Çeşme'nin karşı komşusu; Sakız Adası
Gün batmaya yakın feribot yanaşıyor. Karşıda koca bir ada yükseliyor. Bir yarım adadan buraya doğru gelirken adayla ilgili sorularım ve ben, karaya ayak basıyorum. Dallarda sakızın, berrak sahillerin, insanının güler yüzlü olduğu bir yer. Burası Sakız adası!
Çeşme ile arasında 45 dakikalık bir feribot yolculuğu kadar yakın bir ada burası. Asıl adı Chios, biz ise Sakız diyoruz. Buraya ulaşmak için küçük bir de havaalanı var, hatta yakında İstanbul’dan da direkt uçuşların olacağı bir havaalanı. Ancak Çeşme’den de kolayca ulaşılabiliyor. Adanın geçmişindeki talihsizliklerden dolayı uzaklara göç etmek zorunda kalan insanların torunları şu anda İngiltere, Amerika ve Avustralya’da yaşıyor. Ama buradaki yazlıklarına her yaz gelmeyi ihmal etmiyorlar. Adanın sahil şeridi en popüler kısım haline gelmiş. Akşamları 9-10 gibi insanlar yemek ve eğlence için sahile geliyor. Yunanlılar geç saatte yemek yemeyi alışkanlık haline getirdiği için tavernalarda erken saatlerde sadece turistler var.
Çeşme’den genellikle günübirlik gelip dönülüyor ancak iki veya üç gün kalınması gereken güzelliklerle dolu bir ada. Araba kiralamak en uygun çözüm çünkü çok kısıtlı bir toplu taşıma ağları var. Perdeleri çekili eski otobüsleri zamanında gidip gelse de çok az sayıda. Zaten adada çok sayıda araba olduğunu fark edeceksiniz. Aynı zamanda yollar küçük olduğundan arabaların da küçük olanlarının tercih edildiği, motor kullanımının da yaygın olduğu görülüyor. Arabayı kiraladıktan sonra ilk rota adanın güneyinde yer alan güzel köyleri ziyaret etmek oluyor.
Yolda ilerlerken bu yaz yangınlarla baş eden ve acil durum ilan edilen adada yanan yerleri görünce insanın içi cız ediyor. Adanın güney köylerinde ortak bir özellik var. O da zamanında Cenevizli korsanların çok sık saldırısına uğramaları imiş. Özellikle Pyrgi ve Mesta köylerinin yapısının bu saldırılara göre şekillendiği görülüyor. Zamanında Mesta ve Pyrgi köylerine beş-altı km. uzakta bir gözcü kulesi kurulmuş. Gözcü, korsan gemilerini fark ettiğinde hemen ateş yakar köylüler de hazırlık yaparlarmış. Örneğin Pyrgi köyünde hiç kapısı olmayan bir kule mevcut.
Bu kulenin yerden dört-beş metre yükseklikte bir penceresi var. Korsanlar yaklaşınca köylülerden insanlar bu pencereye tırmanıp herkesin ganimet eşyasını bu kuleye saklarmış ve köylüler hemen yerleşim yerlerini terk ederlermiş. Özellikle daracık yapılan sokaklarda dolanan ve evleri arayan korsanlar elleri boş geri dönermiş.
Picasso’nun da hayalindeki köy
Güney adalarını ziyarette ilk durak Pyrgi köyü oluyor. Pyrgi köyü özellikle desenli evleri ile meşhur. Evlerin dış yapısı üçgen, dikdörtgen desenlerle süslenmiş. Bu süslemeye kasista sanatı deniyor. Yapımında duvara kireç süren sanatçılar, desenleri ince işçilikle işlermiş. Pyrgi’de yaşayanlara göre bu süslemelerin şans, sağlık ve mutluluk getirdiğine inanılırmış.
Burası Picasso’nun da hayalindeki köy olarak da bilinir, kendisi de buraya hep gelmek istemiş ancak hiçbir zaman gelememiş. Sakız adası ve Pyrgi turistlerin dikkatini çektikçe Kültür Bakanlığı da köydeki bu özelliği finanse edemeyen her eve bu süslemelerden edinmesi için yardım etme kararı almış. Bununla beraber köydeki bazı evlerin kapısında anahtar asılı olduğunu görürseniz şaşırmayın çünkü bu evlerde yaşlı birinin olduğunu gösterirmiş.
Her sabah bir gönüllü gelip bu yaşlı kimsenin ihtiyaçlarını karşılarmış. Köydeki bu kişiler bir süre sonra ‘melek’ olarak adlandırılmaya başlamış. Köyün dar sokaklarında gezinirken yavaş yaşam hemen dikkat çekiyor. Bazı kapıların önünde yaşlı teyzeler oturuyor. Gelen geçenlere gülümseyen yaşlı teyzeler birinci dereceden bir akrabalarını kaybedince siyah giyinirlermiş, sokak aralarında oturan bir çok teyzenin siyah giyindiği hemen dikkat çekiyor.
