Dünyanın en güzel yolunu nasıl iki kez geçtim?
Geçen hafta klasik bir Romanya rotası yazdım. Transilvanya ve şatolarını gezmek müthiş bir deneyim, etkileyici bir coğrafya. Ancak beni bu ülkede şatolardan çok heyecanlandıran bir şey daha var: Alpler’in doğu ucu, Karpat Dağları’nın Fagaraş bölümü ve içinden geçen Transfagaraşan Yolu! Ünlü İngiliz otomobil programı ‘Top Gear’a göre dünyanın en etkileyici ve en güzel rotası. Yolun peşinde yaşadıklarım yoldan da maceralı oldu.
Hayatımın en güzel sonbahar rotası için Romanya’yı geziyorum. Şato ardına şato derken artık sabrımın son demlerindeyim ve “Transfagaraşannn” diye sayıklıyorum. Romanya’da bu kadar dolanmamın ve en çok görmek istediğim yere varmamın uzadıkça uzamasının sebebi bu yolla ilgili yanlış bilgiler... Çoğu blogger, Instagram gezgini bilerek ya da bilmeyerek yanlış veya eksik bilgi veriyor. Bunu birden fazla kez deneyimledim. Bu yola çıkarken de gezginlerin önerilerini okudum, hepsi “Transfagaraşan’ın kuzeyden güneye geçilmesi gerekiyor” diyordu. Uzun bir Romanya rotası sonrası Fagaraş Dağları’na doğru tırmanmaya başladığımda muhteşem sonbahar manzaraları selamlıyor beni.
Gözümün gördüğünü size aktarabilecek bir kamera henüz icat olmadı. Kızıl, sarı, yeşile bürünmüş dağlar, bu dağların içinde döne döne ilerleyen bol virajlı yollar, bu yollardaki hayatımda içtiğim en güzel suların aktığı çeşmeler... ‘Bahar, yine düştün bir masalın içine!’ diye konuşuyorum kendimle... “Masallar mutlu sonla biter albayım” diyen Oğuz Atay’a derin bir minnetle sürüyorum hayallerime doğru. Oldukça sıcak bir sonbahar günü çıkıyoruz yola ve tişörtleyiz. Güneşten dolayı arabanın içi de sıcacık. Virajlı yolların başladığını görünce atıyoruz kendimizi aşağı; buz gibi rüzgâr tokat misali çarpıyor yüzümüze. İşte bunu hiç beklemiyoruz. Bir hayli yüksek irtifaya çıkmış olmalıyız ki hava güneşe rağmen buz kesmiş. Arabaya dönüp bulduğum ne varsa giyiyorum. Her şey var ama eldiven almamışız. Parmaklarımız donmak üzere...
Balea Gölü ve etrafı trekking bölgesi. Hafta sonu gittiğimiz için çok kalabalık. Hava soğuk ama yürüyüşe engel değil. Karşımızdaki karlı dağların aksi göle düşüyor.
Hep ileri ama nereye?
Akşamüzeri oldu; karanlığa kalmamak için hızlı davranmaya çalışıyorum. Her virajda durup durup fotoğraf çekmekten de kendimi alamıyorum. Navigasyon ileri, hep ileri diyor. Oldukça kalabalık bir yere varıyoruz. Yer gök, araba ve insan dolu. Hiç sevmem kalabalığı. Hele ki dağ başında. Biraz ilerleyince bir şelaleye varıyoruz. Burada dağ, göl, şelale ne ararsan var. Öyle bir hızlı geçip inişe başlamışım ki navigasyon yolu bitiriveriyor. Meğer çıktığımız yolmuş Transfagaraşan! Tüm tur otobüsleri yukarıdan aşağıya iniyordu biz tırmanırken; anlamamıştım nedenini. Biz aşağıdan yukarı çıkmışız. Böyle yolları yukarıdan aşağı inmek daha keyifli. Manzara hep önünüzde oluyor çünkü. Kim uydurmuş bu kuzeyden güneye inme işini? Hava kararmadan gitmeye o kadar odaklanmışım ki Balea Gölü’nü bile geçip gitmişim. Madem öyle, hava kararmadan bir kamp alanı bulup yarın yine aynı yolu geçmemiz farz oluyor. Daha önce rotadan çıkardığım Poneari Kalesi’ne doğru sürüyorum. Dracula’nın asıl kalesi de burası. Çarpıcı manzaralar dağın bu tarafındaymış meğer. Kale 50 kilometre ötede gözüküyordu ama öyle virajlı ve bozuk bir yol ki git git bitmiyor. Kanyonlarda araba sürüyorum; dağların içindeki tünellerden geçiyorum. Bir kamp alanı bulduğumuzda artık hava kararmaya başlıyor. Yine soğuk ve ıslak bir gece bizi bekliyor. Tüm Romanya’yı neredeyse kamp yaparak geçtim. Artık profesyonelim böyle kamp gecelerinde. Hemen kat kat giyiniyoruz. Sandalyeleri açıyor, yemek faslına başlıyoruz. Bir yanda şipşak çadır açılıyor. Şipşak yemek pişiyor. Yerken çay demleniyor. En güzel kısmı bu. Mis gibi çay içilirken günün kritiği yapılıyor. Kaz tüyü uyku tulumunda uykuya çekiliyoruz...
