GeriSeyahat Deniz istediği kadar davetkár olsun bu rotaya karşı koymak kolay değil burası, Likyalılar'ın ülkesi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Deniz istediği kadar davetkár olsun bu rotaya karşı koymak kolay değil burası, Likyalılar'ın ülkesi

Deniz istediği kadar davetkár olsun bu rotaya karşı koymak kolay değil burası, Likyalılar'ın ülkesi

Deniz ve kum istediği kadar davetkár olsun bu rotaya karşı koymak kolay değil çünkü burası, Likyalılar’ın ülkesiŞafak sökerken yattığım çardaktan doğruluyorum. İnsan, gece karanlığında vardığı bir yerde sabah gözünü açtığı ilk an garip oluyor. Olağanüstü bir kartal yuvasından bakıyorum şimdi etrafa. Sarp kayalıklardan aşağısı, Cennet Koyu... Türkiye’nin geriye kalmış ender bakir yerlerinden... Likya Yolu, tam buradan geçiyor. Dünyanın dört bir yanından gelen trekkingciler, burada mola veriyor, yemek yiyor, kimileri de yola devam etmek yerine kalıyorlar.Çoktandır, yıldızların altında uyumuyordum. Yazın geldiğini, ancak böyle anlayabiliyorum... Yükseklere tırmanan toprak yol, bir yere varmamak için inat ediyor... Yol boyunca, zifiri karanlıkta, tek görebildiğim, hilal şeklindeki ay ve altında, görünmez bir iple asılıymış gibi duran yıldızdı. 850 metre yükseklikte, yol üzerinde, külüstür kamyonetinin önünde Talu bekliyordu; ‘’Beş on dakika yürüyeceğiz ama fener kullanmayalım, şahinler mutsuz oluyorlar’’ dedi. Her şeyi bagajda bırakıp, diş fırçamı yanıma aldım. Ağaçların arasındaki bir patikadan, sessizce yürüdük. Tekkebaşı Dervish Lodge’a vardığımızda, sadece mumlar yanıyordu. Yazın geldiğini bir şey daha hatırlatıyor bana. Sıcağın altında kavrulan antik kentler ve durmadan su tüketen, ayılan bayılan turistler. Harabeleri gezenler, plajlara serilenler kadar fazla değil kuşkusuz. Ancak, Xanthos Vadisi başka. Deniz ve kum istediği kadar davetkar olsun, bu rotaya karşı koymak da kolay değil. Çünkü burası, Likyalılar’ın ülkesi. Dağ başında yerleşimler kuran, en sarp kayalıklara hükmeden, akıl almaz yerlerde sanat eseri gibi mezarlar yapan, yazıları çözülememiş, gizemli Likyalılar... MEZARLARI KADAR SESSİZ KÖYKöylüler daha yeni tütün kırmışlardı. Hisar mahallesinin genç imamı Özcan Bey’le birlikte, tarlalara yayılmış, etrafında keçilerin dolandığı, Sidyma’nın mezarlarının arasında dolaşıyoruz. Keçiler, kedi gibi sevdiriyorlar kendilerini. Köylülerin çoğu, her gün işçi olarak başka yerlere çalışmaya gidiyor. Sahip olduğu tarihin farkında olamayacak kadar kendini yaşam mücadelesine kaptırmış bu kıyıda köşede kalmış köy, mezarları kadar sessiz. Özcan Bey, camisinin girişindeki antik sütunları, avludaki hamamı gururla gösteriyor. Daha çok insan görsün istiyor buraları.BU AİLE NEDEN BURADA?Tekkebaşı’nda, çakıltaşlarının üzerinde yakılan ateşin etrafında toplandık. Daha kimse söze başlamadan, ateşin öbür tarafında oturan, dünya tatlısı Adanalı çiftin ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği’nde okuyan genç kızları Deniz, ortaya atıyor lafı; ‘’Yıldızlara hiç bu kadar yakın olmamıştım...’ Bir de çölde bu kadar yakındır, diye aklımdan geçiriyorum ama söylemiyorum. Sanırım, temmuzun ortasında kimsenin çöle benim duyduğum sempatiyi duymasını beklememem gerekiyor. Aşağıdaki dünyada, oteller, plajlar, diskolar, animasyonlar varken, bu aile neden burada, diye düşünüyorum. Aslında, onlar da bu durumdan dolayı şaşkın. Fakat, olaylar şöyle gelişiyor: Adanalı çift, emekli olduklarında yerleşmek üzere, Fethiye’de bir yer aramaya geliyorlar. Ancak buradaki değişimi kabullenemeyince, soluğu garajda alıyorlar. Neredeki tatil bizi hayalkırıklığına uğratmaz, diye düşünürken, Deniz bir direğe yapıştırılmış broşürü farkediyor. Telefon edince, gelip onları alıyorlar. Şimdi ateşi çevreleyen minderlere uzanıp kayan yıldızları seyrediyorlar. Xanthos’tan, meşhur vadiye bakıyor ve halkının yaptıklarını düşünüyorum. Persler, kenti kuşatıp şehrin tüm su kanallarını kesmişler ve halkını susuz bırakmışlardı. Xanthoslu Likyalılar da teslim olmak zorunda kalacaklarını anlayınca, bütün eşyalarını akropole yığıp, kadın ve çocuklarla birlikte, kendilerini ateşe vermişler, erkekleri de ölünceye dek düşmanla savaşmıştı... Şimdi bu toplu intiharı gerçekleştirdikleri yerde, meraklı turistler dolaşıyor. Şafak sökerken, yattığım çardaktan