım karaciğerimde işler yolunda gitmiyor...” diye başlıyordu.
Midemin üzerinde duran uzun iğnelerle aynaya baktım. Ben 10 saatlik uçuşun ardından yorgun görünen bir kadındım, hiç çekici değildim. Ama bu gece sağlam bir uyku çekeceğim. Ayrıca hiç de öfkeli değilim çünkü dünyanın merkezi olduğuna inandığım yerdeyim! New York'a geldim. Eğlenmeye, beslenmeye, iPhone gibi ayarlarımı yenileyip update olmaya, yeni sürümüme kavuşmaya geldim.
DAHA AZ LAF, DAHA ÇOK GÜLÜMSEME
İçimdeki hareket, gençliğin ve canlılığın merkezi Meatpacking District'de kısa süreli kiraladığım evle başladı. Malum, şehrin merkezindeki Plaza Hotel ve çevresi aşırı turistik olup kalitesini yitirince New York'ta yaşayanlar oraları turistlere bıraktı. Bugünlerde New York'u, New York'lu gibi yaşamak için Meatpacking District'den başka bölgede kalamazsınız. 10014 posta kodu, emlakçıların en değer verdiği yenilikçi bölge...
Evlerde televizyon izleme devri tamamen bitmiş. Çoğu kişinin üye olduğu özel paketlerde kendi seçtikleri dizi, film ya da şov izleniyor o kadar. Siyaset ve haberle ilişkiler, özellikle bu bölgede kesilmiş. O yüzden sokakta sürekli gülümseyen, apartmanın asansöründe kendisini tanıtıp konuşan sevimli komşularla dolmuş etraf. Birbirine destek olan, birbirlerini yaşatan görünmez yeni bir sistem inşa etmişler. Ne ülke elden gidiyor, Benjamin Franklin'in kemikleri sızladı diye bağıranlar var, ne de yeni New York'u inşaa ettik diyen şişkin egolar... Sadece olduğu gibi kendi gündemlerine konsantre olan; bol konuşan değil, çok hareket eden ve gülümseyenler var.
SPOR AYAKKABILARINIZI GİYİN VE KÖPRÜYE ÇIKIN
Haliyle karaciğerim de çok mutlu. Niye olmasın ki! Öfke nasıl bulaşıcıysa mutluluk da öyle. Akapunktur iğnelerini batıran doktorum bile kısa zamanda toparlanan karaciğerime şaşırdı. "Artık kızgın değil, galiba barıştı seninle" diyor. "Onun kızgınlığı bana değil" diye anlatmaya çalışıyorum ama "Türkiye'ye gelsene bir gün" demekle yetiniyorum.
New York'taki endüsrtri devrimi doğal yöntemlerle Brooklyn’e kaymış. Yeni iş alanlarından tutun doğal tarım yapmaya çalışan birçok kişi işini gücünü bırakıp Brooklyn’de iş edinmeye başlamış. Devrim ve yenilik bu kez Brooklyn’den geliyor. Spor ayakkabılarınızı giyin ve meşhur Brooklyn Köprüsü'nü yürüyün. Bitirir bitirmez sola dönün. Biraz ilerideki yerleri gördüğünüzde size tanıdık gelecek. ‘Bir Zamanlar Amerika’ filminden bir sahneye girer gibi eski taşlı yolda tren raylarının izlerini göreceksiniz. Main Street ve çevresinde genişlemeye başlayan yerleşim, Manhattan’ın çoğu kalabalık yerinden daha güzel olmuş.
BURADA KÖTÜ HİSLER YOK
New York’ta yaşadığım dönemden tanıdığım kız arkadaşlarımın organizasyonları sayesinde Fashion Week'e hızlı bir giriş yaptık. Yeni tasarımcıların doğduğu, eski tasarımcıların yerini sağlamlaştırdığı ve elbette büyüklerin gövde gösterisi yaptığı şovlar, gündüz ve gecelere damgasını vurdu. Catwalk pahalıya patladığı için yeni tasarımcılar çareyi, güzel modelleri salonda belli bir açıda dikmekte bulmuş. Önlerinde durup kıyafetleri inceliyorsunuz, kumaşa dokunuyorsunuz. Kesinlikle memeleri hiç olmayan tahta gibi incececik kızlar da size bakıyor. Eğer dekolte giydiyseniz inceliğe karşı göğüslerinizi ortaya koyuyorsunuz. Ama bu rekabet sinir bozucu kıskançlığa değil, tatlı ve komik diyaloglara dönüşüyor. Karşılaştığım çoğu kişi hayatlarından kıskanmayı, kötü hisler beslemeyi çıkarmak için ellerinden geleni yapmış. Rahatılkla söyleyebilirim; New York Downtown bunu başarmış.