Yiyeceklerimizi yoldan alıp kampta yedik
Bulutların üzerindeyiz
Sabah erkenden Poneari Kalesi’ni görmek için uyanıyoruz. Navigasyon bir aşağı, bir yukarı dolandırıp duruyor. Kafamızı kaldırsak aslında görecekmişiz, dağın tepesinde duruyormuş. 1.480 merdivenle çıkıldığını ve tadilatta olduğunu görünce uzaktan seyredip kendimizi muhteşem sonbahar manzaralarının içinde kıvrılan yola bırakıyoruz. Kim ne derse desin Transfagaraşan yolunu geçmek için güneyden kuzeye olan yolu tercih edin. Yukarılara çıktıkça hiç beklenmedik bir şey oluyor ve sisler içinde kalıyoruz. Ağlayacağım! Korku dizisi ‘Sırlar Odası’ gibi bir atmosfere dalıp bir yanımda uçurumlar varken bir gün önce hızlıca geçtiğim yerleri doya doya göremeyecek olma ihtimalim içimi daraltıyor. Kimin ahını aldık biz! 884 metre uzunluğundaki Balea Tüneli’nden bir kez daha geçip 2.042 metre yükseklikte bulutların üzerine çıkıyoruz. Sisler dağılıyor bir anda. Balea Gölü bir gün önce geçtiğimiz o kalabalık alandaymış meğer. Hava sıcaklığı 2 derecelere kadar düşüyor yine. Karşımdaki karlı dağların aksi göle düşüyor. Masal gibi, rüya gibi bir şey. Arabada ne varsa üstüme giyip göle doğru koşuyorum, sonra tepelere tırmanıyorum. Sonra her tarafı sis basıyor yine. Dağlar böyledir ya zaten; anlık değişir her şey.
Teleferik de çıkıyor
Buraya teleferikle de ulaşılıyor. Dışarısı çok soğuk olunca teleferik binasına giriyorum; sıcacık... Gölün etrafı trekking bölgesi ve insanlar dağı taşı doldurmuş. Onları ve manzarayı izliyorum çıkıp çıkıp. Saatlerce sisin kalkmasını bekliyoruz ama açılmıyor. En sonunda gitmeye karar veriyoruz ve yola indiğim an sis dağılıyor. Şaka gibi; hemen otomobil için uygun ilk park cebine nasıl kendimi attıysam... Kameralar çıkıyor, burada içmek için çayımı doldurduğum termosumu ve ince belli bardağımı kapıyorum ve bir taşa çöküp dağın soğuk temiz havasını ve yolların muhteşem manzarasını seyrediyorum... Tekrar sis basması ihtimaline karşı bir ‘Şarlo’ filminin içindeki gibi hızlıyız. Çay mühim. İnce belli bardak mühim. Orada içilmesi daha da mühim. Yanlış bilgi sebebiyle bir değil, iki defa geçmek nasip oldu. Artık mutluyuz, yeni rotalara devam! O muhteşem yollardan kıvrıla kıvrıla otomobil sürmeyi başarmanın verdiği hazla en yakın şehir Sibiu’ya varıyoruz. Bir saat bile sürmüyor gezmesi. Bu gece artık sıcak bir yatağı ve duşu hak ettik. Merkezdeki hostelde uykuya dalarken bir hayalimin daha üstünü çizmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bu seferki yol arkadaşımı bir Facebook sayfasında açtığım ilanla buldum. Şansıma iyi bir takım arkadaşı çıktı. Tuna Nehri boyunca yakıcı güneş altında ilerlerken yaşadığım muhteşem anlara, manzaralara, şatolara, vampirlere, dağlara, göllere, şelalelere, attığım sayısız kampa, gece soğuğa, gündüz sıcağa, tüm yorgunluğuma, neşeme bir selam gönderiyorum; teşekkürler...
Bu yol neden bu kadar özel?
1968’de Varşova Paktı üyeleri Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Polonya ve Macaristan’ın Çekoslovakya’yı işgal etmesinden tedirgin olan dönemin Romanya Başkanı Çavuşesku, ülkenin kuzeyi ve güneyi arasında ordunun hızlıca malzeme ikmali yapması için bu yolu açtırıyor. Tam 6 milyon dinamit patlatılıyor. Bu olayda 38 insan hayatını kaybediyor. 4.5 yılda bitiriliyor ama asfaltlanması bir 4 yıl daha sürüyor. Toplam 91 kilometre ve en yüksek noktası 2.145 metre. Fagaraş Dağları’ndaki bu virajlı yol artık turistlerin gözdesi. Eğer arabayla gidemiyorsanız Bükreş’ten turlara katılabilirsiniz. Yol yüksek irtifa sebebiyle ekim-haziran arası kardan dolayı kapanıyormuş. Ağustos’ta bile kar yağıp kapandığı olabiliyormuş.