Bu şehirde ne dehlizler var!
Şengün KILIÇ
Dünyanın her yerinde, hele tarihi binlerce yıl olan yerleşim bölgelerinin hepsinde mutlaka efsaneler vardır. Bunların en yaygın olduğu kentlerden biri de İstanbul. Kapalıçarşının altındaki dehlizler, su kemerlerinin tüm kentin altını dolaştığı, Haliç'in altının silme altınla dolu olduğu bunlardan sadece bir kaçı. İnternet'te yeni faaliyete geçen www.efsaneler.com adresinde pek çok konuda olduğu gibi İstanbul hakkında üretilen efsaneler yer alıyor. Sitede yer alan efsanelerin bir kısmını topladık ve siteyi tasarlayan Ersan Özer'le bir görüşme yaptık. Özer de eski bir gazeteci. Zaman zaman kendisi de bu efsanelerin peşine düşmüş. Gerçi anladığımız kadarıyla peşine düştüğü duyumlar 'efsane' boyutunda kalmış, ama yine de insan elinde olmadan kendini ‘‘Ya gerçekse!’’ demekten alamıyor. Hemen hemen her efsaneden sonra Özer bir bilirkişi görüşü eklemiş sitesine. Meraklıları yukarıda verdiğimiz adresten Özer'in yorumlarını okuyabilir. İşte İstanbul efsanelerinden birkaçı:
Haliç'teki altın
Bedrettin Dalan’ın Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu zamanlar... Hani ‘‘Haliç’in suyu benim gözlerimin rengiyle aynı olacak’’ filan da demişti. İşte tam o sıralarda Caponlar Dalan’a gelip, ‘‘Bey’fendi bizim teknolojimizle Haliç’i temizlemek çocuk oyuncağı. Burayı altı ayda temizleriz ama tek şartımız var: Haliç’in dibinden çıkan heeerşey bizim olacak,’’ demiş. Taabii Dalan yılların kurdu, yutar mı hiç küçücük Capon’un cinliğini. ‘‘Olmaz’’ demiş, ‘‘Gidin kendinize başka bi aptal bulun!’’
Neden? Çünkü Dalan da Caponlar gibi biliyomuş ki Haliç’in dibi silme altınla dolu. Zamanında Fatih İstanbul’u fethettiğinde bütün Bizanslılar altınlarını, ‘‘Türko’lara yedireceğime denize atarım daha iyi’’ diyerek Haliç’e sallamış. Osmanlı’dan kaçmaya çalışan o zamanın Bizans İmparatoru Justinyen’in gemisi de Haliç’ten çıkamadan batırılmış. Bizans sarayının büttüüün hazineleri denizin dibini boylamış. Yine Osmanlı zamanında seferden dönen bi’kaç kalyon da getirdikleri ganimetleri boşaltamadan batmışlar Haliç’te. Bu altınların şimdiki değeri de bizim hazineyi yüze katlarmış. E altın bu, çamurun içinde de olsa paslanacak değil ya, hálá ilk günkü değerindeymiş hepsi.
(Aynı öykünün bir başka versiyonu) Bilindiği üzere, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Haliç’i temizlemek için 1997’de ihale açtı. Ama ne hikmetse ihaleyi tahmin edildiği gibi Japonlar değil, bi Türk-Amerikan konsorsiyumu kazandı. Çıkan yaklaşık 3 milyon metre küp ‘‘çok değerli seramik çamuru’’ ise (Bakın: ‘‘Balçık değil; paha biçilmez çamur’’ efsanesi) kullanılmayan taş ocaklarının açtığı oyukları doldurmak için kullanıldı. Allahtan temizliği yapan şirketler arasında Türkler de vardı. Haliç’in altınlarının bi kısmını kurtardık en azından!
Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip ‘‘Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook kolay. Bi aylık iş. He deyin, başlayalım. Sizden bi kuruş da istemeyiz’’ teklifini yapmış. Ama karşılığında da ‘‘Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz,’’ demişler. Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? ‘‘Siz bana iki gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm’’ demiş. Abicim Dalan accayip pirelenmiş taabi. ‘‘Yahu bu işin içinde bi bit yeniği var. Elin Caponu napıcak bu balçığı?’’ diye diye kafayı sıyırmış. O ara nerden aklına geldiyse bizim Güzel Sanatlar’ı aramış. ‘‘Hocalara bi danışayım bakayım ne diy’cekler?’’ diye düşünmüş. Üstadım hocalar daha mevzuyu duyar duymaz, ‘‘Amman sayın Dalan hemmmen bu teklifi reddedin. Haliç’in dibindeki çamur dünyanın en değerli seramik çamurudur. Bunun 100 gramı havada karada enn az 10 bin dolar eder. Bu Caponlar sizi kazıklamaya çalışıyo’’ diye feryat etmiş. Dalan ertesi gün sınırdışı ettirmiş Capon grubu. Valla bu Caponlardan korkulur abicim. Adamlar neyin hesabını yapıp gelmiş taa buralara...
Kapalıçarşı'nın dehlizleri
Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bi yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş. Tüneller Kapalıçarşı'nın altından da geçiyomuş taabi. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere. Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Heepsi kaçakmış bunların. Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıyomuş. Bi keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bi daha hiç 'yeryüzüne' çıkmamış. Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce.
Tünel efsanesi
Aslında dünyanın ilk metrosu bizim Karaköy’deki tünelmiş. İstanbul’un işgalinde Fransızlar, İngilizler falan tüneli görüp fikrimizi çalmışlar. ‘‘Biz bari bunun büyüğünü yapalım’’ deyip şimdiki metroları kurmuşlar. Zamanında metronun telif hakkını alabilseymişiz bugün Avrupalının, Amarikalının ayağındaki donu bile alabilirmişiz.