doğruluyorum. İnsan, gece karanlığında vardığı bir yerde sabah gözünü açtığı ilk an garip oluyor. Olağanüstü bir kartal yuvasından bakıyorum şimdi etrafa. Sarp kayalıklardan aşağısı, Cennet Koyu... Türkiye’nin geriye kalmış ender bakir yerlerinden... Hayvanlarının peşinden koşan köylülerin sesleri yankılanıyor. UZAYINI BULAN ADAMSolda Erenler Dağı, sağda Babadağ... Buraya ilk yerleşen, Atlas dergisinin eski fotoğraf editörü Erdem Yavaşça. Daha sonraları ona katılan Talu, yıllarca lüks mavi yolculuk teknelerinde, yabancı turistlere rehberlik yaptıktan sonra, burada kalmaya karar veriyor. ‘’Ufkumu genişlettim, kendi uzayımı buldum’’ diyor. Likya Yolu, tam buradan geçiyor. Dünyanın dört bir yanından gelen trekkingciler, burada mola veriyor, yemek yiyor, kimileri de yola devam etmek yerine kalıyorlar. Tekrar yola koyulanlara, Smart eşlik ediyor. Smart buranın köpeği. Yürüyüşçülere günlerce yol gösteriyor, sonra da aynı yoldan evine geri dönüyor. Bir de Sezar var. Hareketleri bir kediden çok türünün yırtıcı üyelerini andırıyor. Sezar, ağırbaşlılığıyla, herkesin saygısını kazanmış bir kedi. İnsanın, ateş, su ve topraktan başka bir şey düşünmesine fırsat vermeyen, dağ başındaki bu dergáh, adına yakışır bir şekilde herkese açık. Aşure gününde, burada, Karaağaç’ın köylülerine aşure ikram ediliyor. Köylüler de zaman zaman uğrayıp burada kalan turistlerle, kendi süt, erik ve kavunlarını paylaşıyorlar.BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMYüksekten, Xanthos Vadisi’ni seyretmekTlos’ta Bellerophon’un mezarına tırmanmakPatara plajının ıssız köşelerinde denize girmekTekkebaşı Dervish Lodge’da yıldızların altında uyumakTlos Yedi Kapı’daki antik hamamlarda, yeraltından gelen suyun sesini dinlemekPınara’yı ve kızıl kayaya oyulmuş akıl almaz mezarları görmekSabah erkenden, Patara’nın kum tepelerindeki doğal yaşamın izlerini görmekTekkebaşı’ndan Cennet Koyu’na yürümek18 KİLOMETRE BOYUNCA BEMBEYAZ KUMSALDünyanın en güzel kumsallarından biri Patara. 18 kilometre boyunca, bembeyaz uzanıyor. İki bin yıldır bu kumların altında yatan Patara antik kenti, göçebe Gelemişliler’in alelacele kurdukları turizm köyünün yanında, yapılan kazılarla yeni yeni uyanıyor. Plajın ötesinde, Akdeniz kıyılarının başka hiçbir yerinde rastlanmayan boyuttaki kumulların üzerinde, turistler günbatımını bekliyorlar. Bölge bütünüyle Özel Çevre Koruma Alanı. Bir nedeni bu eşsiz kumullar, diğeri de Patara kumsalının Caretta Caretta kaplumbağalarının önemli bir üreme alanı olması. Patara antik kenti, birinci derecede Arkeolojik SİT alanı. Köyün büyük bir kısmı da bu alanın içinde. Patara tabelasından başlayarak, köyü geçip plaja giderken, yolun sağında ve solunda mezarlar ortaya çıkarılıyor. Köyün altında da hálá antik kalıntılar olduğu biliniyor. Bugün bölge, tamamıyla imara kapalı. SİT alanı ilan edilmeden önce başlanmış ve bugün bitki örtüsünün altında, binin üzerinde, yarım kalmış bina temeli var. Uzun yıllardır, koruma amaçlı bir imar planının hazırlıkları sürüyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın da bu bölgede ciddi çalışmaları var. Bu muhteşem kumullar, köyün tarihinde bir dönem bir mücadele konusu oldu. Kumulların doğal hareketleriyle birlikte meydana getirdikleri erozyon, tarım alanları ve seralara zarar veriyordu. 1970’lerin başında, kumulların sabitleştirilmesine yani ağaçlandırılmasına karar verildi. Kumullara tamamıyla yabancı olan Kıbrıs akasyası ve okaliptüs ağaçları dikildi. Kendine özgü bitkileri ve endemik türleri, bu daha güçlü ağaçlar tarafından bastırıldı, turistlerin hoşlandıkları atla dolaşma ve cip safari gibi turistik aktiviteler de ekosisteme zarar verdi. Uzun bir süredir, ağaçlandırma durduruldu.Sabah erkenden, okaliptüs ağaçlarının altındaki bar, restoran ve pansiyonları geçip, kumullara doğru ilerliyorum. Öyle dinamikler ki günden güne farklı şekiller alıyorlar. Kumun üzerinde, tanımlayamadığım bir sürü canlının bıraktığı izlere yaklaşıyorum. Daha rüzgarın bile bozmadığı kadar yeni, uzun uzun izler... Belli ki, insanlar günbatımından sonra burayı terk edince, kumulları sabaha kadar esas sahipleri devralıyor.Tekkebaşı’nda, ateşin etrafında, Talu bir taraftan tumba çalarken, Deniz de yıldızlara bakarak konuşuyor: ‘’İnsan eli değmeyince, her şey ne kadar daha güzel...’’
False