GÜZEL BİR TESADÜF
Fashion Week kapsamında yeni tasarımcıların arasından öne çıkan biriyle tanışıtm: Valentina Kova. 1979 St. Petersburg doğumlu. Babası üniversitede nükleer fizikçi, annesi ise mühendismiş. Sovyetler yıkıldığında, iyi eğitimli kişiler için işler zorlaşmış. Okumayan kesim işadamı olarak ortaya çıkınca ülkedeki zenginlik ve sınıf anlayışı altüst olmuş. Babası yırtıcı iş dünyasının adamı değilmiş; görevi annesi üstlenmiş ve modacı olmuş. Türkiye'den deri ceketler getirtip, St. Petersburg'da satmaya başlamış. 16 yaşında annesi iyi para kazanmaya başladığında ise mafyanın saldırısına uğramışlar. Kadını önce tehdit edip para istemişler. Annesi haraç vermeye yanaşmayınca, mafya bir gece aniden evlerine baskın düzenlemiş. Babasını sandalyeye bağlayıp annesini Valentina'nın gözleri önünde bıçaklamışlar. Her şeyi gördüğünü söyleyen Valentina, “Hayatım o gece değişti” diyor. Ailesi onu "Burada daha fazla yaşayamazsın" diyerek üniversite için tek başına Washington'a yollamış. Önce ekonomi okumasını tembihlemişler. Valentina'nın modaya olan ilgisine babası “Nükleer fizikçinin kızı modacı mı olacak!” diye çıkışmış. Babasının isteğini gerçekleştirmiş ancak aynı zamanda, iyi modacıları da mezun eden Parsons'a girmiş. Sanat bölümünün en iyi öğrencisi olarak tamamladığı okulda bir süre ders vermiş. Diğer zamanlarda da Goldman Sachs'da çalışmış. Fakat hayallerine giden yola belki de darbelerle ulaşan Valentina'nın annesi, kendisini New York'ta ziyarete geldiği gün anevrizma geçirmiş. Saatler süren ameliyatın ardından kurtulmayı başarmış ancak bu olay babasının ve annesinin New York’a taşımasına sebep olmuş. İkinci şokunu ise doktorun bu hastalığın genetik olabileceğini söylemesinin ardından yaptırdığı beyin kontrolünde yaşamış. Küçük sohbeti onun cümleleriyle paylaşmak istiyorum.
LADY GAGA ONUN TASARIMLARINI GİYİYOR
Belirti, baş ağrısı gibi şeyler fark etmedin mi?
Hayır. Hiçbir şey hissettmedim. Belirtisi yokmuş zaten. Annem ziyarete geldiğinde ortaya çıkmasa, belki de haberim olmadığı bir gün aniden hayatımı kaybetmiş olacaktım. Kontrollerden sonra ameliyata alındım.
Bunlar benim başıma niye geliyor diye günlerce oturup ağlayacak bir kıza benzemiyorsun. Ne hissettin?
Hayatımın kısa olabileceği kafama sanki o günlerde dank etti. Bugüne kadar yaptığım her şeyi elimin bir kenarıyla ittim. Hayalim modacı olmaktı. Evde kendi apartmanımda başladım.
Zaten Parsons gibi süper bir okuldan mezun olmuşsun, daha önce niye başlamadın?
İnsan korkuyor. Yani çalışıp para kazanma kaygısı, istediğin işi yapmaya engel oluyor. Aslında korkularının işçisi oluyorsun. Ama şimdi öyle değil. Ölümü görünce başka oluyor. Ben inançlı biri değilim ruhsal diyebilirsin ama ölebileceğin gerçeğiyle yüz yüze bakmak bütün inançları falan yıkıp geçiyor. Sanki başka bir boyuttan kendi hayatını nasıl mahvettiğini görüyorsun. Sonra o korku denen şey gidiyor içinden.
