Son Güncelleme:
Dere tepe Toscana
İtalya yolculuğumda Floransa'dan sonra önce Pisa'ya gittim. Daha sonra ara yollardan düş gibi manzaraları seyrede seyrede, hayaller kura kura dünyanın en güzel kentlerinden biri olan Siena'ya geçtim. Kenti görünce, bu kadar hızlı seyahat etmek zorunda kaldığım için kendime lanetler okudum.Fransa'nın yetiştirdiği ünlü edebiyatçı Charles Baudelaire, yaşamı boyunca hep bir yerlere gitmek istedi. Onda önüne geçilemez bir uzaklaşma tutkusu vardı. Bu tutkusunu şöyle dillendirirdi: ‘Neresi olursa olsun!.. Yeter ki bu dünyanın dışında bir yer olsun!..’ Baudelaire göre seyahat edenler birer ‘şair’ di ve soylu bir arayış içindeydiler. Onlar evlerinin dar sınırları ile yetinmiyor, başka diyarların sınırlarını keşfetmek istiyor, duyguları bir umuda oradan umutsuzluğa, bir çocuksu idealizme oradan da şüpheciliğe gidip geliyordu.Ünlü şair Baudelaire'in şiirlerini de çok severim ama, ona olan hayranlığımın temelinde, her fırsatta alıp başını gitme özelliği yatar. Paris'teki atmosferden ne zaman sıkılsa, dünya gözüne ‘tek düze ve küçük’ görünmeye başlasa, çantasını kaptığı gibi yollara düşer, yaşadığı mekánı ‘terk etmek adına terk eder.’Baudelaire hareket etme tutkusunu şu benzetmeyle anlatır: ‘Şu anda bulunmadığım bir yerde bulunursam daha iyi olacağım yanılsamasını yaşamışımdır hep; bu hareket etme tutkusunu sonsuza dek ruhumda taşıyacağım...’ Ben Baudelaire'in seyahat etme, yer değiştirme tutkusunu, mekánlar arasında mekik dokurken yaptığım okumalar sırasında öğrendim. Onu tanıdıkça, ‘yer değiştirme, sabırsızlık, terk etme’ konularında onunla aynı duyguları paylaştığımı gördüm. ‘Kaçış nedenleri’min çoğunun yanıtını, onun yaşam öyküsünde buldum. Onun rıhtımlara, limanlara, tren istasyonlarına, trenlere, gemilere ve otel odalarına tıpkı benim gibi büyük bir ilgi duyduğunu, bu mekánlarda kendini evindeymiş gibi rahat hissettiğini öğrenmek bana huzur verdi.LEONARDO'NUN KÖYÜNDEFloransa'dan girdiğim otoyolda, Baudelaire'in eşliğinde ilerliyordum... Ünlü şair düşüncelerime oturup, yol yalnızlığıma omuz veriyordu. Gözlerim yol tabelalarındaydı. Sapağı kaçırıp kaybolmak istemiyordum. Yol tabelaları seyahat ettiğimin en güvenilir belgeleriydi. Hiç görmediğim, bilmediğim yazılara bakıp başka yerlerde olduğumun farkına varıyordum. Veya bildiğim kentlerin adını görünce, bir takım düşlere dalıyordum. Önüme çıkan ilk tabelada Bologno, Livarno ve Cenova yazıyordu. Cenova adını okuyunca, yıllar öncesine gittim. Cenova limanındaki sarhoş olduğum küçük meyhaneyi anımsadım.Pisa'ya, ünlü eğik kuleyi görmeye gidiyordum ama, önce Leonardo da Vinci'nin doğduğu Vinci köyüne uğrayacaktım. Empoli'den otoyolu terk edip, okları takip etmeye başladım. Kışın ortası olmasına rağmen etraf yeşermişti. Baharda buraların rengarenk bir tabloya dönüşeceğini düşündüm. Vinci köyü bir tepenin üstünde, bağların ortasında kurulmuştu. Leonardo, 15 Nisan 1452 yılında köyün iki kilometre uzağındaki Anchiano'da, küçük bir evde doğmuştu. Okları izleyip evi buldum. Yeşilliklerin (yazın gelincik tarlasının) ortasındaki ev, taş duvarları ve birkaç küçük penceresi ile evden çok bir depoyu andırıyordu.Aslında Vinci Köyü'nün, ünlü sanatçının gelişiminde pek rolü olmamıştı. Burada doğmuş, 16 yaşına kadar burada büyümüş, okula gitmişti. 