Dünya mirası korku tüneli
Bizans Surları, İstanbul’u 1985’te Dünya Kültür Mirası Listesi’ne sokan en önemli kültür varlıklarından. ABD’li Sarai Sierra’nın cesedi bulunduktan sonra surları Yedikule’den Sarayburnu’na kadar dolaştık. Çok korktuk, çok ürperdik.
Sarai Sierra cinayeti, gözleri İstanbul’un Tarihi yarımadasında yer alan, Bizans döneminden kalma 1600 yıllık surlara çevirdi. Onlarca başbakan, bakan, belediye başkanı, emniyet müdürü, milyonlarca da turist gelip geçti. Ama surlar her zaman tekinsiz adamların cirit attığı, yuvalandığı adres oldu. Üstelik bu surlar gözlerden ırak, kenarda kalmış yerler de değil. Topkapı Sarayı’nın altından başlıyor, Marmara Denizi’ne paralel giderek Yedikule, Topkapı ve Ayvansaray’dan Haliç’e uzanıyor. 22 kilometre uzunluğundaki surların Marmara kıyısındaki Sarayburnu-Yedikule arasında kalan dokuz kilometrelik bölümünü adım adım dolaştık. Rotamız, ABD’li turist Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu Sarayburnu-Cankurtaran arasındaki surları da kapsadı. Surların birkaç metre ötesinde kalan sahil yolu ve demiryolu sakin... Ama ortasındaki surlar, güvensiz ve tehlikeli bir hat. Mağaralaşmış oyukları, nişleri, bilinmeze açılan karanlık dehlizleriyle tüylerimizi ürpertiyor.
Surların üst tarafında, İstanbul Emniyeti’nin Olay Yeri İnceleme Ekibi’nden polisler kaynıyor. Aşağıda ise evsizlerin yuvaları… Sönmüş ocaklar, isli duvarlar, yorgan, döşek, battaniye, giysiler, yiyecek kırıntıları ve en çok da madde bağımlılarının kullandığı ucu yanık hortumlar… Mezbelelerdeki kötü manzara kadar koku da dayanılmaz.
Bir delikten aşağı atlıyoruz. Görkemli sütun ve duvarları, zemindeki döşeme taşlarıyla yaşayan bir çöplük! Köşeyi döndüğümüzde, birbiri ardına flaşlarla aydınlatamadığımız bir zifiri karanlığa adım atıyoruz. Dış dünyayla bağlantımız kesiliyor. Dışarıdaki ayaza inat içerisi sıcacık. Nefesim kesiliyor. Bağırmak istiyorum. Hemen çıkıyoruz. Bir başka oyuktan içeri girdiğimizde karşı duvarın arkaya açıldığını görüyoruz. Taşlar, sık kullanıldığından cilalanmış gibi parlıyor. Belli ki geçiş yolu. Tırmanınca kendimizi demiryolunun kıyısında buluyoruz. Sur boyunca sıralanmış tinerci evleri, az önce terk edilmiş gibi. Kırmızı gül yapraklarını takip ediyoruz. Yerde bir yatak, yanı başında piller, bir çift ayakkabı. Bitişiğindeki oyukta tuvalet teşkilatı bile var! Sonra ölümün ağzından içeri bakar gibi boğum boğum bir dehlizle karşılaşıyoruz. O kadar korkuyoruz ki kendimizi sahil yoluna zor atıyoruz.
PİYANGO TALİHLİSİ EVSİZ
Cankurtaran’a doğru ilerliyoruz. Harabeye dönüşen Bizans Bukoleon Sarayı’nın mermer pervazlı penceresinde bir kurt köpeği bize hırlıyor. Yanı başındaki bir mağaradan duman tütüyor. İçeriden bir adam çıkıyor: “Ermeniyim. Adım Cirair” diyor. İçeri buyur ediyor. İki battaniyeyi kapı niyetine gerdiği girinti, yatak odası. Duvardaki poşetler, kuru ekmeklerle dolu. Mağaranın içindeki dumanda nefes almak imkânsız. Cirair Cingöz “Milli Piyango’nun 1996 talihlisiyim. Dörtte bir biletime 15 milyar çıktı. Amcam beni dolandırdı, paraları elimden aldı. 15 yıldır burada yaşıyorum” diyor.
Tekin Kardeşler:Buralar tekin değildir
Bir bankta akşam piknikçileri, çilingir sofrası kurulmuş. Pilaki, tavuk ve rakı. Gökhan ve Hakan Tekin kardeşler, “Biz, soyadımız gibi tekin insanlarız ama buralar tekin değildir. Babamızın anlattıkları masal gibi. Bizim semtten Sarayburnu’na kravatlı, şapkalı beylerle şık hanımlar gezintiye çıkarmış. 2008’den itibaren insanlar bozuldu. Sur boyunda silahlı, bıçaklı, gaspçı tipler dolaşıyor. Birkaç yıl önce yaşlı bir amcayı soyup, öldü diye bıraktılar. İşten dönen kadınlar hava kararınca koşar adım evlerine gidiyor. Çünkü her an karşılarına gaspçı, tinerci çıkabilir. Yine Yedikule nispeten iyi. Yenikapı-Sarayburnu arası korku romanı gibi.”
Liseli kızlar tedirgin
Yedikule’ye doğru, surların önündeki parkta öğrenciler oturuyor. Yedikule Lisesi 2’nci sınıftan İlayda ve Elif, “Surların yakınından bile geçmiyoruz. Tinerci ve baliciler gece gündüz buradalar. Daha çok hava kararınca ortaya çıkıyorlar” diyor.