İkinci durak ise Mesta köyü. Meydanına varınca turist kalabalıklarını görebilirsiniz. Kimisinin elinde soğuk bir soda kimisinin elinde ise sakızlı dondurma sıcak havadan bunalıp kendisini dinlenmeye adamış. Mesta labirent şeklinde sokakları, dar yolları ve taş evleri ile meşhur. 14. yüzyıldan kalma bir kiliseleri var, bu kiliseyi korumak için de bir çok emek harcanmış. Küçücük bir köyde mimarisi bu kadar güzel bir kilise görmek şaşırtıyor.
Mesta’da ilginç bir detay var o da, yerlerde sokakların tam ortasında su yolu var. Bunlar ok şeklinde taşlardan yapılmış ve aynı zamanda yön gösteren taşlar. Bu okları takip ederseniz kuzey kapısından adanın güney kapısına rahatlıkla gidebilirsiniz. Tabii bu da korsanlar için yapılan bir uygulama. Köylüler bu okları takip ederek kolayca köyden çıkarken korsanlar sokaklarda kaybolup vakit kaybediyormuş. Mesta köyünde bazı binalara bakınca delikler olduğunu görüyorsunuz. Bu da aslında geçmişte yaşanan depremden sonra yapılan bir değişiklik. Delikler depremde basıncı azaltıp çökme oluşmasını engellemek ve yıkımı önlemek için yapılmış.
Birbirinden güzel sakız ağaçları
Sakız adasına gelince sakız ağaçlarından bahsetmemek olmaz. Adanın güneyinde zeytin yetiştiriciliğinin yanında sakızdan da gelir elde ediliyor. Sakız ağaçlarının altında kireçli bir toprak görüyorsunuz. Bu toprak, damla sakızları rahat toplansın ve kirlenmesin diye dökülüyor. Sakız, dişi ağaçlardan toplanıyor. Kırmızı renk çiçek açanlar erkek ağaç olarak nitelendiriliyor ve bunlardan sakız elde edilemiyor. Bunun yanında bir ağaçtan sakız elde edilebilmesi için de 6 yaşından büyük olmasına dikkat ediliyor. Haziran ayına gelince ağaçların altındaki toprak temizlenip kireçli toprak seriliyor. Ağacın gövdesini korumak için çizik atılırmış.
Çıkan sakız beyaz toprağa yapışıyor ve 15 günde bir sakızlar toplanıyor. Bu işlem eylül ayına kadar devam ediyor. Hatta Yunanistan’da eylül ayına kadar bu ağaçlar ‘ağlar’ deniyor. Sakız daha sonra bazik suya atılarak içindeki toz tek tek ayıklanıyor. İnce işçilik içerdiğinden pahalıdır. Bir ağaç yaklaşık 450 gr sakız veriyor. Sakızın şeker hastalığına, alerjiye ve çeşitli mide rahatsızlıklarına iyi geldiği biliniyor.
Yunanistan’ın genel durumu ve kültürü burada da etkisini hissettiriyor. Siesta adı verilen öğlen uykusuna Yunanlılar özen gösteriyor. Öğlen saatlerinde dükkanlarını kapatan Yunanlılar ya sahillere gidiyor ya da evlerinde dinleniyorlar. Eğlencelerine önem veren Yunanlılar krizden önce eğlenmeye daha fazla para ve vakit ayırırlarmış. Asgari maaşların 1300 eurodan 700 euro civarına düştüğü düşünülürse evlerde pişen yemeklerin arttığını, haftada artık bir gün dışarı çıkıldığını anlamak çok da zor değil. Krizle beraber aynı ailede ikinci arabalara olan vergi artırılınca bir çok Yunan ikinci arabalarını çok ucuza satmış. Bir de ‘drohoma’ adı verilen ilginç bir gelenek var.
Evlenme yaşına gelen kız çocukların babaları damada ev alıp düğünün masraflarını üstlenirmiş. Damat hiç bir şey yapmazken kızın babasının her şeyi üstlenmesinin sebebi kızına daha iyi bakılsın amacı taşırmış. Bunun yanında Yunanistan’ın diğer yerleri ile beraber Sakız adasında da Yunanlılar yemeğe salata ile başlıyor. Hızlı ve hafif olması sebebiyle tercih ediliyor. Sakız’a uğrayınca mutlaka mastello peyniri de yemek gerek. Tuzsuz ve az yağlı bir peynir, hellim gibi ızgara peyniri olarak biliniyor. Bir de çeşme suyu içilebildiği için bir mekana oturduğunuzda masanıza sormadan hemen bir şişe su geliyor. Kahvehanelerinde ülkenin geleneksel içeceği haline gelen Frappe içen yaşlıları görürseniz şaşırmayın. Her şeyin dışında seyahatin sonunda bu komşu adadan geriye insanların güler yüzlü, ağırkanlı ve iyimser olduğuna dair bir izlenim kalıyor.
Neden acele ediyorsunuz, neden streslisiniz, neden panikliyorsunuz gibi bakıyorlar sanki. Hayatın daha temel uğraşlarıyla ilgileniyorlar. Buradaki yaşam sanki Bülent Ortaçgil’in ‘Bozburun’ şarkısında söylediği gibidir: “En küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü / İçim kıpır kıpır deniz kıpırtısız / Kokuların şarkısı başlar / Ne çocuk sesi ne kent uğultusu gelir / Mişli geçmişte sorunlar saklanır /Aya dokunmanın tam zamanıdır”.