1468 yılında ise Floransa'ya taşınıp, yaratıcılığın basamaklarından zirveye doğru tırmanmaya başlamıştı. Yine de bir dünya dahisinin doğduğu evi görmek, onun koşuşturduğu tepelere bakmak beni heyecanlandırmıştı.MÜZEDEKİ MUCİZELERDaha sonra köyün merkezinde, Xııı yüzyıldan kalma bir şatoda kurulan ‘Leonardo Müzesi’ni gezdim. Bu müzede Leonardo'nun buluşlarının maketleri sergileniyordu. Maketler sanatçının defterindeki çizimlerden yola çıkılarak yapılmıştı. Neler yoktu ki: Su üstünde yürümek için kayaklar, uçmak için kanatlar, makineli tüfekler, kaldıraçlar, dokuma tezgahları, dalgıç giysileri, zırhlı bir tank... Hele bir bisiklet maketi vardı ki, karşısından uzun süre ayrılamadım. Leonardo bundan yaklaşık 500 yıl önce, bugünkü bisikletin aynısını tasarlamıştı. Bütün maketler çalışır durumdaydı. Müzeden ayrılırken, çıkıştaki odanın şöminesinin kararmış duvarına kazınmış, kaligrafisi bozuk bir yazı dikkatimi çekti: ‘Türk Rahmi’... Rahmi, gelmiş, görmüş, giderken de imzasını atmayı ihmal etmemişti. Arabaya binerken, Leonardo'nun insan kılığına bürünmüş bir tanrı olduğuna karar verdim.Pisa kentine geldiğimde vakit öğleye yaklaşmıştı. Hava güneşliydi ve ısıtıyordu. Floransa'da iliklerimi donduran soğuk, burada insafa gelmişti. Arabayı park edip, köşeyi dönünce, ünlü eğri kule ‘Torre Pendente’ ile karşı karşıya geldim. Kentin kıyısındaki ‘Campo Dei Miracoli-Mucizeler Bölgesi’ denen yeşil alanda yükselen eğik kule beni hiç şaşırtmadı. Çünkü yıllardan beri onu fotoğraflarda görüyor, macerasını (veya reklamını) yakından takip ediyordum.EĞER KULE EĞİLMESEYDİMeydanda Duomo, Vaftizhane ve Campo Santo mezarlığı ile birlikte duran eğik kule, turistlerin ilgi kaynağı idi. Aralarında Türklerin de bulunduğu ziyaretçiler, kulenin çevresinde poz vermek için birbirleriyle adeta yarışıyorlardı. Özellikle de parkın bir noktasında, fotoğraf çektirme kuyruğu oluşmuştu. Çünkü bu noktadaki açıdan ellerini kaldırarak poz verenler, yıkılan kuleyi tutuyormuş izlenimini veriyorlardı.Meydanı bir aşağı bir yukarı dolaşıp, fotoğraf için en güzel açıları aradım. Duomo'nun kubbesindeki freskleri, zemindeki mermer süslemeleri, vaiz kürsüsünün oyma desteklerini, vaftizhanede mermer vaiz kürsüsündeki kabartmaları seyrettim. Eğik kuleye ise tırmanmaya cesaret edemedim. Meydana bakan bir kahvede espressomu yudumlarken (zaten bir yudumdu), kulenin kent için ne kadar büyük bir şans olduğunu düşündüm. Yaklaşık 700 yıldan beri, ha yıkıldı ha yıkılacak diye gündeme gelen kule sayesinde Pisa kenti turist akınına uğruyordu. Örneğin ben bile kilometrelerce yol kat edip, kuleyi görmeye gelmiştim. Eğer kule düz dursaydı, kimse buraya uğramazdı. Çünkü İtalya'nın dört bir köşesi böylesine kulelerle doluydu.Aşı boyalı sokakları aşıp, Arno Irmağı'nın kıyısına çıktım. Daha önce buralara gelmiş damağı kuvvetli bir arkadaşımın önerdiği restoranda (Al Ristoro Dei Vecchi Macelli) karnımı doyurmak istiyordum.ORTAÇAĞLI SİENALezzetli bir yemekten sonra Pisa'yı terk edip, direksiyonu dünyanın en güzel kentlerinden biri olan Siena'ya doğru çevirdim. Ama bu kez otoyol yerine ara yolları tercih ettim. İyi ki de etmişim. Zeytin ağaçlarının, üzüm bağlarının arasından geçen kıvrım kıvrım yol, dere-tepe Toscana Vadisi'ni aşıp gidiyordu. Yol üstünde hayal ettiğim her şeyi görüyordum: Küçük köylerde kapısında Trattoria yazılı küçük lezzet mekánları, uçsuz bucaksız üzüm bağları, yeni yeni yeşermeye başlamış buğday tarlaları, peynir imalathaneleri, et tütsülenen kulübeler, şaraphaneler, sıra sıra zeytin ağaçları... Toscana'nın gerçek görüntüsü de bir düşü andırıyordu. Manzara, kış ortasında bu kadar tahrik ederse, bahar aylarında kim bilir insanı nasıl çıldırtırdı.Döne