Ya istediğin gibi olmazsa?
Şu an yaptığıma yüzde 100 adanmış durumdayım. B planım yok. Bu olmazsa en fazla gidip sörfçü olabilirim. Ondan da zevk alırım. Ama işimi çok seviyorum. Çok sevdiğim bir şeyin beni sevmemesi mümkün değil gibi geliyor.
Koleksiyonunu tanıtmak için verdiğin parti çok konuşuldu, kayda değer övgüler aldın. Henüz çok tanınan bir isim değisin ama geldiğin nokta her tasarımcıya nasip olmuyor. Nasıl başladı çabaların?
Benim hikayem her kadının olabileceği bir yer. Elbette heyecan duyan ve rüyalarını takip eden kadınlardan bahsediyorum. Hayatın anlamını erkeklerde veya kocalarında bulmaya çalışan kadınlar için bu çok zorlu bir yol. Yani hayatın anlamını bir erkekte bulmak yerine kendinde arayan kadınların başarı için çok fazla gücü var. Ben sürekli reddedilerek başladım. Her dergiye, gazetelere her yere koleksiyonlarımı gönderiyordum. Çok fazla reddedildim. Hiç yılmadım. Çünkü o emaillere hiç cevap gelmezken bir süre sonra bir, sonra iki derken zamanla çoğuna yanıt almaya başladım. Sanırım hayat, kararlığını acıyla test etmekten gizli bir zevk duyuyor.
Kıyafetlerini kimler giyiyor?
Julianne Moore, Glenn Close, Lady Gaga ve bir çok ünlü var ama asıl önemlisi kendi ayakları üzerinde duran seksi kadınlar giyiyor.
HARLEM'E ŞIKIR ŞIKIR GİTMEYİN
Valentina'yla tanışmış olmaktan mutlu oluyorum. Heyecanına herkesi ortak ediyor. Tasarımlarına özellikle hayata karşı tavır alan kadınların daha fazla ilgi duyacağına eminim. Bugünün ruhsal devrimini ve kendi kadınının ruh halini kıyafetlerinde buluşturmaktan yana.
New York'un son iki gecesi tam da böyle geçiyor. Kendi ayakları üzerinde duran 6 seksi kadın olarak Meetpacking Dicstrict'deki Small's isimli Jazz Bar'a gidiyoruz. Jazz sevenleri mest edecek kadar güzel. İçerisi gayet salaş. İliştiğiniz bir yerde içkinizle müziğin keyfini çıkartacak kadar spontan bir mekan. Ve etrafınızla konuşabileceğiniz kadar da sıcak bir ortam var. Olur da yolunuz düşerse tek başınıza da gitmekten çekinmeyin.
New York'ta kaldığım son gece ise aynı 6 kız (üç Rus, bir Ukraynalı, bir Amerikalı ve bir Türk) trene atlayıp Harlem'e doğru yola koyulduk. Gittiğimiz yerin, 1960'ların filmlerinde gördüğünüz o meşhur jazz kulüplerinden farkı yok. Müthiş bir atmosfer. Kulübün adı “Red Rooster Harlem”. Bizim gittiğimiz gece Nicole Henry’nin performansı vardı. Smoth jazz diyebiliriz ama şahane sesinin yanı sıra, müthiş fiziğiyle de sahnede parlıyordu. 6 kız sabahtan akşama kadar spor salonunda çalışsak onun gibi şahane bir popoya sahip olamayacağımıza karar verdik. Allah vergisi demek içimizi ayrı bir rahatlattı.
Yalnız Harlem'e fazla şık gitmenizi tavsiye etmem. Salaş kesinlikle gitmeyin ama malum yabancı bir bölgeye gelmiş gibi karşılanıyorsunuz. En azından Harlem'in lokalleri, henüz sevgi dolu bakışlarını yöneltmiyor. Onların bölgesindesiniz. Haliyle aşırı dikkat çekmeniz kavgaya sebep olabilir. Bunu çok ciddi söylüyorum. Ama tüm bunlara gülümseyip harika bir performansın tadını çıkarabilirsiniz.