dolaşa Siena'ya vardım. Arabayı sur dışındaki bir otoparka bırakıp, kentin Ortaçağ görünümlü dar sokaklarına daldım. Sokakları süsleyen 2-3 katlı tuğla ve taş evlerin gölgesinde, geçmiş yüzyıllara doğru yürüdüm. Geçmişe önce, İtalya'nın en görkemli katedrallerinden biri olan Duomo'da rastladım. Katedral halkın, kent dışından taşıdığı siyah-beyaz taşlarla inşa edilmişti. Duomo'yu gezdikten sonra, ara sokakları arşınlayıp, yelpaze formunda yapılmış olan Piazza del Campo'ya vardım. MEYDANDAKİ YARIŞEtrafı saraylarla çevrili olan meydanda, kimsesiz kahvelerden birine oturup, ‘buralara keşke Ağustos ayında gelseydim’ diye hayıflandım. Bir belgeselde bu meydanda düzenlenen bir at yarışını izlemiştim. 16 Ağustos'ta başlayan Palio Festivali'nde yapılan bu yarışın kökeni 1283 yılına dayanıyordu. Toscana'nın 17 bölgesini temsil eden jokeyler, eğersiz atlarla meydanda yarışıyorlardı. Bu festival sırasında Siena, tam bir Ortaçağ görünümüne bürünüyordu.Siena'ya fazla zaman ayırmadığım için kendime lanetler okudum. Bir pastaneden Siena'nın acı badem ezmesi ile yapılan ünlü kurabiyesinden aldım. Dar sokaklarda döne döne park yerine vardığımda, üstümün başımın ve sakalımın kurabiyenin üstündeki pudra şekerine bulandığını fark ettim. Aldırmadım... Roma'ya doğru uzaklaşırken, ‘Siena bir kadın olsaydı, ona sırıl sıklam aşık olurdum’ diye düşündüm. Kentin dar sokaklarında kalan aklımı, fikrimi ve gönlümü geri alabilmek için, havalar ısınınca buralara bir sefer daha yapmaya karar verdim. Ribollita tarifiRibollita, bir çeşit ekmekli sebze çorbası. Toscana mutfağının en ünlü ve vazgeçilmez bir yemeği. Hem sağlıklı hem de besleyici. Gittiğim bir lokantanın aşçısından aldığım tarifi sizinle paylaşıyorum. Malzemeler (6 kişilik):1 adet büyükçe kırmızı soğan, 2 adet havuç, 1 adet kereviz sapı, 4 adet orta büyüklükte patates, 10 adet küçük boy kabak, 300 gram kuru fasulye, 4 yaprak kara lahana, 1 adet pırasa, domates püresi, iki dilim bayat ekmek.Yapılışı: Bir gece önceden suya koyduğunuz fasulyeyi kısık ateşte haşlayın. Derince ve geniş bir tavanın içinde soğanları öldürün. Daha sonra lahana dışındaki sebzeleri ekleyin. Sebzeler yeterince kavrulunca, üstlerini kapatacak kadar su koyun. İnce ince doğradığınız kara lahanayı da bu karışıma ekleyin. Tavanın kapağını kapatıp, kısık ateşte bir saat pişirin. Daha sonra haşlanmış fasulyeleri koyup, yeterli miktarda tuz ve biberi serptikten sonra, ara sıra karıştırarak 20 dakika daha kaynatın. Ateşin altını söndürünce, domates püresini ekleyip iyice karıştırın. Derince bir güveç tenceresinin dibine, bayat ekmek dilimlerini yerleştirin. Pişirdiğiniz çorbayı bu ekmeklerin üstüne dökün. Yemeği bir gün dinlenmeye bırakın. Ertesi gün yiyeceğiniz kadar miktarı başka bir tencerede ısıtıp servis yapın.Lezzet adresleriEğer yolunuz bir gün Toscana vadisine düşerse ve lezzetli yemekler yemeye niyetlenirseniz aşağıda adreslerini verdiğim lokantaları öneririm. Tarafımdan 'test edilip onaylanmıştır'. Afiyet olsun.Trattoria BaldovinoVia San Giuseppe 22 r. Floransa(Piazza S. Croce) Tel: 055 241773La BaraondaVia Ghibellina, 67 rosso, FloransaTel: 055 2341171Trattoria BibeVia delle Bagnese 15, Galluzo, FloransaTel: 055 2049085CafaggiVia Guella 35r, FloransaTel: 055 294989Le MossacceVia del Pronconsolo 55r, FloransaTel: 055 294361Al Rıstoro Dei Vecchi MacelliVia Volturno, 49, PisaTel: 050 506008İl CampoPiazza del Campo 50, SienaTel: 0577 280725Osteria Le LoggeVia del Porrione 33, SieanaTel: 0577 480130